Huzurlarınızda gerçek İclal Aydın!..
Bizi en çok keyiflendirenler; gazetecilerin kişileri değil, olayları ön plâna çıkarmaları…
GAZETECİLER.COM
Aslına bakarsanız “bir medya
sitesi, gazeteciler arası kavgadan başka ne ister?” değil
mi?..
Haklısınız…
Ne kadar çok gazeteciler arası
kavga, bizim için o kadar çok haber…
Ama GAZETECİLER.COM’un hedefi o
tür haberlerle büyümek değil…
O haberleri elbette görmezden
gelmiyoruz ama bizi en çok keyiflendirenler; gazetecilerin kişileri
değil, olayları ön plâna çıkarmaları…
İşte Reha Muhtar, işte İclal
Aydın…
Lütfen İclal Aydın’ı
okuyun…
Ama mutlaka okuyun…
Yasak dillerin
şarkıları
1957 yılında “Silistre” den
“Kırcaali” ye göç etmiş yoksul bir ailenin beşinci cocuğu olarak
doğmuş İvan ya da Naim. Babası dokuma işçisiymiş. Karınlarını
zorlukla doyurdukları o günlerde oğluna bir “mandolin” almış.
İçindeki müzik aşkını o hediyeyle büyütmüş. Okuldan geri kalan
zamanlarında plak ve kaset satan bir dükkânda çalışmaya başlamış
İvan ya da Naim.
Sonra hayat onları “Sofya” ya göç
etmeye zorlamış. Büyük şehre taşınmak başta zor gelmiş delikanlıya.
Ne uyum sağlayabilmiş, ne sevebilmiş oraları. İşportacılık ve
çıraklık gibi çeşitli vasıfsız işlerde çalışmış.
Türkçe konuşmanın yasak olduğu o
yıllarda diğerleri kadar iyi Bulgarca ya da Rusça konuşamadığı için
kimseyle iletişim kuramazmış. Yıllar sonra ünlü olduğunda hayatını
anlattığı bir belgeselde şöyle şeyler söylemiş:
“Onlarla konuşmuyordum çünkü
onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı.
Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip, onlar gibi
pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı
pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu
bana yakışmıyordu. Bir kız vardı bizim okulda; herkesin bir aşkı
vardır, çocukluk aşkı. Bir gün gittim dedim ki: ’Biraz seninle
konuşsak beş dakika, kaçıyorsun hep...’Bana dedi ki: ’Rica
ederim.’Öyle bir ağırıma gitti ki: ’Ben de sana rica
ederim,’dedim.. Ben o zaman anlamını bilmiyordum, yani onu bir
küfür zannettim.”
***
Bu arada yıllar geçmekte ve dünya
değişmekteyken anadilinde şarkı söyleyebilme isteğini içinde
tutamaz olmuş ama “Bulgarca” söylediği şarkılar giderek ağızdan
ağıza yayılmaya başlamış. Sistemi, düzeni sorguladığı isyan
şarkıları o kadar çok sevilmiş ki sistem kurucuların ve düzen
koruyucuların öfkesini çekmeye başlamış. Sorgulanmış, yasaklanmış,
gözaltına alınmış...
1986 yılında artık çok ünlü bir
müzisyenmiş ve şarkıları halkın muhalif sesine dönüşmüş.
Doksanlarda ülkedeki askeri yönetim izlerinin iyice silinmesiyle
birlikte popülerliği üst düzeye çıkmış ve ülkenin en çok tartışılan
isimlerinden biri olmuş. Çok satan albümleri, konserleriyle gelen
yeni yaşam biçimi oldukça eleştirilmiş.
Bu konuda yıllar sonra verdiği bir
röportajda şöyle demiş:
“Biz insanların yoksulluğunu
savunmadık, bizler yaşamımız boyunca insanların zenginliğini
savunduk... Yani ben cipe binsem Mercedes’e binsem bunlar önemli
şeyler midir? Ben tarihin yüklediği misyonu yerine getiriyor muyum,
bu önemli... Tam 30 sene aç yaşadım bu ülkede, 30 yıl boyunca.
Bütün lokantaların kenarlarına gidip, o yemeklerin nasıl çıktığına
baktım. Artık ben bu saatten sonra bunu yerim ve kimse bunu
engelleyemez...”
***
1999’da yılın en iyi müzisyeni
ödülünü almak için sahneye çıktığında ana dilinde hazırladığı
albümü yakında bitireceğini ve bu albümü yayınlamaktan korkmayacak
yapımcılar olduğuna bütün kalbiyle inandığını söylediği bir gece
salonda büyük tepki görmüş. Fırlatılan çatal bıçaklar arasında
salonu terk etmek zorunda kalmış. Bir süre sonra konu çok büyüdüğü
ve tehtidler arttığı için ülkeyi terk etmiş.
Bir yıl sonra Paris’te kalp krizi
geçirmiş ve ölmüş.
Ölümünden dokuz yıl sonra
ülkesinde iktidara gelen muhafazakâr hükümetin başı şarkılarını
anarak yaptığı bir konuşmada yasaklı dillere ve halklara tanınacak
özgürlük tasarısından bahsetmiş. Açılabilecek yeni yollardan ve
de...
Muhafazakâr başbakan küfürler
edilerek sahneden idirilen bir şarkıcı için ödenmesi gereken “vefa
borcundan” bahsetmiş uzun...
“Hoşcakal iki gözüm”
demiş...
***
Silistre’yi Adıyaman, Kırcaali’yi
Malatya yapın. Sofya’yı İstanbul... Mandolini bağlamaya çevirin bir
de...
Gerisini kendiniz tamamlarsınız
zaten...
Dinlediğiniz şarkıların
hatırına...