Hürriyet teröre karşı magazinde ısrarlı

Terör saldırıları artık hayatımızı her yönüyle etkilemeye başladı. Peki Cengiz Semercioğlu'nun dediği gibi çözüm "magazini canlı tutmak" mı?

HATİCE KÜBRA/ GAZETECİLER.COM

Hürriyet'in "magazin forever" moduna geçişini daha önce buradan yazmış ve bunun nedeni üzerine birkaç soru sormuştum. 


Bugün Hürriyet magazin ekibi yine "dikkat çekici" bir habere imza atmış. 

Birinci sayfadan "Rengimiz solmasın" başlığıyla öne çıkartılan haberde, Ömür Gedik, Onur Baştürk, Melike Karakartal ve Cengiz Semercioğlu terör olaylarının hayatımızı nasıl etkilediği, AVM'lerin ve eğlence mekanlarının ıssızlığı üzerine yorumlarını paylaşmış. 

Canlı bombaların şehir merkezlerinde kendilerini patlattığı, paramparça bedenlerin ortalığa saçıldığı, insanların AVM'lere gitmeyi bırak, önlerinden geçerken bile tedirgin olduğu bir ortamda Cengiz Semercioğlu'nun yorumu: "Çok güzel renkleri olan Akdeniz ülkesiyiz. Magazini canlı tutarak bunu korumalıyız".

İyi de biz zaten magazini canlı tutuyoruz. 

Cengiz Semercioğlu'nun bu "parlak" önerisi mevcut durumun fotoğrafı aslında.

Tüm bu terör eylemleri olurken, başkentte can pazarı yaşanırken en çok izlenen programımız Survivor değil miydi?

Teröre karşı toplum sağlığı için magazini canlı tutmak çözümse, işin o kısmında sıkıntı yok.

Millet gayet magazininde. 

Asıl sorulması gerekenler,;

"Terör arttıkça bu magazin artsın" isteğinin aslı astırı nedir?

Vatandaş yaşanan bu terör saldırılarına karşı neden böylesine bir yabancılaşma içinde?

Ve gerçekten korkudan, öfkeden, sıkıntıdan kaçışın tek çözüm yolu magazin mi?

YAYIN YASAĞI GELMEDEN...

Ankara ve İstanbul'da yaşanan patlamaların ardından yayın yasakları çok tartışıldı. Her patlamanın ardından yayın yasağının gelmesi biraz daha hızlanıyor. 

Taksim'de yaşanan son terör saldırısının ardından gelen yayın yasağı galiba en hızlı gelen yayın yasağı oldu. 

Patlama ile ilgili "şok edici" görüntülerin, cansız bedenlerin, parçalanmış cesetlerin medyada yer almasına yönelik yayın yasaklarını sonuna kadar destekliyorum. 

Fakat bu meselenin asli olarak bir kültür meselesi olduğunu unutmamamız gerekiyor. Devletin uyguladığı yayın yasağından ziyade toplumsal bir otokontrol mekanizmasına ihtiyacımız var. 

Bu aynı zamanda gazetecisinden, sokaktaki vatandaşına kadar teröre karşı nasıl bir duruş sergilediğimizle de ilgili.

Taksim'deki patlamının ardından, patlamada hayatını kaybedenler ve yaralananların görüntüleri sosyal medyaya anında düştü. O korkunç görüntüler, terörle mücadele eden bir toplumda korkuyu ve paniği artırmaktan başka ne işe yaradı?

Tam da teröristin istediği şeyi kendi ellerimizle yaymış olmadık mı?

"Neden Charlie Hebdo oldular da Ankara olmadılar?" diye soruyoruz. Fransa'daki saldırının ardından, toplumun nasıl kenetlendiği ve saldırıya yönelik bu tür görüntülere karşı nasıl hassasiyet gösterdiklerini gördük. 

Aradaki farkı sadece Google'a "Ankara patlama" ve "Charlie Hebdo patlama" yazıp görselleri aratarak bile görmeniz mümkün. 

Bizde bu tür görüntüleri yaymanın neye hizmet ettiğini düşünmeyi bırak, Taksim saldırısında insanlar sokaktan Periscope yayını yaptılar. 

Ne zamanki devletin yayın yasağı getirmesini falan beklemeden, bu kültür ve bilinç bizde yerleşir, bir otokontrole dönüşür ancak o zaman terörle mücadele tam anlamıyla gerçekleşir. 

Dolayısıyla, "teröre karşı neden tek ses olamıyoruz?" sorusunun cevabı biraz da burada galiba.