Hıncal Uluç'tan Özay Şendir'e "Kavala" ayarı
Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç, Milliyet yazarı Özay Şendir'in Kavala ile ilgili yazdıklarına itiraz etti. Uluç, Şendir'e Kavala'yı anlata anlata bitiremedi.
Milliyet yazarı Özay Şendir'in Yunanistan Kavala'da gördükleri canını sıkmış ve bunu da okurlarıyla paylaşmıştı.
Şendir yazısında "Türk turistlere önerim bundan böyle
Kavala'ya bağlı turistlik yerlerde konaklamamaları, Kavala
kurabiyesi almak için kuyruk oluşturmaktan vazgeçmeleri. Beni
katil olarak gören şehre ne vergi öderim, ne de ekonomisine katkı
sağlarım" demişti.
İşte bu sözler Hıncal Uluç'a çok dokunmuş. Bugün Uluç,
"Özay kardeşim" diyerek Kavala'yı uzun uzun
anlattı Milliyet yazarına.
İŞTE HINCAL ULUÇ'UN O
YAZISI
"Yunanistan'a kara yoluyla 30 yıl önce giden biri olarak
Türklere bakış açısının tamamen değiştiğini rahatlıkla
söyleyebilirim. Tarihteki düşmanlıkları hatırlatan tek simgeyi
Kavala'nın giriş ve çıkışında, iki ayrı yerde gördüm.
Rumca ve İngilizce "Kıbrıs'ı Hatırla" yazan ve KKTC sınırlarını kan
renginde gösteren tabelaları görünce insanın canı sıkılıyor.
Aşırı sağ Altın Şafak Partisi üyelerinin geçmişte Türkiye
konsolosunun aracına saldırdıkları şehir de yine Kavala
olmuştu.
Selanik Belediye Başkanı, Türklere vize kalksın diye Atina'da lobi
yaparken Türkiye'ye 160 km daha yakın Kavala'da olan bu. Diplomasi
ve siyasetin yapabileceği fazla bir şey yok ama Türk turistlere
önerim bundan böyle Kavala'ya bağlı turistlik yerlerde
konaklamamaları, Kavala kurabiyesi almak için kuyruk oluşturmaktan
vazgeçmeleri. Beni katil olarak gören şehre ne vergi öderim,
ne de ekonomisine katkı sağlarım"
Bu satırlar, Milliyet Yazarı kardeşim ve sevgili dostum Özay
Şendir'e ait..
Anlattıkları ne kadar doğruysa, sonunda yaptığı tavsiye o kadar
yanlış ve ona o kadar yakışmıyor.
Hem "Türklere bakış açısı tamamen değişti" diyeceksin, hem de aşırı
sağcı bir partinin astığı bir seçim tabelasına kızıp, Türk
Turistlere "Kavala'ya gitmeyin.
Kavala Kurabiyesi almayın" diyeceksin.
Birincisi Özay!..
O tabela orda ne zamandır duruyor.. 2006 haziranında Yaşamdan
Dakikalar ekibi ve sevgili Perihan Yücel'le yaptığımız o unutulmaz
Batı Trakya gezisinde "Kavalalı Mehmet Ali Paşa"nın kentine gitmez,
onun evini, heykelini gitmez olur muyuz hiç.. Biz geçerken de o
tabela orda duruyordu.
Durur. Aşırı partiler bizde yok mu?. Fikir özgürlüğü olduğu sürece
de ülkede kimse dokunmaz. Dokunamaz..
O levhaya aldırsak, Kavala'ya gitmez, Makis Yusufidis'le
tanışamazdık.
Oto yoldan Kavala çıkışına yaklaşırken bir benzincide durdu Ercan..
O depoyu fullerken biz de dışarı çıktık.. Ben Yunan alfabesini gide
gele söktüm. Baktım benzincinin bir köşesinde önünde masalar bir
dükkan var. Koca tabelasını okudum.
"Kurabiyedes!." "Yahu burdan bizim Kurabiye yazıyor, hadi gidip
bakalım" dedim.. Gittik ve dünyaca ünlü Kavala Kurabiyesi ile orada
tanıştık.
Kavala dünyanın koyduğu isim.
Meğer aslı bizim Konya imiş.. Patron, önce kendini tanıttı "Makis
Yusufidis" diye..
Sonra anlattı..
Konya kökenli bir Rummuş. Yaptığı da, annesinden öğrendiği Konya
Kurabiyesi..
Kavala'da efsane olmuş önce.. Sonra Yunanistan'da.. O zaman
fabrikayı kurmuş.
Şimdi her gün Atina'ya kamyonla kurabiye yolluyormuş.
Buz gibi bizim "Ev" limonatası ile kurabiyeleri koydu önümüze..
Nasıl bir lezzet..
"Birer daha" dedim. Kimse itiraz etmedi..
Bitirdik. Kalkıyoruz..
"Hesap" dedim.. "Ne hesabı" dedi, Makis.. "Size hesap olur mu?." O
günü ve geceyi Kavala'da geçirdik..
Ertesi sabah kahvaltı yapıp dönüş yoluna çıktık.. "Yolda Makis'e
uğrayıp kurabiye alalım, memlekete.." diye konuşuyoruz.
Oto bana 100 metre falan kala, yolun kenarında bekleyen Makis'i
gördük..
Arkasında de luxe bir mersedes park etmiş.
Elinde 6 koca poşetle duruyor.. Bizim minibüsü gördü, elini
salladı. Sallamasa duracağız zaten..
İndik.. "Ben ne geri zekalıyım" dedi Makis.. "Bugün Kavala'dan
ayrılacağınızıkonuşmalarınızdan öğrendim.
Ama ne tarafa gideceksiniz sormadım.
Atina'ya mı, Türkiye'ye mi?.
Oysa dün siz gittiniz kafama dank etti.. Sizin ve dostlarınız için
nasıl kutular koymadım arabanıza ben.. Kendimi affetmemin tek yolu,
bu Kavala çıkışında beklemek. Ne zaman gelirseniz gelin, nereye
giderseniz gidin, buradan geçeceksiniz..
Hazırladım poşetleri, dikildim buraya.." İki saat olmuş
geleli..
"Kaçırırım korkusu" ile, erkenden gelmiş meğer..
İşte o Makis'e "Uğramayın" diyorsun Özay.. İşte o kurabiyeyi
"Almayın" diyorsun..
Olur mu?.
O Makis'i, o kurabiyeyi Haşo da yazmıştı o zaman,
Özay!.
"Artık saçını sakalını ağartmış bana gelince...
Kurabiye, sevdiğim yerlerin tadını ve kokusunu taşıyan bir
tılsım sanki...
Ayvalık Güler Pastanesi nin sakızlı kurabiyesi
mesela...
Ya da Alaçatı Köşe Kahve'nin sakızlı un
kurabiyesi...
Şimdi bu listeye Makis'in bademli kurabiyesi katıldı." diye
yazmış, sonra anlatmıştı..
"Yol üzerindeki bir dinlenme tesisinde durup arabalarımızı
park ettik.
Hava çok sıcaktı ama 500 metre kadar aşağıda uzanan Ege'den
içerilere doğru tatlı bir rüzgâr esiyordu.
Tesisin içi kahve, dışı beyaz manolya kokuyordu.
Kasanın arkasındaki kapıdan çıkagelen Makis'le tanıştık. Orta
yaşlı, ince bıyıklı, hafif kırmızı yanaklı, gözleri inceden
çapkınca bakan tipik bir Orta Anadolu erkeği gibiydi.
Gerçekten de öyleymiş, Konyalı bir Rum'muş.
Türkçe anlattı Makis: 20 yıl kadar önce dededen yadigâr
mesleğini iyice geliştirmeye, özellikle de bademli kurabiyede
herkese parmak ısırttırmaya karar vermiş. Çok çalışmış, inat etmiş.
Şimdi büyük bir atölyesi var, yakında büyük bir kurabiye fabrikası
açacak. Sadece Atina'ya yılda 50 tona yakın bademli kurabiye
gönderiyormuş; hele Paskalya zamanı tüketim müthiş
artıyormuş.
Tadınca anladık ki, bu kurabiye tadından yenmiyor!
Artık kurabiye denince hem o sevimli liman şehri Kavala'yı
hem de Makis'in alabildiğine özenli ve içten konukseverliğini de
hatırlayacağım.
Sunay da anlattı yazısında o geziyi Özay.. Girişini
nakledeyim sadece.
"Ve ben, 30 yıl sonra, o arkadaşlarımın yolundan gidiyordum.
Hıncal Uluç ustanın içinde kuş sütü eksik olan arabası, Yunanistan
ile sınırı oluşturan Meriç üstündeki köprüyü geçerken el salladım
bizim askerlere... Yunan askerleri tıpkı bizimkiler gibi sıcaktan
perişan olmuş bir haldeydi.
Onlara da el salladım... Geride bıraktığım askerler gibi,
onlar da aynı sevgiyle karşılık verdi!...
"Hocam, Yunan askerleri de el salladı," deyince, Hıncal Uluç,
kahkahası kadar unutulmayacak olan şu güzel sözü
patlattı:
"Sallarlar tabii, aynı köprünün askerleri
bunlar!.."