Hükümet – Cemaat kavgasında gelinen son nokta...
Fukaralar, devletin ve zenginlerin (zekât) bağışlarıyla pekâlâ karınlarını doyurabilirlerdi...
ADNAN BERK OKAN
Günümüzde “Adalet”, hak arayanlar arasında doğru yargıya varmaktır…
Tamamen dünyevi ve ekonomiktir aslına bakarsanız...
Ben bugüne kadar “kocam beni az seviyor; çok sevsin” diye başvuran bir mağdur(!) aşığa rastlamadım…
Ama…
“Kocam beni dövüyor” diyenden, “malımı, paramı çaldı” ve benzeri şikâyetler milyonlarca…
Ve en önemlisi…
Adalet dağıtıcılar (Savcı ve yargıçlar) intikam duygusu gütmez...
Sosyal ve ekonomik sınıfı ne olursa olsun; herkese karşı eşit davranır (En azından öyle olması gerektir)…
Ama…
Eğer insan ilişkilerinde araya “din” girerse, inanan birinin mahalle imamına (Veya kilisede papaza, rahibe, havrada hahama) koşup; “kocam (Karım) beni sevmiyor lütfen bir çare bulunuz” deyip efsun yoluyla (Dua ederek) yardım istemesi çok olağandır…
Buna rağmen bugüne kadar maddi zarar gördüğü birini din adamına şikâyet edip, “şunun cezasını verin” diyen olduğunu sanmıyorum.
Tabii ki kimi beddua ustaları hariç…
Şöyle bir şey de söyleyebilirim:
Günümüz hukuk devletinde eşitlik, sosyal adalet veya adil gelir dağılımı hedefi; dinlerin ilk ortaya çıktığı dönemlerden de çok daha ileridedir…
Ama…
Çağdaş demokrasiyi özümsemiş gerçek hukuk devletlerinde…
Amman haaa!...
Sakın ola “Kutsal Kitaplar; eşitlik ve sosyal adalet ilkesine değer vermezlerdi” dediğimi zannetmeyin…
Aksine…
Bilhassa Kuran’ı Kerim; “anlayış” ve “önerme” olarak günümüz çağdaş hukuk devletinden çok daha fazlasını öneriyor/du…
Ama sadece öneriyor/du…
Dinlerin ilk ortaya çıktığı dönemlerde (İslâmiyet dâhil) hukukun üstünlüğü ilkesi diye bir şey yoktu zira “Hukuk” yoktu…
O dönemlerde “Adalet” denilen şey “Haklı olmak”tı…
Ama…
Haklı olanlar genelde güçlülerdi aynı zamanda da…
Ki…
Kutsal kitaplar aslında en çok da haklı olan zayıfın, haksız olan güçlüye karşı korunmasını emrediyorlardı.
Adalet de haliyle “İnanç hukuku” temelliydi…
Ancak…
O günlerin toplumu “eğitimsiz, cahil, töreleri din zanneden” bir insan malzemesinden oluşuyordu…
Günümüzde de geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsinde (Türkiye dâhil) “hukukun üstünlüğü ilkesi, üstünlerin hukuku acımasızlığına” dönüşmüyor mu?..
Hatırlayacaksınız…
Fransız ihtilâli yapıldığında da “kardeşlik, eşitlik, özgürlük” talebinin baskın geldiği ileri sürülüyordu...
Oysa o dönemdeki “Eşitlik” anlayışı asla ekonomik eşitlik değildi...
Hukuk karşısındaki eşitlikti söz konusu olan...
Keza Adam Smith de “Ulusların Zenginliği” isimli eserinde ekonomik veya bir başka deyişle “servette, gelir dağılımında eşitlik” gibi kavramların üzerinde hiç durmamıştı.
Çünkü o dönemde fukaralık da zenginlik de “Allah'ın Takdiri” diye tanımlanıyordu...
Zengini kıskanmak, fukaraya acımak Tanrı'nın adaletine karşı gelmek demekti...
İnsanoğlu Tanrı'dan daha mı iyi bilecekti?..
Madem Tanrı fukaralığı ve fukarayı yaratmıştı, diğerlerine düşen (elbette buna fukaralar da dâhil) bu durumu kabullenmek, rızkına razı olmaktı...
Fukaralar, devletin ve zenginlerin (zekât) bağışlarıyla pekâlâ karınlarını doyurabilirlerdi...
Karnı doyan insan neden suç işleyecekti ki?..
Burada ortaya iki durum çıkıyordu...
Birincisi, fukara insan kaderine razı olmalıydı...
İkincisi, fukaralık suçu teşvik ederdi ve o halde fukaralar devletin düşkün evlerinde veya zenginlerin sadakalarıyla karınları doyurularak suç işlemekten men edilmeliydi...
Oysa kutsal kitaplı dinler, suçluların ahlâken çökmüş insanlar arasından çıkmış olduklarını savunuyordu...
Nedense bu çelişki halen çözülebilmiş değil...
Suçu doğuran temel etken fukaralık mıdır?..
Cahillik midir?..
Yoksa ahlâksızlık mıdır?..
Veya fukara insan aynı zamanda ahlâksız mıdır?..
Peki ahlâk nedir?..
Varlıklı birine göre ahlâk, bir insanın malına, canına ve namusuna göz koymamaktır…
Yoksula göre ahlâk, biri yer biri bakarken kıyametin kopacağına inanmamaktır...
Görüyor musunuz?..
“Adalet”le başladım…
Hukuk’a, eşitliğe değindim…
“Ahlâk” ile kapatıyorum…
Nereden mi
çıktı?..
Aylardır süren Hükümet – Cemaat kavgasında gelinen son noktanın ülkeyi ve halkı nasıl berbat bir bilinmeyene götürdüğünü daha net görmeye başladım da ondan…
Bir taraf sözüm ona parlamentoyu / seçilmişleri koruyor…
Diğer taraf ise sözüm ona Hukuku / Yargıyı…
Birinci taraf parlamentonun ve seçilmişlerin saygınlığını sıfırlarken…
İkinciler ise hukuk devletini ve yargının tarafsızlığı ilkesini ayakları altına almış çiğniyorlar…
Üçüncü taraf mı?..
Babaları kavga eden çocuklar gibi kenarda durmuşlar ağlıyorlar…
Çünkü…
Müdahale edecek güçleri yok…
adnanberkokan@gmail.com