Hıncal Usta!.. Biraz da bunu yaz!..
Haftada en az beş kez seks yapmalıymışız… Kim söylüyor bunu?..
Türkiye yaz tatilinin başlamasıyla
birlikte Prof. Dr. Mehmet Öz etkisine girdi…
Hani var ya, “Sağlıklı yaşamak
için haftada beş (5) kez seks yapın” diyen bir
arkadaş…
İşte O’ndan söz
ediyorum…
“Özel Hayat”a girdiği için kendisine “Siz sayın hocam!.. Zatı şahaneleri
haftanın beş günü seks yapabiliyor musunuz?.. Yapıyorsanız kiminle
veya kimlerle?..” diye soramıyorum…
Ancak…
Şunu da iyi biliyorum ki biz
Türkler sağlıklı yaşamın ne demek olduğunu
bilmiyoruz...
Ben demiyorum bunu... Sağlık
kurumları söylüyor…
Yine Sağlık kurumlarının
tespitlerine göre biz Türkler, yılda yaklaşık 372 bin vatandaşımızı
pisipisine… hiç yok yere… ihmal yüzünden kaybediyoruz…
İhmal ne mi?...
Kalp krizleri…
Yüksek tansiyon…
Daha doğrusu “Kalbimiz,
damarlarımız”…
Meselâ Hıncal Uluç usta, yılda 10
bin yurttaşımızı öldüren “Trafik canavarı” için haftada en az bir
yazı (Ayşeler için ise daha çok) yazıyor ama…
Yılda 372 bin yurttaşımızı
Azrail’e teslim ederek “bunlar da benim sana hediyem” diyen
“kalp krizi” vakalarına
tek satır bile yer ayırmıyor...
Oysa araştırmalar, Türk insanının
sağlığına dikkat etmesi durumunda, toplam ölümlerin % 86 sının
önlenebilir olduğunu gösteriyor…
İnsanlarımız sağlıklarına dikkat
etseler:
Bir yılda 109 bin kişi, yüksek
tansiyondan,
112 bin kişi ise obezlikten
kurtularak hayatta kalabilecek…
Türkiye’deki ölümlerin % 21.7 si
kalpten, % 15 i de beyinden.
Bir başka deyişle; hayatını
yitiren vatandaşlarımızın % 36.7 si hiç yüzünden
ölüyor..
“Ne şehittir ne gazi, bok yoluna
gitti Niyazi “ misali..
Peki neden böyle
oluyor?..
Çünkü genelimiz
“KALP” isimli mucize
makineyi hiç ciddiye almıyoruz...
Değerini bilmiyoruz…
Bizim için ne anlam ifade ettiğini
anlamıyoruz...
Öfkeleniyoruz; yükünü o çekiyor…
Seviniyoruz; yükünü yine o çekiyor...
Nefret ediyoruz; hiç sesini çıkarmadan bir saat intizamında çalışmasını
sürdürüyor…
Seviyoruz, yük yine onun omuzlarında…
Mutluluktan uçtuğumuzda
kuş gibi çırpınıyor ama biz neler çektiğinin hiç
farkında olmuyoruz…
Üzüntüden kahroluyoruz,
o yine bize hissettirmeden ama acı çekerek
görevini yerine getirmeye çalışıyor…
Aç ayı gibi aşırı yedikten sonra
canımız seks istiyor…
Ve…
O anda zavallı kalbimizin ne
acılar çekeceğini hiç düşünmeden seks yapıyoruz…
Bedenimizin bazı bölümleri zevkten
zirve yaparken o zavallı minik kahraman, durmamak için çırpınıyor
göğüs kafesimizin içinde…
Neymiş efendim?..
Haftada en az beş kez seks
yapmalıymışız…
Kim söylüyor bunu?..
Ünlü cerrah Mehmet Öz,
söylüyor…
Dikkat!...
Kardiyolog değil…
Cerrah!..
Tövbe, tövbe…
Her şeyin bir zamanı ve ölçüsü var
ama biz Türkler öyle ölçüsüzüz ki...
Ve de yumurta kapıya gelmeden
tedbir almayı hiç bilmeyiz..
Neyse...
Ben yine asıl konuma
döneyim..
Sadece yumruğumuz kadar
büyüklükteki bu mucize organ “KALP”,100 bin
kilometre (yüz milyon metre) uzunluğunda
bir damar sistemine günde, bir tanker kan
pompalıyor...
Yaklaşık 17 ton
kadar…
Bir gün bile “yoruldum” deyip de
şikâyet etmiyor...
Ne zamana kadar?..
Artık takati kalmayıncaya
kadar...
Onlarca kere uyardıktan
sonra:
“Bu kadar da olmaz ama”
demesi gerekinceye kadar...
Bütün yaşam yükümüzü o çekiyor ama
biz, midemize verdiğimiz değerin onda birini bile ona
vermiyoruz...
Bir başka deyişle midelerimiz
metreslere veya ikinci karılara benziyor...
Birinci karılar erkeğin en zor
günlerinde yanındadır...
En fukaralık günler birinci
karılar ile geçirilir...
Sonra biraz bitler kanlandı,
cepler para gördü mü ya metres tutulur ya ikinci karı
alınır…
Rahmeti bol olsun babaanneciğim
şöyle derdi:
“Erkek milleti eline cebine attı
mı şeyini tutmalı... Eğer elini cebine atınca para tutarsa karısı
da hapı yutar”..
Dedeciğimin eli hiç cebinden
çıkmazdı ama benim kendisini tanıdığımda tutacak bir şeyinin de
olduğunu hiç zannetmiyorum…
Sözüm elbette
erkeklere…
Çünkü erkeklerin, kadınlardan daha
çok tavsiyeye ihtiyacı var…
Geleyim teşbihime…
“Mideler metres, kalp evdeki
avrat” diyorum ya…
Açayım…
Adamın midesi içki ister “buyur
al” deyip çeker kafayı…
Tıpkı metresi kuyumcuya gitmek
istediğinde açık çekle göndermesi gibi…
Adamın kalbi, zevk u safa
süren midenin yükünü çeker bu kez de...
Tıpkı, metrese harcanan paralar
yüzünden bir çift naylon çorabı zar zor alan evin hanımının çektiği
yokluk acısı gibi…
Adamın midesi kebap ister, börek
ister, tatlı ister:
“Buyur ye” der ve tıka basa doldurur midesini…
Hiç kıramaz, hiç geri çeviremez
taleplerini…
Ve zavallı kalbi; şişmiş midenin
ittiği diyaframın sıkıştırmasına rağmen yine de vazifesini
aksatmadan yerine getirir…
Bazen tekleyip:
“Lütfen bana iyi bakın sevgili
sahibim... Ben size midenizden daha çok yararlıyım... Beni lütfen
bu kadar yormayın... Lütfen, midenize gösterdiğiniz hassasiyetin
onda birini de bana gösterin sizi 130 yıl yaşatayım”
der ama dinleyen kim?..
Yetmez bu
çektirdikleri...
Çoğu zaman da sigara içerek, onun
pompaladığı kanı oksijenle temizleyen ciğerlerini perişan
eder…
Kirli kanı, temiz kanı pompaladığı
kadar rahat pompalayamaz haliyle…
Buna rağmen çılgınlık yapmadan,
sahibini üzmeden görevini yerine getirmeye çabalar…
Eve kapatılmış ve hayatı yemek
yapmak, bulaşık ve çamaşır yıkamak, çocuk doğurmak ve bir de
çocuklara bakmak olan evin kadını gibi...
Evin hanımı çeker cefayı, Metres
sürer sefayı..
Bir yanda öfke…
Bir yanda dengesiz ve sağlıksız
beslenme…
Bir yanda sigara...
Bir yanda aşırı yorgunluk, hırs,
ihtiras ve STRES…
Buna rağmen:
“Eeee ama çok oldun artık.
Çalışmıyorum” deyip de istop
etmez…
Uyarır...
Mesaj çeker...
Defalarca “Lütfen” diye adeta
yalvarır…
Ne yazık ki sahibi, aptal
midesinin her emrini yerine getirir de; akıllı, cefakâr, vefakâr,
sadık kalbinin en küçük bir talebini bile yerine
getirmez...
Oysa ona canı gibi bakmalı çünkü o
sahibinin gerçek canıdır...
Hem de öyle ki, artık dayanacak
gücü kalmadığına yakın sahibini uyaran can…
“Benden bu kadar... Daha fazla
dayanamayacağım… Beni ya dinlendir... Ya da seni yarı yolda
bırakacağım için beni affet” diye yalvaran
can...
Nasıl mı uyarır?..
Çok uzadı…
İzninizle onu da pazartesi günü
anlatayım…
Adnan Berk Okan
04.07.2009