Hıncal Uluç, Ayşe Arman, Deniz Seki; Hukuk ve Yargı…

Deniz Seki kusurlu (Taksirli) mudur?.. Kriminal (Kabahat işlemeyi alışkanlık haline getirmiş) bir suçlu mu?

ADNAN BERK OKAN

 

Ceza nedir?..

Söyleyeyim:

“Suç işleyen bir kimsenin yaşantısına, özgürlüğüne, mallarına, onuruna karşı devletin koyduğu sınırlama”.

Peki…

Devlet bu sınırı neden koyar?..

Resmi yargısı eliyle intikam almak için mi?..

Yoksa suçlunun ıslahı amacıyla mı?..

Evrensel manada bakarsanız asıl amaç, suçluyu ıslah etmektir…

Ve uzun bir süre yeni suçlar işleyebilme potansiyelinin önüne geçmek…

Yani…

Asla ve asla devletin amacı “İntikam almak” değildir, olmamalıdır…

Ama…

Mağdur açısından bakarsanız işin “ıslah” yanı hiç düşünülmez…

Mağdur, kendi alamadığı intikamın devlet eliyle alındığına inandırılır…

 

Peki…

Suç nedir?..

Taksir nedir?..

Önce suçun tanımına bakalım…

“Suç, yanlış ya da zararlı olduğu için yasaklanan ve bazı durumlarda cezalandırılan davranış. Hukuki anlamda suç, bir toplumdaki hukuki kurumlar tarafından ceza veya güvenlik tedbiri yaptırımına bağlanmış fiildir.”

Taksir’in tanımı ise şöyle:

Ceza hukuku anlamında “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir".

Kanunlarımızda buna “Taksirli suç” denir.

 

Sözü Deniz Seki’ye getireceğim.

Deniz’in mahkûm olmasına sebep olan fiilinin “Taksirli suç” tanımına girdiğine inanıyorum…

Hatta “kabahat” bile denilebilir…

“Gençlik veya mesleki heyecan” sonucu kalkışılabilecek bir eylem olabileceği gibi, bütün dünyada örnekleri görüldüğü gibi bazen ve yine bir kasıt değil de ruhsal durum gereği işlenebilen bir “kabahat” türü…

Neden “suç” değil?..

Çünkü ortada “mağdur” yok…

Neden “suç” değil?..

Çünkü verilen ceza ile intikam duygularını tatmin edecek kişiler yok ortada…

Ve…

 

En önemlisi…

Deniz kriminal bir tip değil…

Cezaevine konularak değil de kolunda bir elektronik kelepçe ile mahkum olduğu cezanın sebebi olan eylemi bir daha asla yapmayacağına sanırım milyonlarca kefil bulunabilir…

Kriminal tip olmak nasıl bir şeydir?..

Bir eylemini “kusur” olmaktan çıkarıp o kusurunu alışkanlık haline getirmesidir…

Zira artık o durumda “kusur” olmaktan çıkıp taammüde girmektedir…

Taammüt nedir?..

Planlayarak, tasarlayarak, belirli bir çıkar için suç işlemektir…

Peki…

Deniz Seki kusurlu (Taksirli) mudur?..

Kriminal (Kabahat işlemeyi alışkanlık haline getirmiş) bir suçlu mu?..

Bence kusurludur Deniz

Ama asla “suçlu” değildir…

Ona bakarsanız kleptomanlar Deniz’den çok daha fazla suçludurlar…

Ama ben bugüne kadar hapse giren kleptoman duymadım, görmedim…

 

Ve kaldı ki…

Deniz suçüstü yapılmış bir şüpheli değil…

Satıcı olmadığı konusunda yargıçlar da hemfikir…

Ama…

Yargıçlar bir başka konuda daha hemfikir: Dostlarına ikram ettiğinden…

Buna nasıl emin olabiliyorlar?..

“Suçüstü” mü var?..

Hayır, yok…

Yasal dinleme kayıtlarındaki diyaloglardan öyle olduğuna inanıyorlar…

Kaldı ki "ikram etiği" iddia olunan kişiler "mağdur" ya da "müşteki" değiller...

"Kamu suçu" deseniz o da yok...

Oysa ağır ceza mahkemelerinde yargıçların takdir yetkileri vardır…

Nitekim üç hâkimden bazen biri diğer ikisinden farklı düşünebilmektedir…

İki hâkim şüphelinin suçlu olduğu konusunda hemfikir iken üçüncüsü çekinceler koymakta veya hatta masum olduğunu bile düşünebilmektedir…

Neden?..

Delilleri yeterli, ikna edici bulamamaktan…

Veya şüphelinin hal ve tavırlarından onun masum olduğu kanaatine vardığından…

Ya da kusurlu olduğunu, kusurunun ise cezanın “intikam” aracı olarak değil de “ıslah” aracı olarak kullanılmasına olan inancından…

Deniz’i mahkûm eden hâkimler nedense “Hukukçu” gibi değil de “Kanun adamı” gibi davranmayı tercih etmişler…

İsteseydiler Deniz’i sadece “İçici” olarak kabul edip çok küçük ve ertelenmesi kabil bir ceza ile tecziye edebilirlerdi…

Ama yapmadılar…

Büyük ihtimalle sosyal görüşleri Deniz’in mesleğini çok da “mübarek” görmeyenlerdenmiş…

 

Şimdi geleyim bizimkilere…

Yani meslektaşlarıma…

Yani; Deniz’e kesilen ceza konusunda çok da derinlikli bakmayıp, “ah, vah, bizim kız” penceresinden bakan Hıncal Uluç ve Ayşe Arman’a…

Deniz Seki gibi ve hatta belki çok daha masum olup da halen cezaevinde yatan o kadar çok gerçekten “mağdur” yurttaş var ki…

Onları yazmak neden gelmez Hıncal Usta ve Ayşe’nin aklına?..

Söyleyeyim: Onlar isimsizdir…

Ünleri, tanınmışlıkları, ekonomik ve hayranlarından gelen güçleri yoktur…

Onları yazmak reyting getirmez…

Okur sayısını arttırmaz…

 

Amman ha!..

Bunları Usta’yı ve Ayşe’yi suçlamak için yazmıyorum…

Hayır…

Dünyanın her yerinde bu böyledir…

Aksi olsa sıradan bir kadın yurttaşın memelerinden biri azıcık göründüğünde de gazetelerin birinci sayfalarından manşet haber olur…

Oysa öyle birinin görüntüsü kimsenin umurunda bile olmaz…

Ama ünlü bir kadının (Sanatçı olması şart değil) benzer bir görüntüsü yakalansa tam da birinci sayfa manşet haberidir…

Haliyle bu tür “suçluluk” veya “mahkûmiyet” durumlarında da hükümlü ya da şüphelinin ünlü olması çok önemlidir…

Hatta…

Yargıçlar için de önemlidir…

Karar aşamasına gelindiğinde kanunlar, deliller ve kanaatlerin yanı sıra hâkimlerin sosyal, siyasal ve hatta dini statüleri bile etkendir…

Öyle yargıç vardır ki Deniz Seki tarzı kadın (Veya erkek) sanatçılara kişisel husumet duyarlar…

İstedikleri cezanın içinde “intikam” duygusu yatar…

Yani, “oh olsun bilmem neye…”

Deniz’in mahkûmiyet kararında yargıçlar sanki Seki’nin yaşam tarzından ve mesleğinden tiksiniyorlarmış gibi geldi bana…

İşlediği kusur (Ben “suç” olduğuna asla inanmıyorum) için verdikleri cezanın “ıslah amacı” sıfır…

Tamamen “intikam” almak amacıyla kesilmiş bir ceza…

Ne var ki Deniz Seki de hata üstüne hata yapıyor…

Hakkındaki mahkûmiyet kesinleştiği an avukatıyla gidip teslim olmalıydı…

Sonra sağlığını öne sürüp süre istemeliydi…

Gereken kefaleti verebileceğini ve elbette elektronik kelepçe takabileceğini, yurt dışına çıkış yasağının kaldırılması gibi taleplerinin olmadığını beyan etmeliydi…

Yapmadı…

Paniğe kapıldı…

Ya da birileri ona Aziz Yıldırım’ı “örnek” verdiler…

O birileri kimse; belli ki akıldan çok fazla yoksun kişiler…

Yurttaşı oldukları ülkeyi hiç tanımıyorlar…

Tanısaydılar Aziz Yıldırım’ı yargıçların değil seçim kazanmaktan başka hiçbir dertleri olmayan siyasetçilerin (iktidar ve muhalefet hepsinin) koruduklarını da bilirlerdi...

Deniz’in seçmen sayısı kaç ki?..

 

Yani ey güzel insanlar!..

Şu söz konusu kararı veren yargıçlarımız Paralel Yapı (halen böyle bir yapılanmaya inanamıyorum) üyesi olsa da olmasa da…

Yargımız (Ne yazık ki) hiç güven vermiyor…

Ne yazık ki binlerce dürüst, namuslu, haysiyetli, mesleğinin ve hukukun onurundan başka hiçbir şey düşünmeyen savcı ve yargıçlarımız da töhmet altında kalıyor…

Hem yurttaşlarımızın canı yanıyor, hem yargı isimli mübarek kurum giderek çürüyor…

adnanberkokan@gmail.com