Hepten de aykırı gitti be yaaa!..

Sevgili Çelik, Enver Aysever’in kendisine ters gelen bir sorusunu cevaplarken öfkelendi; öngörü sahiplerine hakaretler yağdırdı…

ADNAN BERK OKAN

Biliyorum kızanlar, “hastir!” diyenler olacak ama en başından söyleyeyim:
Son iki genel seçimde oyumu Ak Parti için kullandım.
Yarın seçim olsa yine ve her şeye rağmen Ak Parti listelerine oy veririm…
Ancak…
Son iki seçimde sandığa heyecanla koşmuştum; yarın sandığa giderken zorlanırım…
Neden mi?..
Anlatacağım, hem de çok taze bir örnekle anlatacağım…


Ehem ve mühim...

Hüseyin Çelik, Netanyahu
’nun Erdoğan’dan özür dileyişinin kıskanıldığını ve küçümsendiğini söyledi Enver Aysever’e…
Kıskananlar mutlaka vardır çünkü Türkiye’de siyaset haset etmeyi gıpta etmeye; kötülemeyi takdir etmeye yeğler…
Ben şahsen Netanyahu’nun dilediği özürden memnun olanlardanım…
Bu özür Başbakan’ın başarısı olsa da memnunum olmasa da memnunum zira bu özür iki birbirine ihtiyaç duyan, ittifakları zorunlu ülkenin yararına…
Ama…
Bir devleti yönetenler eğer kuşkusuz yaşıyor, bazı diplomatik adımların arkasında mutlaka bir şeyler aramıyorlarsa geleceği planlayamazlar…
Yani; yanlış olan Netanyahu’nun özrü değil; bu özrün ne kadar iyi niyetli olursa olsun, arkasında bir başka niyet olup olamayacağını doğru öngörmenin ehemmiyetini önemsememektir…


Dün gece CNNTÜRK’te Enver Aysever’in konuğu Ak Parti Genel Başkan Yardımcılarından ve Milli Eğitim Eski Bakanı Hüseyin Çelik’ti…
Ve Enver Aysever Trakyalıların dediği gibi “epten de aykırı” gidince Çelik sık sık demagojiye saptı…
Unutmadan hemen hakkını teslim edeyim; sevgili Çelik mükemmel bir hatip…
Çok hızlı düşünüyor…
Her soruya vereceği cevap da adeta çok hızlı bir yazılım programında parmak dokunmasıyla bulunuyormuş gibi...

Ama…
Açık yüreklilikle cevaplaması gereken karşı soruları; sual edeni “yenmek” arzusuyla mıdır, izleyenler içinde zekâ özürlülerin sayısının çok olduğunu düşündüğü için midir nedir demagoji yaparak cevaplandırınca olmuyor…
En azından benim gibi, Ak Parti iktidarının ve Erdoğan’ın başbakanlığının sürmesini ama bu süreçte Batı tarzı demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü ilkesinin yerleştirilebilmesi için samimi olunmasını isteyenleri üzüyor…
Üzüyor çünkü Ak Parti ile Başbakan demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü ilkesinin yerleştirilmesi değil; daha uzun bir süre ve mevcut güçten daha yüksek bir güçle iktidarda kalabilmenin hesaplarını yapıyor.
Sözü halkın % 65’inin heyecanla desteklediği görülen barış süreci görüşmelerine getireceğim...

Başbakan ve Ak Parti yöneticileri ve en son dün gece Hüseyin Çelik, görüşmelerin açık yürütülmesine imkân vermiyor...
Gerek barış görüşmeleri sürecinde ve gerekse de İsrail Başbakanının Erdoğan’dan özür dilemesi konusunda; arka plânın konuşulmasını, öngörülerde bulunulmasını bile hazmedemiyorlar...
Sevgili Çelik, Enver Aysever’in kendisine ters gelen bir sorusunu cevaplarken öfkelendi; öngörü sahiplerine hakaretler yağdırdı…
Ve şöyle bağladı:  
“Se ile sa ile olmaz; eğerle meğer evlenmişler çocukları keşke doğmuş”…
Atasözü mükemmel…
Mükemmel ama barış sürecinde taraflardan birinin genel başkanı olan Selahattin Demirtaş bakın ne diyor:


Yeni bir Ak Parti

Demek istemem o ki; “öngörü, tahmin, analiz” gibi kavramlar, Sevgili Çelik'in okuduğunu zannettiğim bütün diplomasi kitaplarında var…
Ve yine demek istemem o ki; Ak Parti eğer en az bir on yıl daha iktidarda kalmak istiyorsa; demokratikleşmeden, hukukun üstünlüğü ilkesinin eksiksiz yerleşmesinden ve birilerinin de "eğer, meğer, sa" gibi eklemelerle öngörülerde bulunmasından korkmayacak...
Aksi olursa; gelişen dünya, gelişen yeni nesiller mutlaka yeni bir "Ak Parti" hemen kuruverirler...


“Hükümeti de bu konuda yasa çıkarması için zorlayacağız. Çünkü bunlar gerçekleşmezse, yapılmazsa, yasal ve anayasal tedbirler alınmazsa ortada barış diye bir şeyden söz etmek hayal olur. Çünkü barış ayakları yere basan bir özgürlükle, demokrasiyle ancak kalıcı bir hale gelebilir” 

Bu konuşmayı Hüseyin Çelik’e hatırlatıp; "buyurun işte; taraflardan birinin içinde tonlarca "sa/se" olan sözleri" desek büyük ihtimalle, “bize ne?.. İstediğini söyler” diyecektir ama unutmasın ki “Barış iki taraf da isterse olur”...

Sevgili Çelik, barış sürecinde mutlak başarıdan söz ederken; “Hayatın kendisi risktir” diyor ama “risk” eğerle meğerin evliliğinden doğan keşke isimli çocuktur…
Yani, sevgili Çelik kendini tekzip edince tabii ki inanılırlık katsayısı düşüyor...

Sevgili Çelik, İsrail’in Obama’nın isteği üzerine Türkiye’den özür dilemesiyle Öcalan’ın “silahları bırakma” çağrısının aynı güne rastlamasının arkasında bir oyun olabileceğine ilişkin soruya öyle demagojik bir cevap verdi ki titredim; buz gibi oldum…
Sevgili Çelik başarılı bir akademisyendir…
Uluslar arası ilişkilerde  “eğer” diye başlayan, “..sa” ekiyle biten kuşkuların doğru cevaplanması ve öngörülmesiyle başarının yakalanabileceğini bilse gerektir…

Sevgili Çelik, muhtemel gelişmelerin hatırlatılması üzerine, “Biz Mehmetçiğin tek damla kanının dökülmemesi için gece gündüz çalışıyoruz” derken tabii ki samimi...
Elbette, “bizim defterimizde bunlar yok” derken de samimi…
Ama Ak Parti Hükümeti taraflardan sadece biri…
Diğer tarafların defterlerinde ne olup olmadığından nasıl bu kadar emin olabiliyor?..
Ya da olabiliyorsa ne yazık ki söylemek zorundayım: Bu işin sonu hüsran!..



İşte Siyasetçi, işte gazeteci bu!..


19-20.Dönem Milletvekili, DYP Genel Sekreterliği ve Yolsuzlukla Mücadele Derneği Kurucu Genel Başkanı, 20.Dönem TBMM Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyon Başkan Vekili ve 2000 yılından bu yana ulusalda yayınlanan bazı gazetelerde ve şimdi de İnternet medyasında yazan; yazıları çok okunan Tevfik Diker' in anasının rahatsızlığı ve bir özel hastanede başına gelenleri gazeteciler.com’da okumuşsunuzdur.
haberin yayımlanmasından sonra merak ettim ve Tevfik Diker'e;
“Kaç kişi arayıp da anacığın için geçmiş olsun dileklerini sundu?” diye sordum…

Verdiği cevap; gazeteci ve siyasetçi milletinin “insani” yönlerinin iyice çürüdüğü konusundaki düşüncelerimi pekiştirdi…
Çünkü:
İki kişi “geçmiş olsun, yapacağımız bir şey var mı?”  diye aramıştı…
Kimler mi?..
Söyleyeyim:
* Takvim Gazetesi Yazarı  Bülent Erandaç,
* Yeni Asır Gazetesi Ankara Temsilcisi Zafer Şahin...


Diker’i bilenler, tanıyanlar 74 milyonunun geleceği için 500 milyar dolarlık hortumcu rant çetesine kafa tutup kellesini ortaya koyduğunu hatırlayacaklardır…
Ama…
İki dönem ve hem de tertemiz kalarak milletvekilliği yapmanın; yolsuzluklar, hırsızlıklarla mücadelenin, karşılığı sadece iki dost telefonu…
Efendim kendimi saymıyorum çünkü ben; iki ün üst üste sesi soluğu çıkmayınca merak edip arayanlardan ve durumu öğrenenlerdenim…
Sakın; son 3 aydır ardı arkası kesilmeyen “Kurtlar Medyası” yazılarının bu vefasızlıkla bir ilgisi olmasın?..
Ama işte hayat bu!..
İşte politikacı, işte medya!..


Dünkü telefonda haberi olduğu halde Cemil Çiçek’in bile aramadığını öğrenince :
“Gel seninle bir oyun oynayalım akraba” dedim ve devam ettim. “Senin Başbakan Erdoğan’a başdanışman olarak atandığını ve böylesine onurlu bir göreve atandığın gün anneciğinin sağlık sorunlarıyla ilgilendiğin için atamanın tadını çıkaramadığını yazayım… Bunun şaka bir haber olduğunu bir sen bil bir de ben… ‘Yalanlama’ geldiğinde de ben bir yazı daha yazarak siyasetçi/gazeteci milletinin vefalılık konusunda sınıfta kaldığına dikkat çekmek istediğimizi belirteyim”…
Aynı anda Diker’in ağzından şu cümleler döküldü;
“Dün sadece iki kişi aramıştı. Sayın Başbakan’a başdanışman olduğumu duyarlarsa telefonum kilitlenir; yıllardır sesini duymadığım eski (burasını hafif alaylı söyledi) dostlarım bile telefon edip ‘bir emrin var mı?’ diye sorarlar”i…

Evet efendim; aynen böyle dedi…
Sanırım; siyaset ve medya dünyasının çürümüşlüğünü, sahte dostluğunu bundan başka hiçbir şey bu kadar güzel anlatamazdı…
 

adnanberkokan@gmail.com