Hasan Cemal: Gazetecilik bu ülkede iyi yapılmıyor
Hasan Cemal, Vatan'dan Sanem Altan'a konuştu. 'Gazeteciler mesleklerini patronlarına karşı yeterince savunmuyor. Gazetecilik bu ülkede iyi yapılmıyor.'
Hasan Cemal Vatan'dan Sanem Altan'a konuştu.
Gazeteciler mesleklerini patronlarına karşı yeterince savunmuyor... Gazetecilik bu ülkede iyi yapılmıyor...
Eşiniz Ayşe Sözeri meslekte 40'ıncı yılınızı doldurduğunuz için sürpriz parti düzenledi size. Bekliyor muydunuz bunu?
Beklemiyordum açıkçası.
Parti istemeyen bir insan “Sakın bana parti yapma” der mi? Bu “Ben istemem ama sen yap” gibi... Ya da Ayşe Hanım gerçekten parti seven biri, o yüzden gerçekten önlem aldınız.
Ayşe parti yapmayı çok sever. 60 yaşıma girdiğimde çok muhteşem
bir parti yapmıştı. Ben ona yaparım tabii. 50 yaşına girdiğinde,
evliliğimizin de 10'uncu yılıydı, çok güzel bir parti yaptım. Ayşe
asıl çok sever ama bu işleri. Asaf Savaş Akad mesaj çekmiş bana
“Hasan Cemal, Ayşe'den mesaj geldi sünnetinin bilmem kaçıncı
yılıymış, geleceğiz partiye” diye dalga geçmiş. Ayşe o gece için
Yakup'u kapatmış. Bütün gece mikrofon elden ele dolaştı. Herkes bir
şeyler söyledi, küfürler etti. Eğlendik.
Ne zaman “Parti yapma” dediniz Ayşe
Hanım'a?
Geçen Mayıs ayında, Kasım ayında 40 yıl dolacağı için, biliyorum
düşünür çünkü “Aman bir şey yapma, hem mahcup oluyorum, hem
sıkılıyorum, zorlanıyorum bu işlerden” dedim. Kendimi
önemsiyormuşum gibi gözüken işler beni utandırır.
40 yıl önemli ama geçen yıllar işte çok mühimsememek
lazım
Meslekte 40'ıncı yıl bence harika bir kutlama yapma nedeni.
40 yıl önemli bir şey tabii ama çok da önemsememek lazım. Geçen
yıllar işte. Kıymetli ama. Kendi kendimi mühimsemiş gibi gözükürüm
diye korkarım. Hayatımda kendimi hiç mühimsemedim çünkü. Herkes
kendini sever tabii ama mühimsemek farklı bir şey. Neyse, Ayşe
“Peki, peki” dedi bana. Ardından plan hemen başlamış tabii. Hiç
hissetmedim. Tamamen sürpriz oldu gerçekten. Arada bir iki
şüphelenecek şey oldu ama dikkate almadım. Bir gün bir CD geldi,
üzerinde hiçbir şey yazmıyor. Koydum baktım, çocukluğumdan beri
olan askerlik dönemi, gazetecilik dönemi bir sürü fotoğraf. Merak
da ettim. Ayşe'ye sordum. “Bilmiyorum” dedi. Sonra anladık ki
Bülent Erkmen'e yollanacak CD'ymiş o. Bülent'le ben Cumhuriyet'in
eski halinden yeni haline geçişini beraber yapmıştık. 81-83
arasında Cumhuriyet'in tipodan ofsete geçişinin her şeyini o yaptı,
tasarım ustasıdır.
(Kırk yıllık Gazeteci Hasan Cemal kitabının röportajlarını yapan
gazeteci Ezgi Başaran'a sordum, neredeyse
yakalanacakları anı şöyle anlattı: Ayşe Cemal evdeki eski
fotoğrafları gizlice toplayıp bir CD'ye kopyaladı. Fakat sonra o
CD'yi Hasan Cemal'in masasının üzerinde unuttu. Hasan Abi'nin,
niçin bütün fotoğrafların böyle bir CD'de toplandığına bir türlü
anlam verememekle beraber içine bir kurt düştü. O kadar ki Okay
Gönensin'i aradı. “Ya oğlum masamda böyle bir CD buldum, neyin
nesidir sence?” diye sorunca Okay Abi içinden kıs kıs gülerek
yangına körükle gitmekte hiç beis görmedi: “Lan Hasan
Ergenekoncuların işi olmasın bu?!” Neyse Allah'tan Hasan Abi'nin
kafasında bin türlü iş... Unuttu gitti. Biz de rahatladık.)
İçeri girince mahcup oldum ilgi odağı olmak beni tedirgin
eder
Siz Eyüp Can'la baş başa yemek yiyeceğinizi mi
zannediyordunuz o gece?
Ayşe, Eyüp'ü beni marke etsin diye görevlendirmiş. Şöyle oldu,
partiden 15 gün önce beni Ali Bayramoğlu aradı, partinin tarihini
vererek “Benim doğum günüm var, not al, Yakup'a gideceğiz” dedi.
“Tamam” dedim, notumu aldım. Partiden önceki çarşamba günü akşam
sohbet ediyoruz Ayşe'yle, telefonum çaldı, Ahmet Davutoğlu'nun
danışmanı, üç günlük geziye davet ediyor. Son bir-iki davete de
katılamamıştım. Buna da hayır diyemem artık duygusuyla “Gelirim”
dedim. “Hatta ben cuma akşamından gelirim Ankara'ya” dedim. Ben
bunu der demez, Ayşe daha önce hiç görmediğim bir biçimde “Hayır
gidemezsin, olamaz” diye fırladı. Hiç böyle şeyler yapmaz,
özellikle mesleğimle ilgili. “Ali'nin doğum günü var” dedi. “Varsa
var, Davutoğlu'yla gidiyorum derim ben ona” dedim. “Hayır” diye
devam ederken ekledi, “Hem pazar Elif'in doğum günü.” Evet, büyük
kızımın doğum günü, pazar günü öğle yemeği yiyecektik, onu
unutmuşum. Ve gerçekten onu bırakıp gitmem. Telefon açtım hemen
“Kızımın doğum günü var, gelemeyeceğim” dedim.
Gerçekten mi? Babası yoğun bütün çocuklar, bu satırdan
sonra uzun uzun boşluğa doğru bakacaklar sanırım. Ne harikasınız.
Sonra ne oldu?
Ayşe'ye “Bu kadar tepki göstermeni anlayamadım” dedim. Ertesi sabah
Eyüp aradı, “Abi sohbet edelim” dedi. “Tamam ama Ali'nin doğum günü
var, Yakup'a gideceğim” dedim. “Olsun abi öncesinde buluşalım”
dedi. Taksim'de buluştuk. Sekiz buçuğa doğru “Ben gidiyorum” dedim.
Eyüp “Ben de geleyim, oradan devam ederim” dedi. Yakup'un önüne
gelince fotoğrafçıları, bir de kitabın kapağı kocaman afiş halinde
asılı, onu gördüm. “Basıldık” dedim içimden. İçeri girince tuhaf
bir duygusallık sardı tabii beni. Mahcup oldum. Utangacımdır, ilgi
odağı olmak beni tedirgin eder, mahcup eder. Rahatsız oldum. Kızlar
Elif, Defne, Ayşe, duygusal ortam. Defne (12), küçük kızım konuşma
yaptı, en sonunda da “Babamla gurur duyuyorum” dedi. Çok fena
oldum. Ayşe ağladı. Sonra Defne'ye sordular “Baban da ağladı mı”
diye. “O tutar kendini” dedi.
Onu her gördüğümde şaşırırım, yine gördüm yine şaşırdım. Kim inanır
meslek hayatında 40 yıl geride bıraktığına, kim inanır 65 yaşında
olduğuna. Hasan Cemal yakışıklı genç bir delikanlı gibi. İki hafta
önce, eşi Ayşe Cemal Sözeri, gazetecilikte 40'ıncı yılını
doldurduğu için, ona sürpriz bir parti düzenledi. 80 yakın arkadaşı
o gece orada koca bir geçmiş andı. Demek ki bizi yaşlandıran geçmiş
yıllar değil ,aklımızdan geçenler...
37 arkadaşım yazı yazmış, çoğunda sert eleştiri, kırgınlık
var
Bir de sürpriz bir kitap hazırlamış Ayşe Hanım. Herkesten
yazılar alınmış, Ezgi röportajları yapmış, İsmet Berkan ve Kerem
Çalışkan, Hasan Cemal kronolojisi yazmışlar. Fotoğraflar var.
Bülent Erkmen tasarlamış. Kaç yazı var orada?
37 tane. Birçok yazıyı severek okudum. İnsan egosu, kendine dönük
her şeye bayılıyor. Ama baban diye söylemiyorum, yazısını da
kitabın sonuna koymuşlar ama Ahmet Altan'ın yazısı çok önemli bir
yazı. Çünkü beni çok iyi anlatıyor. Bendeki değişimi müthiş bir
biçimde anlatmış. Duygu dünyamı. İşte bu yazarlık. Birçok yazıda
çok ciddi eleştiriler var; Cengiz Çandar'da Sedat Ergin'de, Osman
Ulagay'da, Umur Talu'da, Cengiz Turhan'da da var. Yakın çalıştığım
birçok arkadaşımın eleştirisi var. En sert yazı Umur Talu'nun. Her
yazıda aşağı yukarı sert eleştiri ve kırgınlık var. Ayşe iyi bir
yöneticilik yapmış. Demiş ki “Yazıları olduğu gibi koyacağız yoksa
Hasan Cemal çok kızar.” Gerçekten çok kızardım, eleştiriler
yazılardan çıksaydı. 40 yıl içinde hatamız da var sevabımız da
tabii. Bazı eleştiriler yerli yerinde. Ama bazıları abartılı. İsim
önemli değil. Farklı algılar yüzünden böyle oluyor.
(Kitabı hazırlayanlardan Ezgi Başaran anlatıyor: Kitapta 37 kişi
Hasan Cemal nasıl bir gazetecidir, kendilerine göre anlatıyor.
Teker teker aradım hepsini. “Hasan Cemal'e sürpriz bir kitap
armağanı hazırlıyoruz, siz bana o nasıl biridir anlatın” dedim. Bir
kısmı “Konuşmaktansa yazmayı tercih ederim, öyle daha iyi
anlatırım” dedi. Geri kalan büyük bölümüne ise teybimi alıp gittim,
uzun uzun konuştuk. Orhan Pamuk dışında yazıyı kitaba basılmadan
önce görmek isteyen olmadı, ben de göndermedim. Ayşe Cemal
röportajların tamamını, kitabı Bülent Erkmen'e teslim etmeden
birkaç gün önce gördü. İsmet Berkan ve Kerem Çalışkan da öyle.
Hiçbir yazının ya da röportajın noktasına dokunmadılar. Yazıların
bazıları kısa bazıları uzun. Ne anlattılarsa o kadar işte. Kimseyi
uzunluk konusunda sınırlamadım, ne konuşurken, ne yazarken. Benim
aradığım hiç kimse bu kitaba konuşmam demedi. Ama İlhan Selçuk,
Emine Uşaklıgil ve Ali Sirmen'i aramadığımı da söyleyeyim. En
baştan konuşulacak kişiler listesini yaparken zaten onları dahil
etmemiştik. Bu bir armağan kitabıydı. Belgesel ve objektif olması
şartı yoktu. Kimsenin üzülmesine, kırılmasına, tansiyonunun
çıkmasına lüzum yoktu. Bu söylediğim her iki taraf için de geçerli,
sadece “Aman Hasan Cemal üzülmesin” hassasiyeti göstermiş değiliz.
Hasan Cemal, Yakup'ta toplandığımız geceden önce kitaptan tamamen
bihaberdi. Bu sürprizi muhafaza etmeyi, -hele de içinde 40'a yakın
gazetecinin olduğu böyle bir sürprizi- nasıl başardık ben de
bilmiyorum. Ama oldu. Dolayısıyla neyin kitaba konulacağı, kimin
aranıp aranmayacağı konusunda Hasan Cemal hiçbir noktada söz sahibi
olmadı. Kimlerle konuşulacağına Okay Gönensin, Ayşe Cemal, Kanat
Atkaya ve ben karar verdik.)
Bir ucu Ergenekon'a açılan bir Cumhuriyet benim
Cumhuriyetim değildir
“Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabınızı çıkarılı 10 yıl
oldu. Ama hâlâ bazı satırlarını hatırlıyorum. Çünkü insanın içini
yakacak cesarette bir özeleştiri vardı. Deniz Gezmiş'lerin idamına
gitmesinde payımız var demiştiniz... Bundan çok etkilenmiştim. Size
hazırlanan kitapta Ahmet Altan “Sahip olduğu ne varsa kaybetmeyi
göze aldı ve kendi kaderini bir daha yazdı” demiş. Bu sizi
birçoğumuzdan ayırıyor. Bunu nasıl yaptınız?
Mülkiye okuduğum dönemde sol radikal, kendine devrimci diyen bir
genç adamdım. Bir yerde komünist, bir yerde solcu, bir yerde
radikal. İlk girdiğim ray Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk'la beraber
Devrim Dergisi'ydi. Amacımız devrimdi ama pratikte yapmak
istediğimiz askeri kışkırtarak darbe yaptırıp, kendimize devrim
yolunu açmaktı, buna inanıyorduk. Ciddi olarak inanıyorduk. Daha
güzel bir dünyaya bu yoldan gidilebilirdi bize göre. Gençleri
kışkırttık. Darbe oldu. Gençler çok kötü günler yaşadı. Asılanlar
oldu. Bu benim içime işledi. “Deniz Gezmiş'lerin idama gitmesinde
vicdani payımız var” diye yazdım. Bunun saklanacak bir tarafı
yok.
Deniz Gezmiş'in bana lafıdır, “Marksist cunta ne zaman geliyor”,
bunun esprisini yapan insanlardı. Bir yıl sonra idam sehpasında
gördük onları. Bu korkunç bir duygu. İstediğimiz dünya hedef olarak
güzel bir dünyaydı, ama seçtiğimiz yol geriye dönüp baktığımda
eleştirilmesi gereken bir yoldu. Elde silah, askeri darbeye davet
ettik, sonunda da tam tersine tüm özgürlüklerin içine eden bir
zemin oluşturmuş olduk. O dönem beğen beğenme Türkiye İşçi Partisi
seçim yoluyla gelen çok partili dönemi savunmak lazım diyorlardı.
Ecevit de ortanın solundan bunu söylüyordu. “Halkın oyundan
ayrılmayalım, seçim sandığından” diyordu. Yerin dibine batırıyorduk
Ecevit'i. Kimine göre bu döneklik oldu. Askeri darbeyi kışkırtan
bir hareketten dönmek döneklikse döneğiz. Bu kavga Cumhuriyet'te
olan kavga. Bugün Ergenekon'a gelen çizgi de aynı.
Ben gittim İlhan Selçuklar geldi Cumhuriyet kavgasında
yenilmedim ama kaybettim
40 yıllık Bab-ı Âli macerasının 18'i Cumhuriyet gazetesi.
Bu bölümü yazdınız, söylediniz, anlattınız. Sürekli bunu anlatan
adam olarak gözükmenizi istemem ama yine soracağım izninizle. Siz
Cumhuriyet kavgasını kazandınız mı, kaybetiniz mi
sizce?
Yenilmedim ama kaybettim o kavgayı tabii. Çünkü gitmek zorunda
kaldım, İlhan Selçuklar geri geldi. Ama ben kendi görüşlerimle
devam ettim, iç huzurumla yaşadım. Fikirlerim yenilmedi yani. Onlar
geldi kendi kafalarına göre yaptılar gazeteyi ama Cumhuriyet
gazetesinin o döneminden Ergenekon'a kadar bir çizgi
çekebiliyorsun. Ben geldiğimde 80 darbesi olalı yedi-sekiz ay
olmuştu. Ben gelince “Artık bu gazetenin anlayışı şudur, iyi darbe
kötü darbe ayırımı yapılmayacak, hepsi kötüdür” dedim. Bu büyük
kavga yarattı. Nadir Bey “Yapmayalım” dedi. Bu büyük tepkiye yol
açtı. Ben ilk kez 27 Mayıs Darbesi diye yazınca iyice ortalık
karıştı. Ama 83'e, Özal'a kadar demokrasi adına çok iyi bir duruş
gösterdik. Tiraj arttı. Yüzünü değiştirdik gazetenin. 87'ye kadar
da öyle böyle idare ettik. Her zaman kapalı kapılar adında bir
çekişme vardı, demokrasinin özüyle ilgili bir çekişmeydi bu. Hem
ekonomi hem siyasette liberal çizginin savunulması, çoğulcu
demokrasinin savunulması İlhan Selçuk ve arkadaşlarının çok
sevmediği işlerdi. Gazetede Karl Popper adının çıkmasından
hoşlanmazlardı mesela. Ben Havel'i savunmaya başlayınca masada
büyük kavga etmiştik. Berlin duvarının yıkılması falan İlhan
Selçuk'ta büyük hayal kırıklığı yarattı. O duvar yıkılırken bizim
gazetenin duvarları da sarsıldı o zaman. Aile kavgası Cumhuriyet'te
hiç bitmedi. Nadir Nadi ve kardeşleri arasındaki kavga hiç bitmedi.
Bizim dönemde de eski yeni kavgası patlayınca aile kavgası da
tekrar su yüzüne çıktı. Ben bu kavgayı hiç yapmak istemedim. İlhan
Abi de bunu bilir. “Biz aile kavgasını tetiklersek, dengeyi
bozarsak parçalanırız” demiştim. Dinlemediler. Amacım kavga hiçbir
zaman olmadı ama geri de çekilmedim, savaştım.
Siz o döneminizi seviyorsunuz ama...
Kendi dönemimi çok sevdim. Ben ayrıldıktan sonraki Cumhuriyet benim
Cumhuriyetim değildir, İlhan Selçuk'un Cumhuriyetidir. Bir ucu
Ergenekon'a açılan bir Cumhuriyet benim Cumhuriyetim değildir.
Hayatımın en güzel yılları Cumhuriyet'te geçti. İlhan Selçuk'un
sizin ailenizde de önemli bir yeri vardı. Benim hayatım için de çok
önemliydi. Abim yoktu ama İlhan Selçuk benim abimdi. Her şeyi
paylaştığım, özel hayatımı bile paylaştığım, elimden tutun biriydi.
Ama şimdi küsüz, kırgınız birbirimize. İlhan Abi benden daha katı.
O daha küs ve kırgın. İdeolojik farklılık yüzünden, ikimiz de
birbirimizi bir türlü affedemiyoruz.
İlhan Selçuk, 1990'lardan 2003 darbe tertiplerine kadarki
süreçte rol oynadı
“Benim Cumhuriyet'te İlhan Selçuk ve arkadaşlarıyla
verdiğim kavganın ne anlama geldiği Balbay günlükleriyle ve
Ergenekon'la ortaya çıktı” diye yazdınız.
Basit, gazetecilerin iktidar kavgası değildi bu tabii ki, demokrasi
kavgasıydı, 1992'den itibaren İlhan Selçuk'un yazılarını düzenli
bir şekilde takip eder oradan bir çizgi çizerseniz 2003'teki Şener
Eruygurların içinde bulundukları darbe tertiplerine bağlanır.
Balbay'ın günlüklerini, darbe günlüklerini ve İlhan Selçuk'un
yazılarını beraber okursanız, nasıl ki Aytaç Yalman'ı, Şener
Eruygur'u emekli olur olmaz alıp, Cumhuriyet'in vakfının danışma
kurulu üyesi yaptı, her şeyi yerli yerine oturuyor. Balbay'ın
tutuklu kalmasına gerek yok, paşalar dışarıdayken üstelik, buna
içim elvermiyor. Ergenekon sürecinde birçok hukuki aksama da
bulabilirsiniz ancak askeri hukukun içine çekecek bir süreçtir bu,
“Erdoğan tarafından icat edilmiştir, ona karşı olanlar
tutuklanıyor” derseniz bu ahmakça ve işi saptırma çabasıdır. Benim
vicdanımda gayet nettir durum, İlhan Selçuk 90'ların başından 2003
darbe tertiplerine kadar olan süreçte gayet önemli rol oynamıştır.
Bu davalar beraatle bile sonuçlansa, görünen şeyler açıktır. Kim
inanıyor ki yapmadık etmedik demelerine. Biz de aynısını yaşadık, 9
Martçılar mahkemeye çıktı, beraat etti, çünkü ucu hava kuvvetleri
komutanı Muhsin Batur ve Genelkurmay Başkanı Faik Gürler'e
dayanıyordu.
Kitap bilgisi
Kitap 1000 adet basıldı. İçinde Altan Öymen, Atilla Aksoy, Okay
Gönensin, Yalçın Doğan, Ali Acar, Yalçın Bayer, Meral Tamer, Refik
Durbaş, Murat Belge, Osman Ulagay, Cengiz Çandar, Atilla Dorsay,
Umur Talu, Ümit Kıvanç, Bülent Erkmen, Şahin Alpay, Kerem Çalışkan,
Enis Berberoğlu, Hadi Uluengin, Yavuz Baydar, İsmet Berkan, Sedat
Ergin, Şebnem Şenyener, Orhan Pamuk, Tuğrul Eryılmaz, Mehmet Ali
Birand, Zafer Mutlu, Derya Sazak, Mehmet Yılmaz, Oral Çalışlar, Ali
Bayramoğlu, Cengiz Turhan, Gürsel Göncü, Ergun Babahan, Doğan
Hızlan, Yasemin Çongar, Ahmet Altan var. Fakat Cengiz Turhan'dan
itibaren baskıya yetişme kriteri vardı, yani tasarımın yapısına
göre araya sıkıştırılamıyordu, o yüzden mantık biraz kaydı.
Futbolcu olmamak içimde kaldı
Genel yayın yönetmeni olduğum dönemlerde futbol ve GS çok arkaya
gitmişti, yıllarca kuzenim aidatlarımı ödedi de, üyeliğim böylece
devam etti. Ama 90'lı yıllarda buna zaman ayıracak durumum oldu. GS
çok atağa geçti Fatih Hoca'yla. İçine girerek ilgilendim ben de.
Ayrıca futbol yazısı popüler yapıyor adamı. Ahmet Altan “Hasan
Cemal adıyla ne yazdığını merak ediyorlar, gerçekten iyi futbol
yazıyor musun, müstear bir isimle yaz da görelim” diye dalga
geçiyor benimle. Benim ciddi futbolculuğum var. Devam etseydim
Hıncal Uluç o günün Emre Belözoğlu olduğumu söyler.
Solak mıydınız?
Sağ ayaktım ben ama solum da tahta değildir. Orta saha defansif
yönü ağır basan sağ iç oynardım. Hâlâ rüyalarımda kafaya çıkarım. O
heyecanla. Golü atarım. Alkış, tribünler ayakta. Futbol benim
içimde kalmış ender konulardandır. İçimde kaldı. Genç, başarılı
futbolcuların Galatasaraylı olursa mutlaka ama başka takımda da
attığı gollerde gözlerim dolar benim. Ağlarım bayağı. Milli takımın
maçlarında. Zaten artık iyice duygusal oldum, özellikle kızlarıma
karşı.
Futbol milliyetçiliği dediğiniz kavram, değil
mi?
Buna da çok kızıyorlar. Murat Belge, Yıldırım Türker, Orhan
Pamuk... Tüyleri diken diken oluyor, ben böyle söyleyince. Son
Avrupa Şampiyonası'nda, her yazıda “finale finale Viyana'nın
fethine” diye yazdım. Yıldırım çıldırdı, ağır eleştirdi. “Bu,
futbol milliyetçiliği yahu” diye. 2010 Güney Afrika'ya
gidemediğimize çok üzüldüm. Ama ben Ayşe'nin ve gazetenin tüm
muhalefetine rağmen gideceğim. Gazetedekileri bazı taktiklerle
etkisiz hale getirebiliyorum. “Siyaset de yazarım oradan” falan
gibi.
SANEM ALTAN - VATAN