Hasan Cemal sordu: Çare İslam düşmanlığında mı?
Avrupa ve Amerika'daki İslam karşıtlığını köşesine taşıyan Hasan Cemal, "çare islam düşmanlığında mı?" diye sordu ve "Bu çare değil, İslam dünyasını ‘İslamcı radikalizm’in, ‘İslamcı aşırılık’ın kucağına itmektir.
Hasan Cemal bugün New York'tan yazdığı köşesinde hem duygu dolu bir yazıya imza attı hem de geçmişle hesaplaşmanın ne derece anlamlı olduğunu anlattı okurlarına.
Bir yandan Fransa'daki IŞİD saldırısını, öte yandan saldırı sonrası Avrupa ve Amerika'daki İslam karşıtlığını köşesine taşıyan Hasan Cemal, "çare islam düşmanlığında mı?" diye sordu ve "Bu çare değil, İslam dünyasını ‘İslamcı radikalizm’in, ‘İslamcı aşırılık’ın kucağına itmektir." yanıtını verdi.
İşte o yazıdan dikkat çeken satırlar:
Daktilo makinesinden çıkmış bir
sayfalık yazıyı kahve tuvaletinin duvarına asmışlar, başlığı
şöyle:
Ne diye yazıyorum?..
Daktiloya ilanı aşk hali
var:
“Bu kırık dökük daktilonun başında
acaba neden bu kadar uzun saatler harcıyorum?.. Zaman israfı değil
mi?.. Ama daktilomun başına oturunca da, iç dünyamda bir şeyler
kıpırdıyor, bir başka aleme dalıp gidiyorum.”
Daktilo makinesi...
Çoktan unuttum gitti.
İlk makinemi Ankara’da, 1960’ların
sonunda gazeteciliğe başlarken almıştım.
İkinci el, kullanılmış bir
daktiloydu.
1973’de Cumhuriyet gazetesine geçerken babam bana kendi
daktilosunu hediye etmişti.
Portatif bir Hermes Baby.
Sevgili Ahmet Cemal yıllar yılı ailemizi geçindiren çevirilerini bu
makinayla yapmıştı.
Gazetelerin haber merkezlerinden
etrafa makineli tüfek gibi takır tukur patlayan o daktilo sesleri
artık tarih öncesinde kaldı.
Tuvaletteki duvar yazısını okurken,
o bildik soru işareti gelip çengelini zihnime asıyor:
Neden yazıyorum?..
Güncel gerçeğin peşinde 47 yıldır
devam eden, fazla bir derinliği de olmayan gazetecilik macerasından
niçin bu kadar keyif aldım, hala da alıyorum ki?..
Arada bir beni meşgul eden bu
sorunun yanıtını bilemiyorum
(...)
Şimdi Avrupa’yı Avrupa yapan değerler
unutulacak mı?
Çare, utanç duvarları mı?..
Çare, İslam düşmanlığı mı?
Çare, ırkçılık mı?
Çare, özgürlüklerin kısıtlanması mı?
Çare, demokrasinin budanması mı?
Bu çare değildir, olamaz
da.
Bu çare değil, İslam dünyasını
‘İslamcı
radikalizm’in,
‘İslamcı
aşırılık’ın kucağına
itmektir.
Bu çare değil, İslam dünyasını
‘tiran’ların, ‘despot’ların merhametine terketmektir.
Bu çare değil, medeniyetler savaşı diyenleri haklı çıkarmak ve dünyayı karanlık
bir istikrarsızlık
dönemine yuvarlamaktır.
Kısacası:
Bu bir çare değil, aklını peynir
ekmekle yemektir.
Avrupa’sı, Amerika’sı ya da
demokrasiler, demokratik
toplumlar aklını bu kadar
peynir ekmekle yiyecek kadar rotayı şaşıracaklar mı?..
İhtimal vermiyorum, ihtimal vermek
istemiyorum.
(...)
Kahvenin giriş kapısına, bir kara tahtanın
üstüne yazmışlar büyük harflerle:
Şimdi değilse, ne zaman?..
Hoşuma gidiyor okuyunca.
Evet, şimdi değilse ne zaman
arkadaş...
Hiç olmazsa, o ‘an’ları
kaçırmayalım.
İçimde iyimser bir kıpırdanma
uyanıyor.
Yaşamak her şeye rağmen çok
güzel.
Nazım Hikmet’in dediği gibi:
Umutsuz
yaşanmaz!
İçimdeki karamsarlık bulutu
dağılmaya başlıyor.
Filmin sonunu göremeyecek olsak
da, görecekmiş gibi yaşayıp
mücadele edeceğiz, barış için, demokrasi ve özgürlük
için...
Ve Nobel Barış Ödülü’nün
sahibi Elie
Wiesel’in dediği
gibi:
“Adaletsizliği engelleyecek
gücümüz olmadığı zamanlar olabilir, ama itiraz etmeyi
beceremediğimiz bir zaman asla
olmamalı.”