Hıncal Uluç günün köşe yazarı

Hıncal Uluç, köşesindeki "Teşekkürler Yılmaz Erdoğan" başlıklı yazısı nedeniyle günün yazarı oldu...

Hıncal Uluç’un bugünkü Sabah’ta yayımlanan yazılarından biri, “teşekkürler Yılmaz Erdoğan” diyerek başlıyor…

Yani başlıkta daha teşekkür var Yılmaz Erdoğan’a…

Neden?..

Ekşi Elmalar”daki başarıları için…

Evet…

Başarı” değil, “başarıları”

Çünkü…

Erdoğan harika bir senaryo yazmış…

Yönetimi süper…

Oyunculuğu muhteşem…

Uzatmayalım…

Ve…

Sizi Hıncal Usta’nın “Ekşi Elmalar” için yazdıklarıyla baş başa bırakalım…

Bu arada da kendisini “Günün Köşe Yazarı” seçelim…

TEŞEKKÜRLER YILMAZ ERDOĞAN

Hıncal ULUÇ / SABAH / ÇARŞAMBA

Film bittiği anda içimden aynen böyle dedim işte..

"Teşekkürler Yılmaz Erdoğan!."

Türk sinemasına bu kadar güzel bir film armağan ettiği için.. Genel..

Bana bu kadar güzel, bu kadar keyifli, bu kadar duygu, sevgi ve gurur dolu bir film izlettiği için.. Özel!..

Ekşi Elmalar, Kelebeğin Rüyası'ndan sonra unutulmazlarım arasına girdi..

Film, 12 Eylül öncesi ve sonrası dönemde geçtiği için, politik durumlar, mesajlar bekleyenler olmuş.. Oysa Yılmaz politik bir film yapmamış.. 1920'de de geçebilirdi o hikaye.. Bugün de.. O günler de, bugün de, filmde gerektiği kadar yer alırdı. Hepsi o..

Çünkü Yılmaz, politika yapmıyor. Anlattığı insan.. Doğu insanı..

Kendisi de söylüyor zaten.. "Ben felsefe yapıyorum" diyor.. İlk felsefe dersini de "Efendim, 80 öncesinin devrimci hareketleri derinleşmemiş" diye filmi eleştirecek entellere, Reis'in (İki dönem Belediye Başkanlığı yaptığı için herkes Reis diyor) ağzından daha filmin başında veriyor.. Filozofça..

"Bizim millet 'Olmaz' demeyi sever. Olmadığı zaman da 'Ben dememiş miydim' diye övünür!."

Oysa hem de nasıl olmuş, Ekşi Elmalar.. Hem de nasıl olmuş!. Bir sahnede gülüyorsunuz.. Ama her gülüşünüzün içinde bir acılık da var. Yani, şaklabanlık, küfürle değil, düşündürerek güldürüyor Yılmaz.. Hemen ardındaki sahnede, müthiş bir duygusallık var.. Gözlerinizin yaşarmasına engel olamıyorsunuz..

Film başından sonuna bu git geller arasında.. Ve de ara ara, nasıl insanı haince vuran sahneler yapmış.. "Haince.." Çünkü canınıza okuyor o sahneler, tokat gibi gelerek..

Film hakkında o kadar çok şey yazıldı ki, fazlasına gerek yok.. Zaten anlamı da yok.. Bu film anlatılmaz, görülür çünkü.. Hem de en az iki defa görülür.. İlk defa, meraklı öyküye kapılıp giderken, bazı sahneleri, bazı lafları kaçırmanız mümkün.. İkinci de daha çok tadına varırsınız..

Benim altını çizeceğim bir şey var..

Herkes, en eleştirenler bile birleşti.. Oyunculuk olağanüstü..

Yılmaz Erdoğan gene harikalar yaratıyor.. Tamam.. İki büyük kız, Songül Öden ve Şükran Ovalı, anneleri Devrim Yakut, ilk defa izlediğim kızlara aşık delikanlılar Şükrü Özyıldız, Fatih Artman, kısa rolünde hem de nasıl çarpıcı bir tipleme yapan Cezmi Baskın, filmde görünen hemen herkes, çok çok iyiler.. Burada Yönetmen Erdoğan'ın oyuncu yönetimindeki başarısı da öne çıkıyor.

Ama bir Farah Zeynep Abdullah var ki, olmaz böyle şey.. Gene bir Yılmaz Erdoğan filmi Kelebeğin Rüyası'nda sezmiştik ondaki hazineyi, kısa rolüne rağmen.. Bu defa filmin baş oyuncusu ve anlatıcısı..

Bir daha yazayım.. Olmaz böyle şey!. Türk sinemasının gelmiş geçmiş en iyi kadın oyunculuklarından birini izledim.. Ben de tek filmle bu etkiyi, yıllar yıllar önce, Susuz Yaz'da Hülya Koçyiğit yapmıştı.

Yaylada kurulmuş bez çadırın dikiş arasından içeriye baktığı bir sahne var. Ekranda görünen sadece iki göz.. O iki göz yetiyor, Farah'ı anlatmaya..

Son söz diye bir neşeli not ekleyeyim..

Filmde, ağaçtan bir elma düşüyor yere.. Film öyle başlıyor ve o sahne, finale bağlanıyor. Gene Yılmaz Erdoğan'ın oynadığı Nuri Bilge Ceylan filminde de bir elma düşüyordu ağaçtan ve on dakika yuvarlanıyor, suya düşüyor, orada akıntıya kapılıp akıyor, akıyor, sonra bir taşa takılıp duruyordu.. Hiçbir şeye bağlanmadan..