Hayrettin Karaman

Yeni Şafak

Aslına bakarsanız "Bugün Köşe Yazarı" değil...
Zira...
Az sonra okuyacağınız yazı Prof. Hayrettin Karaman'ın yaklaşık 34 ay önce Yeni Şafak'ta yayımlanan makalesi...
Okuyun göreceksiniz…
Bugün Erdoğan’ın oğlu ve bakanlarıyla ya da medya yöneticileriyle yaptığı konuşmaları yayınlayanlar için:
"Bu kasetleri yayınlayanlar çok günaha girer" diyen Prof. Karaman
Ya da “muteber olduğu kabul edilen” bir din âlimi…
Ve hem de…
Pornografik kasetlerin yayınlanmasının "zaruret" olduğuna ilişkin fetva veriyor ve bakın ne diyordu...

Eğer ayıp ve günahını gizleyerek işleyen bir mümin kamu görevlisi veya kamu görevine talip biri ise bu takdirde "halkı onun zararından koruma" vazifesi, ayıbı örtme vazifesinin önüne geçer ve ilgililere durum açıklanır; yani bu durumda ayıp ve günah gizlenemez.

Bu “Fetva” şu anlama geliyor:

Başbakan'ın modern hukuka göre "suç", dinen "günah", toplumsal ahlâka göre "ayıp" olan konuşmalarının kamuoyuyla paylaşılması "günah değildir"

Evet, aynen bu demektir…
Kaldı ki modern hukuk da aynı şeyi söylüyor:
"Gizlice çekilmiş bir kayıt eğer bir suçu açığa çıkarıyorsa delildir..."

Acı olan, yürekleri yakan ise Prof. Karaman’ın bugün "ayıplar örtülmeli" diye fetva vererek gizlice kaydedilmiş dinlemelerin yasaklanması gerektiğine ilişkin inanan insanları “yanıltma” çabasıdır…

Ey güzel insanlar!..
Farkındaysanız; Başbakan'ın konuşmalarını buna rağmen yayınlamadım, yayınlamıyorum...
Zira eminim ve inanıyorum ki önünde sonunda "Adalet yerini bulacak”...
Beni kahreden şu:
"Din âlimi" olduklarına inanıp yaptıkları dini açıklamalara güvenerek hayatımızı tanzim ettiklerimizin aslına din âlimi değil, "siyaset zalimi" olduklarını görmek...
Neyse, uzatmayayım...
Bugün gizli dinlemelerin yayınlanmasının "günah" olduğunu söyleyen bir din adamının 3 yıl önce ise mealen nasıl da "yayınlanmalıdır zira zarurettir" dediğini görün...
Ve karakteri hakkında bir kere daha düşünün...
Prof. Hayrettin Karaman'ın tarihli makalesini lütfen okuyunuz... 





Günah kasetleri/teşhiri

İnsanların halktan gizleyerek özel mekanlarda işledikleri günahlar ve ayıpları görenler ne yapacaklar?

İslam ahlakına göre "ayıp ve günahlarını gizleyenleri teşhir etmek, bunları örtmek yerine açmak ve haberini yaymak" makbul bir davranış değildir. Ama bunun manası ayıba ve günaha müdahale etmemek de değildir. Çünkü müminlerin bir de "iyiyi yayma ve yaşatma, kötüyü engelleme ve düzeltme" vazifeleri vardır.

Şöyle bir misal verilir:

Bir mümini meyhanenin sokağına girerken görürsen "orada meşru bir işi vardır" de; meyhaneye girerken görürsen "orada birini arıyordur" de, masaya oturup içmeye başladığını görürsen "eyvah, kardeşim günaha girdi, onu bundan nasıl vazgeçirebilirim" diye düşünmeye başla, ıslahı için dua et ve elinden gelen başka ıslah tedbirlerine de başvur.

Eğer ayıp ve günahını gizleyerek işleyen bir mümin kamu görevlisi veya kamu görevine talip biri ise bu takdirde "halkı onun zararından koruma" vazifesi, ayıbı örtme vazifesinin önüne geçer ve ilgililere durum açıklanır; yani bu durumda ayıp ve günah gizlenemez.

Kamu görevi dışında iki kişi arasındaki bazı ilişkiler de ayıp ve günahın açıklanmasını gerekli kılabilir. Mesela dindar bir ailenin kızına talip olan, kendini de dindar gösteren, halbuki gizli gizli günah işleyen birini düşünelim; bunu bilen kimseye sorulduğunda durumu açıklamazsa soranların güvenlerini kötüye kullanmış, onları yanlış yola sevk etmiş olur. Bu misalde günahın ve ayıbın açıklanması daha dar bir sınır içinde kalır.

Kanunların izinsiz dinleme ve görüntüleri kaydetmeyi yasaklaması durumunda -aksine bir zaruret bulunmadıkça- bu yasağa uymak gerekir. İslam ahlakına göre de insanların gizledikleri davranışlarını bilmek ve görmek için teşebbüste bulunmak (tecessüs) menedilmiştir. Ama gizlenen kusur ve günah kamuyu ilgilendiriyor ve bilinmemesi kamuya zarar veriyorsa devreye "zaruret" girer ve zaruri olarak tespit ve gerektiği kadar teşhir edilir.

Ülkemizde ve dünyada zaman zaman gizliliklerin ortaya çıkarıldığı, rezaletlerin haber veya görüntü olarak teşhir edildiği oluyor. Bu teşhirler, yukarıda açıklanan kurallara uygun -bu manada meşru- ise denecek bir şey yoktur; gereken yapılmıştır. Uygun değilse elbette yapılan da ayıptır, günahtır. Bu "ayıp ve günah" ifade edilirken yapılanın sükutla geçiştirilmesi de tasvib edilemez; şahıslar anılmasa bile yapılan ayıpların ve günahların mahkum edilmesi, ahlaksızlığa prim verilmemesi ayrı bir ahlaki ödevdir.

Dikkatimiz çeken husus şudur: Adam kamu hizmetine talip, kendini namuslu, iffetli, dürüst... gösteriyor, halbuki öyle değil ve bu da birleri tarafından tespit edilip açığa konuyor. Bu durumda insanlar ikiye ayrılıyor: Bir grup yalnızca skandalı diline dolayıp bundan faydalanmaya bakarken diğer grup da yalnızca tespit ve teşhir edenleri kınamakla meşgul oluyor.

Doğrusu olaylara daha geniş bir çerçeveden bakmak, tarafsız olmak, hakkın ve erdemin gerektirdiği gibi davranmaktır.