Hz. Ali ve bugünkü zevat!..
Cemaat dikkat kesilmişti… Nefeslerini tutmuşlar, bu azametli kahramanın minbere yürüyüşünü izliyorlardı…
ADNAN BERK
OKAN
Bir Cuma namazı vakti…
Mescit tıklım tıklım doluydu…
Esmer, geniş ve yakışıklı yüzlü, heybetli bir adam vakur adımlarla minbere doğru yürüyordu…
Elinde ucu çatallaştırılmış eğri bir kılıç taşıyordu…
Düşünceliydi…
Düşünceli olduğu kadar da kararlı görünüyordu…
Onun bu ağır başlı ve azametli yürüyüşünü izleyenler, bir savaştan söz edeceğini düşünüyorlardı…
Çünkü o ancak, çok sayıda Müslüman’ın şehitliğinin kaçınılmaz olduğu bir harp öncesinde öylesine durgun olabilirdi…
Çünkü…
Savaş demek, binlerce müminin şehit olması demekti…
Savaş demek binlerce kadının dul, daha fazla sayıda çocuğun yetim kalması demekti…
Ve…
Şehit olacak Müslümanların acısını daha savaş başlamadan duyumsar, kederlenirdi…
Bu heybetli adam az sonra minberde işte bunları söyleyip, en az şehidi vermek için gerekli olan hazırlıkları anlatacaktı, herhalde…
Cemaat dikkat kesilmişti…
Nefeslerini tutmuşlar, bu azametli kahramanın minbere yürüyüşünü izliyorlardı…
Kimileri ise birbirlerine bakışıp, neler olabileceğini tahmin etmeye çalışıyorlardı…
Çünkü herkesin hemfikir olduğu tek şey, mescide kılıç sokulamayacağıydı…
Adam minbere çıktı…
Yüzünü cemaate döndü…
Oturmadı…
Elindeki kılıcı gösterdi…
“Şu kılıcımı satmak istiyorum…”
Yüzünde, gözlerinde ve ses tonunda tek bir gurur belirtisi yoktu…
Ama yıkılmışa, mahcup olmuşa da benzemiyordu…
Cemaat birbirine baktı…
Heybetli adam devam etti:
“Kılıcımı satın almak isteyen olursa, namazdan sonra beni bulsun… Evimde yiyecek bulunsa... Bir elbise alabilecek kadar paraya sahip olsaydım, vallahi bu kılıcı satmak istemezdim…”
Cemaat kulaklarına inanamadı…
Donuk bir film karesindeki görüntüler gibiydi hepsi…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam; Devlet Hazinesi’nin başında oturuyordu…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam, Peygamber efendimizin damadıydı…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam, hayattayken cennetle müjdelenmiş 10 kişiden biriydi…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam, ilk İslâm Devleti’nin dördüncü Halifesiydi…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in amcası Ebu Talip'in oğlu Hz. Ali bin Ebu Talip idi…
"Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın" diye gelecek nesil devet adamlarına nasihat veren Hz. Ali idi.
Mübarek ramazanınız sağıklara ve hayırlara vesile, günümüzün "Müslüman Devlet Adamları” da Hz. Ali gibi olsun...
Ehli namus...
Haysiyetli...
Çalmayan, çırpmayan...
Elindeki kamu gücünü kullanıp zengin dostlarına evlatlarının eğitim masraflarını karşılatmayan...
Elindeki devlet yetkisi ile milletin bankalarını aile yakınlarına ve partili arkadaşlarına peşkeş çekmeyen...
Vatandaşına bağırıp çağırmayan, azarlamayan...
Amin...
Not: Günümüz Türkiye'sinde bazı yurttaşlarımızın "Alevi" oldukları için terfi ettirilmedikleri, 40 yıllık hizmetleri unutulduğu, "Şüpheli" konumuna düşürülerek haysiyetleriyle oynandığı hatırlandığında; Sünni olup da devlet malını kendi cebine aktaran menfaatperestleri daha iyi tanımanız dileğiyle... ABO
adnanberkokan@gmail.com
Bir Cuma namazı vakti…
Mescit tıklım tıklım doluydu…
Esmer, geniş ve yakışıklı yüzlü, heybetli bir adam vakur adımlarla minbere doğru yürüyordu…
Elinde ucu çatallaştırılmış eğri bir kılıç taşıyordu…
Düşünceliydi…
Düşünceli olduğu kadar da kararlı görünüyordu…
Onun bu ağır başlı ve azametli yürüyüşünü izleyenler, bir savaştan söz edeceğini düşünüyorlardı…
Çünkü o ancak, çok sayıda Müslüman’ın şehitliğinin kaçınılmaz olduğu bir harp öncesinde öylesine durgun olabilirdi…
Çünkü…
Savaş demek, binlerce müminin şehit olması demekti…
Savaş demek binlerce kadının dul, daha fazla sayıda çocuğun yetim kalması demekti…
Ve…
Şehit olacak Müslümanların acısını daha savaş başlamadan duyumsar, kederlenirdi…
Bu heybetli adam az sonra minberde işte bunları söyleyip, en az şehidi vermek için gerekli olan hazırlıkları anlatacaktı, herhalde…
Cemaat dikkat kesilmişti…
Nefeslerini tutmuşlar, bu azametli kahramanın minbere yürüyüşünü izliyorlardı…
Kimileri ise birbirlerine bakışıp, neler olabileceğini tahmin etmeye çalışıyorlardı…
Çünkü herkesin hemfikir olduğu tek şey, mescide kılıç sokulamayacağıydı…
Adam minbere çıktı…
Yüzünü cemaate döndü…
Oturmadı…
Elindeki kılıcı gösterdi…
“Şu kılıcımı satmak istiyorum…”
Yüzünde, gözlerinde ve ses tonunda tek bir gurur belirtisi yoktu…
Ama yıkılmışa, mahcup olmuşa da benzemiyordu…
Cemaat birbirine baktı…
Heybetli adam devam etti:
“Kılıcımı satın almak isteyen olursa, namazdan sonra beni bulsun… Evimde yiyecek bulunsa... Bir elbise alabilecek kadar paraya sahip olsaydım, vallahi bu kılıcı satmak istemezdim…”
Cemaat kulaklarına inanamadı…
Donuk bir film karesindeki görüntüler gibiydi hepsi…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam; Devlet Hazinesi’nin başında oturuyordu…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam, Peygamber efendimizin damadıydı…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam, hayattayken cennetle müjdelenmiş 10 kişiden biriydi…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam, ilk İslâm Devleti’nin dördüncü Halifesiydi…
Çünkü…
Kılıcını satmak zorunda kalan adam, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in amcası Ebu Talip'in oğlu Hz. Ali bin Ebu Talip idi…
"Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın" diye gelecek nesil devet adamlarına nasihat veren Hz. Ali idi.
Mübarek ramazanınız sağıklara ve hayırlara vesile, günümüzün "Müslüman Devlet Adamları” da Hz. Ali gibi olsun...
Ehli namus...
Haysiyetli...
Çalmayan, çırpmayan...
Elindeki kamu gücünü kullanıp zengin dostlarına evlatlarının eğitim masraflarını karşılatmayan...
Elindeki devlet yetkisi ile milletin bankalarını aile yakınlarına ve partili arkadaşlarına peşkeş çekmeyen...
Vatandaşına bağırıp çağırmayan, azarlamayan...
Amin...
Not: Günümüz Türkiye'sinde bazı yurttaşlarımızın "Alevi" oldukları için terfi ettirilmedikleri, 40 yıllık hizmetleri unutulduğu, "Şüpheli" konumuna düşürülerek haysiyetleriyle oynandığı hatırlandığında; Sünni olup da devlet malını kendi cebine aktaran menfaatperestleri daha iyi tanımanız dileğiyle... ABO
adnanberkokan@gmail.com