Hürriyet’in Özkök Açılımı

Merkez medyanın Özkök açılımı bazı çevreler tarafından ‘’Ertuğrul gidici’’ şeklinde yorumlandı.

Mutlaka sizin de dikkatinizi çekmiştir, Ertuğrul Özkök, son zamanlarda hiç olmadığı kadar gerek kendi gazetesi gerekse ''kardeş'' gazeteler tarafından sık sık ve daha önce hiç olmadığı şekilde gündeme gelmeye başladı.

Merkez medyanın bu Özkök açılımı bazı çevreler tarafından ‘’Ertuğrul gidici’’şeklinde yorumlandı.

Gidici mi gelici mi bilemeyeceğiz ama ortada ilgi çekici bir durum olduğu kesin… Tamam, Özkök daha önceleri de sık sık özel hayatına, tutkularına dair yazılar yazarak kendini ortaya koyuyordu. Daha doğrusu koyar gibi yapıyordu. Ama son tanık olduğumuz açılımlar Habertürk’ten bile yeni ve değişik.

Söz konusu açılıma, ilk kez eşiyle yapılan söyleşide tanık olduk. O söyleşiden Özkök’ün hırslarını öğrendik. Ve bu hırslarla hiç alakası olmadığını söyleyen karısına acıdık. ‘’Bu işi bırak, roman yaz,’’ diyormuş eşi Özkök’e… Biz ‘’keşke yazsa’’ derken NTV’nin dört güzel ve medyatik kadınına ‘’Bende roman yazacak sabır yok, beş altı sayfayı kurgulayabilirim, ama kırk sayfayı kurgulayamam,’’ mealinden sözler ederken duyduk onu. Hürriyet’in demirbaş genel yayın yönetmeninden şöyle Bukowski tadında bir roman okuma hevesimiz de kursağımızda kaldı böylece.

Ardından kızı ile bir söyleşi geldi. Biz de bu söyleşilerin sayesinde, şarap ve kadınlar konusundaki uzmanlıklarını yıllardır okuduğumuz Özkök’ün bir eş ve baba olarak sahip olduğu hassasiyetleri de öğrendik. Sıra torunlarını dinlemeye geldi:)

Bu arada da ‘’Fehmi Koru Hürriyet’in başına –yani Özkök’ün yerine- geçer mi,’’ safsatası başladı medyada. Bazıları ciddiye aldı bu iddiaları ve hatta, ‘’Özkök gidecek ve yerine hükümetin gönlünü yapmak için Fehmi Koru getirilecek,’’ diyenler bile oldu. (Bknz. Medyadaki Fehmi Koru safsataları)

Televizyon ekranlarına da hiç olmadığı kadar çıkmaya başladı Ertuğrul Bey. Bu ekran sohbetlerinde de Fehmi Koru’nun Hürriyet’in başına geçmesi konusu ilk sırayı alıyordu. Bu sayede, hem hükümete hem de Aydın Doğan’a çeşit çeşit mesajlar veriliyordu.

Yiğidi öldürelim ama hakkını da yemeyelim; bazı sorular cevapsız kalsa da oldukça samimi itiraflarda da bulunuyordu Özkök. Hürriyet’e nasıl genel yayın yönetmeni olduğu konusu ise bu samimi itirafların en cesuru, en ilgi çekeni ve tartışılmaya değer olanıydı. Açık açık, Hürriyet’in başına tepeden ve bir anda getirildiğini anlatıyordu …

Bu arada biz de ''hükümet veya patron iradesiyle bir gazetenin başına getirilmek arasında ne fark vardır,'' diye merak ediyoruz ister istemez. 

Peki ya askeri iradeyle tepeden bir yerlere konuşlandırılmak nasıl bir şeydir?

Ki bu konuda Özkök hakkında da yıllardır söylenegelen rivayetler olduğunu biliyoruz. Gelin görün ki hiç kimse ona böyle bir soru sormaya yanaşmıyor.

Korkacak ne var halbuki?.. Nasılsa tepeden indiğini kendi söylüyor, ha patron iradesi, ha askeri irade tarafından, ne farkeder ki?

Sonuçta ilginç olan, büyük bir gazetenin en tepe yönetimine hem de hiçbir deneyimi olmadan havadan paraşütle indirilmek değil midir?

Gelin şimdi bu ‘’tepeden inme’’ öyküsünü Özkök’ün kendi ağzından okuyalım:

‘’Erol Simavi çağırdı, danışmanlık teklif etti ve İstanbul’a getirdi. Uğur Dündar’ın odasının yanındaki odaya oturdum. Oturdum, ama öyle oturuyorum sadece. Kimse bana danışmıyor. Aradan dört ay geçti, Erol Simavi telefon açtı, ‘müsait misin’ dedi. Ben de para alıyorum ya, boş boş oturuyor görünmeyeyim diye ‘gazete gelsin görüp çıkacağım,' dedim, halbuki gazete gelse ne olur, gelmese ne olur. Kimse bana bir şey sormuyor ki. Ama iş yapıyor görüneceğim ya…

‘İşin bitince gel dedi,’ Simavi… Sonra buluştuk onunla, ’Şekerim, seni yayın koordinatörü tayin ettim,’ dedi. Ben, ‘gazete çıkarmayı bilmem ki,’’ dedim. O da ‘öğrenirsin,’ dedi.

Ertesi gün Simavi İsviçre’ye gitti... Sabah kalktığımda adımı künyede yayın koordinatörü olarak buldum. Bana oğlunun yanındaki odayı verdi. Odama gelirken merdivenlerin başından odaya kadar çelenk dolduğunu gördüm. Bütün başbakan, devlet bakanları, aklınıza kim gelirse çelenk göndermişti…. Ben tepeden indim geldim.’’

...

Bütün bunlardan da anlıyoruz ki, medyadaki ‘’tepeden inme yayın yönetmeni’’ tartışmaları tamamen göstermeliktir. İster patron, ister hükümet, isterse asker tarafından olsun yayın yönetmenleri illaki de gücü elinde bulunduranlar tarafından belirleniyor.

Bu durum pek de mantıksız değil doğrusu. Kim ister ki sadece deneyimli ve/veya yetenekli diye kontrol edemeyeceğini düşündüğü birinin çıkardığı -ya da çıkmasına destek olduğu- bir gazetenin başına gelmesini?

Tam da bu noktada basın ve gazeteci özgürlüğünün de büyük bir yalan ve safsatadan başka bir şey olmadığı açılımına geliyoruz ki bu tamamen başka bir yazının konusudur.

Bu konuyu geçelim ve Özkök’e dönelim yine…

Tepeden indiği görevinde azmi ve sebatkarlığıyla uzun yıllar tutunan Özkök, son medya açılımlarında bu azmin tam karşıtı bir söylemde bulunarak, aslında bu görevde kalmak istemediğinden dem vurup şunları söylüyor:

‘’Benim bu görevi bırakmaya niyetim beş yıldan beri var. Zaten geldiğimde beş yıllığına gelmiştim, sonra on yıl oldu, ondan sonra da on dokuz. Gelecek yıl, yirmi olacak… Ama dediğim gibi bu patronların vereceği karardır. Patronlar da bazen müesseselerinin istikrarlı bir şekilde yürütülmesinin iyi bir şey olduğunu düşünürler… İstikrar iyidir ama bu kadar da uzun olması gerekmez. Aydın Bey’e ben bunu dört yıldan beri söylüyorum. Hatta ben altmış yaşına geldiğimde ‘Sedat Ergin gelsin,’ dedim, ama o Milliyet’e gitti… Bazen diyorum ki arkadaşlara ‘gidicem, küçük bir gazetede yayın yönetmenliği yapıcam. O zaman istediklerimi daha rahat yaparım.’…’’

Tam da burada ‘’one minut’’ demeli ve şu soruları yöneltmeliyiz Ertuğrul Özkök’e:

Hangi patron bir insanı kalmak istemediği bir görevde tutabilir ki? Kalmak istemediğin yerde patron zoruyla tutulduğunu ima etmek bir gazeteci değil de köle olduğunu itiraf etmek değildir de nedir?

Son tahlilde, ardı ardına gelen bu Özkök açılımlarında ne hakiki bir samimiyet, ne de tutarlılık görüyoruz.

Gördüğümüz tek şey, samimi görünmeye çalışan ama çabaladıkça da tutarsızlığı ortaya çıkan bir genel yayın yönetmeni portresi.

Dilek Yaraş

***

Medyadaki Fehmi Koru safsataları