Hilal Kaplan'dan Rober Koptaş'a yanıt var

Yeni Şafak yazarı "Koptaş, hiçbir soruya cevap verme gereği duymadan, bu kez adımı da vererek, gayet aşağılayıcı bir cevap yazmış. Aynı ucuz dile teslim olmadan cevap verelim." diyerek yanıt verdi.

Agos gazetesi yazarı Rober Koptaş ile Yeni Şafak gazetesi yazarı Hilal Kaplan'ın Hrant Dink davası yüzünden giriştikleri sert polemik devam ediyor.

Koptaş'ın dün, Hilal Kaplan'ın "Her hal ve şartta Tayyip Erdoğan iktidarını savunmayı amentü belleyen bir köşe sahibi" olduğunu söyleyen ve akıl ve ahlak sefaleti içinde olduğunu yazdığı yazısına Yeni Şafak yazarı, "Koptaş, hiçbir soruya cevap verme gereği duymadan, bu kez adımı da vererek, gayet aşağılayıcı bir cevap yazmış. Aynı ucuz dile teslim olmadan cevap verelim." diyerek yanıt verdi.


İşte Hilal Kaplan'ın yazısından çarpıcı bölümler:

EMRE USLU BİLE BU KADARINI BAŞARAMAMIŞTI

Davayla ilgili adı bir şekilde geçen herkesi aynı paragrafa doluşturmak, faili meçhulleştirmekten başka neye yarar? Mesela Celalettin Cerrah’ın ‘milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayet’ sözünden nefret etmek hakkımız ama bu Cerrah’ın, Dink’in öldürüleceğine dair 17 kez istihbarat gelmesine rağmen önlem almayan Akyürek’le eşit derecede sorumlu olduğu anlamına mı gelir? Ya da Genelkurmay Başkanlığı’nın ricasıyla (!) Dink’e had bildirmeye kalkan MİT’çilere hayır diyemeyen Güler ile Ali Fuat Yılmazer, eşit derecede mi suçludur ki aynı torbaya hepsi doluşturulmuştur? Üstelik Valilikteki ‘uyarı’ toplantısı 2004’te gerçekleşmesine rağmen, Koptaş Mayıs 2010’da MİT’in başına gelen Hakan Fidan’ı da yazının bir yerine iliştirmeyi becermiş. Emre Uslu bile bu kadarını başaramamıştı, tebrik ediyorum.

Davanın aydınlanmasını isteyen, sorumluluk noktasında ismi geçenleri tek tek ele alır. Aralarındaki farkları flulaştırıp yok ederek ‘esas faili’, yani tetiği çekenle teması olanları örtmeye çabalamaz. Samast çocuk mahkemesine gönderildiğinde “Sen git, abilerin gelsin” deme sebebimiz de buydu. Ancak söz konusu abiler badem bıyıklı çıkınca ve Gezi’de deviremediğiniz Erdoğan’a kelepçe takmaya yeltenince, Agos eskisi kadar yüksek sesle onları anmamaya başladı. Evet, Yılmazer ve Akyürek’e ilişkin iddialar daha önce Agos’ta yer aldı. Sorduğum, tam da bu isimlerin soruşturulduğu ve tutuklandığı bu bir yıl içinde, söz konusu sorgulamanın geri plana itilip, ‘paralel’e sığmaz’ söylemi hakim kılınarak âdeta bir koruma kalkanı çekilmesi zaten.

Abileri görmek için, filmi başa sarıp, Erhan Tuncel’in, sonradan bombayı temin eden kişi olduğu ortaya çıkmasına rağmen, McDonalds bombalamasından sadece bir ay sonra, o davada korunup, Ramazan Akyürek’in imzasıyla polis muhbiri yapılmasından başlamak gerekebilir.

(...)

Yazıda Cumhurbaşkanı Gül’ün talimatıyla hazırlatılan DDK raporundan bahsetmememin nedenini de anında çözmüş Koptaş: “Çünkü malum, bugünlerde Abdullah Gül’ün hazırlattığı bir rapordan bahsetmek, devletin bugünkü zirvesini kızdıracağından, pek de revaçta değil!” Oysa ki yazımda “Adalet Talebimiz Var” inisiyatifi çerçevesinde Sayın Gül’ü Cumhurbaşkanı’yken ziyaret eden heyette olduğumu zaten ifade etmişim. Demek ki anlık bir unutkanlığıma denk gelmiş, devletin zirvesinden bana yönelecek kızgınlık oklarını umursamamışım. Hrant’tan yadigâr gazeteyi böylesi ergen bir üslup sahibinin yönetmesi hakikaten üzücü.

Sabri Uzun’un, Hanefi Avcı’nın, ya da hiç değilse “Hrant için, Adalet için” diyerek hapse giren Nedim Şener’in kitaplarını okuyup hâlâ paralel yapı kavramını tırnak içinde kullanan bir yayın politikasının ve yürütücüsünün kusuru Koptaş’ın iddia ettiği gibi titizlenmek ve çok şüphe etmek değildir. Aksine yeterince şüphelenmemektir. Daha net ifadeyle, Tayyip’e düşmanlığını, Hrant’ın arkadaşlığının önüne geçirmektir.