Hıncal Uluç niçin 'Yalan' söylüyor?
“Hıncal Bey o kişinin adını anmak bile istemiyor. Başka bir konuda görüşecekseniz ben size döneyim”…
ADNAN BERK OKAN
Bir insan neden “yalan” söyler?..
- “Yalan” söylemek hastalığına yakalanmıştır, her söylediği yalan daha sonra söyleyeceği yalanları mayalamaktadır.
- Söyleyeceği “yalan” ona maddi veya manevi bir takım kazançlar getirecektir.
- İnsanları güldürebilmek için olmamış şeyleri olmuş gibi anlatır…
Peki…
Hıncal Uluç bu 3 yalan türünden hangisini söylemektedir…
İkinci türü…
- Söyleyeceği “yalan” ona maddi veya manevi bir takım kazançlar getirecektir.
Nereden mi çıktı?..
Dünkü yazısından…
Bir yerinde şöyle diyor:
Geçmişte yapılanları, hâlâ da olanları unutmazsak, Türkiye kalır mı?. Kalsa bile insanları mutlu olur mu?. Benim beynim Kin Makinesi değil, Haşo.. Benim bilgisayarım özel programlanmıştır.. Güzellikleri kaydeder, saklar ve hep hatırlatır. Beni delirten, öfkeden kudurtan çirkinlikleri ise, anında "Delate" eder.. Otomatik siler.. Unutur..
Ben insanların kötülüklerini değil, güzelliklerini bilir, ilişkilerimi onlar üzerine kurarım bir..
İnsanları hele fikirlerinden dolayı asla kendimden uzaklaştırmam, bu iki..
Ve de üçüncüyü hiç unutma, Haşo.. O da bir güzel deyiş, Schiller'den.. Hani 9. Senfoninin sonundaki o dünya durdukça duracak "Neşeye Çağrı" şiirinin yazarı..
"Bağışlamak ve unutmak iyi insanların intikamıdır."
Neşeye koş, benim en can dostum.. Öfkeye değil!..
Bu yazdıklarının “külliyen” yalan olduğuna bizzat tanık olduğum için...
Tanığım da dürüst – doğrucu ve Hıncal Uluç’u “bir baba gibi” seven asistanı Yasemin…
Şimdi bazı şeyleri anlatabilirim…
***
Çok yakından tanıdığım bir yazarın halkla ilişkilerini yapan şirket temsilcisi, Yasemin’i arayarak Hıncal Uluç’la görüşmek istediğini, kendisine o yazarın kitaplarından getireceğini söylüyor…
Yasemin’in cevabı kısa ve net:
“Hıncal Bey o kişinin adını anmak bile istemiyor. Başka bir konuda görüşecekseniz ben size döneyim”…
Peki bunu bana anlatan hanımefendi “yalan” söylemiş olamaz mı?..
Olamaz çünkü Yasemin de böyle söylediğini kabul etti…
Peki neden?..
“Benim beynim Kin Makinesi değil, Haşo..” diyen Hıncal Uluç, o yazardan niçin bu kadar nefret ediyor?..
Söyleyeyim:
O yazarın; medya tarihinin en karanlık, en kirli döneminde (bugün, o 1997 – 1998 medya savaşı günlerinin yanında zemzem suyu kadar temiz kalır) Hıncal Usta’ya yönelik eleştirilerinden…
Hele biri var ki; onu hiç unutamıyor(muş) Hıncal Usta…
Neyi mi?..
Onu da anlatayım:
Yazar, çalıştığı gazetede Hıncal Uluç’un Beşiktaş forması ile çektirdiği fotoğraflarını yayınlayıp yanına da: “Bir erkeğin karısını değiştirmesi onun kişiliğinin zayıf olduğunu göstermez ama bir erkeğin, tuttuğu takımın forması dışında bir forma ile fotoğraf çektirmesi, kişilik zaafı olduğunun kanıtıdır” yazıyor…
Kin tutmayan(!) Hıncal Usta işte o cümleyi bir türlü affedememişti…
***
Hıncal Uluç kin tutmaz ama işi düştüğü, güçlü gazetelerde çalışan yazarlara kin tutmaz…
Meselâ…
Bir zamanlar kendisine en ağır hakaretleri yapan Oray Eğin ve Ahmet Hakan’la kurduğu dostluk (!), çalıştıkları gazetelerin gücünden kaynaklanmaktadır…
Bu gün adını anmak bile istemediği yazarla da bir zamanlar (yazarın çok güçlü olduğu dönemlerde) kanki idiler…
Sık sık sohbet ederler, karşılıklı olarak köşelerinde birbirlerine övgüler düzelerdi…
Ama ne zaman ki o yazar hiçbir yerde yazamaz, hiçbir televizyona çıkarılamaz oldu; Hıncal’ın yüreği de birden kinle doldu…
Buna rağmen Hıncal Uluç o yazarla yüz yüze geldiğinde “kinini” unutmakta, sevgi şovları sergilemektedir...
Nereden mi biliyorum?..
Bizzat tanık oldum da oradan biliyorum…
Anlatayım…
***
Yazarla, Hıncal Uluç bir gün (Yasemin’in, “adını duymak bile istemiyor” deyişinden birkaç ay sonra) Caddebostan Kültür Merkezi’nde karşılaştılar…
Tamamen tesadüftü çünkü yazar, CKM’nin hemen karşısında oturuyordu ve gününün neredeyse beşte biri orada geçiyordu…
Hıncal Uluç’un, “adını bile duymak istemiyorum” dediği yazara bir sarılışı vardı ki; çevredekiler bile Hıncal Uluç’un bu sevgi gösterisinden etkilendiler…
Hatta o kadar ki…
Yazar bile şaşırdı…
Her şeye rağmen biraz soğuk davrandı…
Ama Hıncal Uluç oralı bile değildi…
Yazarı elinden tuttu; kitaplarını imzalayacağı standa kadar birlikte yürüdüler…
Yazar oturmak istemedi…
O sırada Ömür Göksel geldi…
İkisinin de yakın dostuydu…
Yazar ayağa kalkıp, Ömür Göksel’e sevgi ile sarıldı…
“Hülya nasıl?” diye sordu…
Göksel de yazarın karısının adını söyleyerek nasıl olduğunu sordu…
Bu arada Hıncal Uluç ile de sarıldılar birbirlerine…
Kısa bir sohbetten sonra Ömür Göksel izin istedi…
Yazar da Uluç’a döndü “Ömür’le ben de gideyim sen okurlarınla baş başa kal dertleşirsin” diyerek izin istedi:
Hıncal Uluç bırakmadı…
“Siz her gün berabersiniz ama ben buraya bir daha ne zaman geleceğim?”
Az sonra yayınevinin, imzalayacağı kitaplarını göndermediği anlaşıldı…
Alfa Yayınevini aradı Uluç…
Bir daha kendilerine kitap bastırmayacağını söyledi…
Ve yanındaki yazara dönüp, yayınevi yönetimini şikâyet etti…
Okurları ile biraz sohbet ettikten sonra yazarla ikisi kalktılar…
O sırada bir hanımefendi, sarı – kırmızı çiçeklerden yapılmış bir demet verdi Hıncal Uluç’a…
Uluç demeti teşekkür ederek aldı…
Yazarın koluna girdiğinde çiçek demeti halen elindeydi…
Yürüyen merdivenlerden üst kata çıktılar…
Yazar izin isteyip elini uzattı: “Hıncal Abi ilgin için teşekkür ederim, görüşürüz”…
Hıncal Usta elindeki çiçek demetini uzattı:
“Bunu sevgili eşine benim adıma ver lütfen senin kahrını nasıl çektiğini merak ettiğimi söyle”…
***
O olaydan birkaç ay sonra yazar eşi ile Kalamış Marina’da yürüyordu…
Hıncal Uluç, Ertekin’in kafesi önünde arkadaşlarıyla sohbet ediyordu…
Yazarı görünce yine ayaklandı…
Yazara sarıldı… Eşinin elini öptü…
Yazar, eşine döndü:
“Sevgilim, hatırlayacaksın. Hıncal abi sana bir demet çiçek göndermiş ve bana nasıl katlandığını merak ettiğini söylemişti. Sahi, bana nasıl katlanıyorsun?"
Eşi gülümsedi:
“Dünyanın en iyi kocası ile evli olduğum için kendimi dünyanın en şanslı kadını olarak hissediyorum da ondan"...
Sonra ne mi oldu?..
Hıncal Uluç, yazarın gömleğine al attı: “Bu kadar güzel gömlekleri nereden buluyorsun?” diye sordu ve markasına bakıp “Ooooo” dedi…
Yazarın cevabı tek kelime idi: ”Çakma”…
***
Kin tutmayan…
Beyninin kin makinesi olmadığını söyleyen…
Ağzını her açışta “sevgiden” söz eden Hıncal Uluç işte bu…
Yani, her şeyi göstermelik…
Rahmetli Mahmut Baler (Bal Mahmut) şöyle derdi:
“Masadan kalkıp tuvalete gittiğinizde hemen arkanızdan konuşurlar”…
O sözü sanki Hıncal Uluç için söylemiştir Mahmut Amca…
Çocukluk yılları, yani fidanlık dönemi taşranın küçük kasabalarında geçen Hıncal Uluç o taşralılıktan halen kurtulamamıştır…
Yüzünüze karşı “sevgili”…
Arkanızdan “dedikoducu”…