Hikmet Çetinkaya arkadaşı Mumcu’yu anlattı
“Uğur silahlı eylemden korkuyordu, evini ona göre düzenlemişti. Perşembe, ayın 21’inde Arcayürek’le geldiler. Bir ara ‘İlhan Abi, senle beni öldürecekler.’ Bunu duydum. Sonra gittiler. Pazar günü Işık Kansu telefon etti, ‘Abi U
Gazeteci yazar Uğur Mumcu bundan 22 yıl önce, 24 Ocak 1993’te evinin önünde katledildi. Aradan geçen onca zamana rağmen cinayet aydınlatılamadı, sorumlular bulunmadı. Yakın çalışma arkadaşlarından Hikmet Çetinkaya’yı, Mumcu’yu ve Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırıları konuşmak için ziyaret eden BirGün gazetesinden Ömür Şahin Keyif dikkat çekecek bir röportaja imza attı. İşte o röportajdan çarpıcı bölümler:
Cumhuriyet pek çok kez saldırılarda yazarlarını kaybeden
bir gazete. Mumcu öldürüleli 22 yıl oldu. Bugün sizler de Charlie
Hebdo karikatürleriyle ilgili tehdit altında
çalışıyorsunuz…
Uğur Mumcu’dan önce Musa Anter, Mehmet Sincar öldürüldü. 1998’de
Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. Öncesinde Bahriye Üçoklar, Muammer
Aksoylar Çetin Emeçler var… Çocuklarımız var güneydoğuda.
Siyasetçilerimiz var Vedat Aydın gibi. Hrant Dinkimiz var,
Hablemitoğlumuz var. Bunlar farklı ideolojilerden gelen insanlardı.
Geride çocuklarını, eşlerini bıraktılar. Terör devletten de bir
örgütten de gelebilir, bireysel de olabilir; dili, dini, ırkı,
rengi yoktur. Bunu yıllardır söylüyorum, terör nereden gelirse
gelsin bir insanlık suçudur.
Bu cinayetlerin soruşturmalarının vardığı noktayı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
‘Yüce’ devletimiz olayın faillerini buldu her zamanki gibi,
tetikçiler. Sorarım, büyük patron kimdi? Rahip Santoro’yu 14
yaşındaki bir çocuk vurdu. İsrail yapımı binlerce lira değerindeki
silahı alıyor, kapıyı çalıyor Rahip, kapıyı açıyor… Bunlar insana
inandırıcı gelmez. Çocuk yakalanıyor. Başka tutuklu var mı? Peki
Hrant Dink cinayeti? Otobüse biniyor cinayeti işledikten sonra,
bileti Trabzon’a. Samsun garajı jandarmaya bağlı, orada durdurup
alıyorlar. İki sivil polis var otobüste, takip ediyorlar
zaten. Trabzon’a kadar gitse, istihbarat çalışsa, kimlerle
ilişki kurduğunu görüp olayı tümüyle aydınlatamaz mı? Yok, öyle
olmuyor, Samsun’da alıp bir kahraman gibi fotoğraf çektiriyorlar.
Adına derin devlet mi kontrgerilla mı NATO gladyosu mu; ne derseniz
deyin, Türkiye’de o hâlâ var. O nedenle Uğur Mumcu cinayeti de
aydınlanmamıştır. Ne Muammer Aksoy ne Bahriye Üçok… Necip
Hablemitoğlu cinayetinin tetikçileri bile yakalanmadı. AKP
döneminin faili meçhulüydü. Aydınlanan 70 öncesi cinayetler de
fludur. Abdi İpekçi cinayetinde yıllarca Turgut Kazan uğraştı, ne
çıktı? Bir kişilik cinayet farklı, örgüt cinayeti farklıdır. Buna
benzer 50 örnek veririm. Uğur Mumcu da bunlardan biridir. ‘Umut’
adlı bir operasyon oldu; içine Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur da
Ahmet Taner de konuldu. Ortaya böyle bir tablo çıktı. İnanmadık.
Ailesi inanmadı bir defa. Jean Paul Sartre’ın bir tiyatro yapıtı
vardır, aynen ona benzer. Türkiye mezarsız ölülerin yurdudur.
DUVARDAKİ TUĞLA...
Daha önce Uğur Mumcu’nun İlhan Selçuk’a ‘Bizi öldürecekler’
dediğini yazmıştınız. Hrant Dink’te olduğu gibi, devlet
kurumlarından ‘uyarı’ almış olabilir mi Mumcu da?
Uğur silahla öldürüleceğini sanıyordu. Silahlı bir eylemden
korkuyordu, evini ona göre dizayn etmişti. Perşembe, ayın 21’inde
Cüneyt Arcayürek’le birlikte geldiler, toplantı vardı gazetede.
Aynı gün 18.30 uçağıyla döndüler, hiç unutmuyorum. Lacivet bir
kruvaze blazer vardı üzerinde, kırmızı, Karadeniz balıkçılarının
giydiği yelekten vardı altında, beyaz bir gömlek… Ve bir ara ‘İlhan
Abi’ (Selçuk) dedi, ‘Senle beni öldürecekler’. Bunu duydum ben.
Ondan sonra gittiler. Pazar günü 13.00, 13.30 arasında Işık Kansu
telefon etti, ‘Abi Uğur Abi’nin arabasını patlattılar’ gibi bir şey
söyledi. Ondan sonra zaten duyuldu. Duyum almış mıydı, almamış
mıydı, orasını bilemiyorum. Ama tehdit alıyordu.
Kitaplarını okuduğunuz zaman, devletin hemen hemen tüm birimlerine
dokunuyordu. Dört beş adamın bir araya gelip, ‘Haydi gel, bomba
koyalım’ dediklerine olasılık vermiyorum. O, duvardan tuğlanın
sökülmesidir.
Kendisiyle ilgili bir yazınızda, Mumcu’ya seslenmiş,
günümüzde yaşananları anlatmış, gerçekte neler oluyor, gel anlat,
demiştiniz… En çok hangi dönemlerde aklınıza düşüyor
Mumcu?
Zaman zaman düşüyor tabii. İnsan zaman zaman yalnızlığı sever.
Yalnızlık tek başına kalmak değildir. Düşünme, düşler kurma
gereksinimidir. Bakarsınız, çiçekler solmuştur, az kaldı ilk yaza
dersiniz, sevinç kelebekleri uçuşur yüreğinizde, kendisini mutlu
kılmak için bir şeyler yaratır insanoğlu… Aklıma gelir zaman
zaman…
Cemaat’le ilgili önemli yazılar yazdınız, ancak sonra
‘Ben de değiştim onlar da değişti’ dediniz. Çark mı
ettiniz?
Fethullah Gülen’i kamuoyuna yazılarımla tanıtan insanım. Ama toplum
sözlüden yazılı kültüre geçmemiş ille görecek, duyacak. 200 dava
açtı Fethullah Gülen bana. Şimdi bana içi karanlık, aydınlıktan
korkanlar, onlar kim olduklarını bilir, beni “Fethullahçı”
yaptılar. Neymiş ben değişmişim. Ben Yazarlar Vakfı’na gitmişim.
Evet gittim, ben gazeteciyim. 200 davayı da bana açtılar. Ama ben
hayatımda, bunlara terörist demedim. Devlet içinde örgütleniyorlar,
dedim. Zorla örgütlenmiyorlar ki. Askeri liseleri nasıl
kazandıklarını yazdım. Eğitimde nasıl örgütlendiklerini polis
koleji akademilerinde soruların nasıl önceden alındığını, harp
okullarına nasıl girdiklerini yazdım. Maltepe, Kuleli ve Bursa
Işıklar Askeri Liselerinde, 85 ya da 86 yılında bir operasyon
yapıldı ve 250-300 öğrenci okuldan disiplinsizlikten atıldı, nur
evlerine gittikleri için. Özal bunları Kanun Hükmünde Kararname’yle
anadolu liselerine yerleştirdi. Savcı, kaymakam, polis müdürü, vali
oldular. Ramazan Akyürek’le ilgili raporlar, tutanaklar var. Ben
yazdım kaç defa. İstihbarat Daire Başkanlığı’na atayan kim onu?
Herhalde biz değiliz.
Neden değiştiler dediniz?
Mahalledeki bakkal dükkânı, orada beyaz eşya satan adam oldu. Bir
eğitimli kuşak yetiştirdiler. Yozgat’ta sanat enstitüsünün torna
tasfiye bölümünden mezun bir çocuk, bir bakıyorsun Boğaziçi halkla
ilişkileri kazanmış, oradan ABD’nin filanca üniversitesinde doktora
yapmış, 10 yıl kalmış. Bunlar çoğaldı ve kuşak çatışmasıyla beraber
ideolojik çatışma başladı. Ak şaçlı dedikleriyle karşı karşıya
geldiler.
ÖLÜM TEHDİTLERİ ALIYORUZ
Bunca tehdidin arasında, bu ofiste çalışmanın ruh hali
nasıl?
Arkadaşlar çalışıyor. Ben normal geliş gidişlerimi sürdürüyorum.
Burada arkadaşlarımızın, ‘Bu abluka olmasa, yemek saatlerinde
dışarı çıksak, hava alsak’ gibi bir istekleri olabilir tabii; ama
bir sıkıntı yok, herkes görevinin başında.
Benim tek sıkıntım şu; ayağa kalkar şuradan bakardım, İstanbul’un
mozaiğidir bu sokak, Cevahir’e giderler, orta sınıf ve altının tek
eğlence yeridir. Bu sabah hava da güzel ve güneşlikti, ama bomboş
bu cadde, sadece Ermeni mezarlığına ve selvilere, kurumuş çıplak
ağaçlara bakıyorum. Koyu bir yalnızlık hissi veriyor. Yeşerecek
tabii ağaçlar yeniden; bahar, ilkyaz geldiğinde…
Cumhuriyet’in felsefesi olan laiklik tanımını anlatamadık bu
topluma. Eski Yunanca’dan gelir; laikos, halkın kendi kendini
yönetmesi. Ama İslam toplumu Avrupa gibi ortaçağı yaşamadı. Kör
inançlara saplandı.
Charlie Hebdo’nun birinci sayfasında ne var? Bir dindar. Ne diyor
elindeki pankartta? “Hepimiz Charlieyiz”. Ne var sağ gözünde?
Gözyaşı. Vicdanının sesini dinliyor. Biz ne yapıyoruz? Bir yandan
Paris’teki mitinge katılıp terörü lanetliyoruz, bir yandan
Cumhuriyet gazetesinin yazarlarını hedef gösteriyoruz. Savcı
soruşturma açıyor. Suç duyurusunda bulunan, Gezi sırasında
Dolmabahçe’de, “İçki içildi” diyerek suç duyurusunda bulunan
avukat.
Üsküdar’da dün (17 Ocak) toplanmışlar, Ceyda-Hikmet, hesap verecek
diye, Türkmenistanlılar çığlık atıyor. Bizi de hedef tahtasına
oturtuyorsunuz. Bağnazlıkla mücadeleyi biz verdik. Bu
gazeteye yürüyenler, bizlere binlerce tweet atanlar, size
göstereyim, ölüm tehditleri resmen… (Cep telefonundan, gelen ölüm
tehditi mesajlarını gösteriyor) Televizyoncu arkadaşımız Sedef
(Kabaş) üç dört tweet attı diye gözaltına alıyorsunuz ama bunları
görmüyorsunuz!