Hasan Cemal 23 yıl sonra Cumhuriyet'e yazdı
Hasan Cemal, yayın politikasındaki görüş ayrılığı nedeniyle genel yayın yönetmenliğinden ayrılarak Şubat 1992’de veda ettiği Cumhuriyet gazetesine yaklaşık 23 yıl aradan sonra ilk kez yazı yazdı. Cemal’in, yazısı 87 yaşındayken
T24 yazarı Hasan Cemal, yayın politikasındaki görüş ayrılığı nedeniyle genel yayın yönetmenliğinden ayrılarak Şubat 1992'de veda ettiği Cumhuriyet gazetesine yaklaşık 23 yıl aradan sonra ilk kez yazı yazdı.
Cemal'in, yazısı 87 yaşındayken hayatını kaybeden, "Cüneyt Baba" dediği, Hürriyet'te çalışırken Hasan Cemal'e atlatma haberleriyle kabus yaşatan Cüneyt Arcayürek için...
Gazetenin birinci sayfasından da anonsladığı yazı duayen gazeteci için bir veda yazısı.
İşte Hasan Cemal'in 23 yıl sonra Cumhuriyet'e yazdığı o
yazı:
CÜNEYT BABA
Benim için Cüneyt Baba’ydı o, Cüneyt
Arcayürek değil.
Ve kâbusumdu.
Ankara gazeteciliğim sırasında her
sabah Hürriyet’i elime çekinerek
alırdım.
Korkulu rüyam, Cüneyt Baba bugün
yine ne atlattı, sorusuydu.
Haberle yaşardı o.
Atlatma haberler
yaşatırdı onu.
Bakla gibi imzası ve fiyakalı
fotoğrafıyla Hürriyet’in tepesinde, sürmanşetinde bir süre
gözükmezse, huzursuz olurdu.
Hatta huysuzlaşırdı.
Onun bu hâllerini bilenler, böyle
zamanlarda Baba’nın yanına pek yaklaşmazlardı
Cumhuriyet’in Ankara
temsilcisiydim.
1980 yılbaşının ertesi günü sabah
erken İstanbul’dan Ankara’ya dönüyordum.
Uçakta elime Hürriyet’i alınca,
başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
Cüneyt Baba, sürmanşetten nanik
yapıyordu:
“Ordu uyarı mektubu
verdi!”
Genelkurmay Başkanı Evren ve kuvvet
komutanları Çankaya Köşkü’ne
çıkmış ve Cumhurbaşkanı Korutürk’e verdikleri bir mektupla, dokuz
ay sonraki 12 Eylül darbesinin ilk
işaretini çakmışlardı.
Baba yine atlatmıştı.
Ankara’ya iner inmez,
doğru Uğur Mumcu’ya gittim.
Ne yapabilirdik?
Baba’nın canını biraz olsun nasıl
acıtabilirdik?
CHP lideri
Ecevit’in kapısını çaldık. Başbakan
Demirel’in karşısında ana muhalefetti.
Ecevit’in ‘uyarı
mektubu’na ilişkin değerlendirmeleri ertesi
gün atlatma
haber olarak Cumhuriyet’in
manşetini süslüyordu.
Her gün olduğu yine sabah vakti
erken aradı, kocaman bir “N’OLOOR?” çekerek.
Bu kez haberden dolayı kutluyordu
beni, ama bu gibi durumlarda sesinden hiç eksik olmayan alaycı
titreşimleriyle...
CÜNEYT BABA'YI MARKAJA ALDIĞIMI SANIRDIM
İkimiz de Çankaya’da, eski Basın
Sitesi'nde oturuyorduk.
Sitede başka Ankara
gazetecileri de yaşıyordu.
Hatırlayabildiklerim:
İlhami Soysal, Mehmet Ali
Kışlalı, Örsan Öymen, Nizam Payzın, Mustafa Ekmekçi, Behiç
Ekşi.
Cüneyt Baba karşı blokta, üst
kattaydı.
Ben ise giriş katında, Mustafa
Ekmekçi’ye ait tek odalı evde kiracıydım. Sevgili Ekmekçi, bazı
sabahlar kapımı çalar, o sevimli ve muzip yüz ifadesiyle beni
çorbaya davet ederdi.
Akşamları arada bir başımı
pencereden uzatır, Cüneyt Baba evde mi, değil mi kontrol ederdim.
Çalışma odasının ışıkları yanıyor mu, yanmıyor mu
bakardım.
Böylece onu markaja aldığımı
sanırdım.
Her gün defalarca
telefonlaşırdık.
Cüneyt Baba’nın bana sempatisi
vardı. Ben de onu olanca huysuzluğuna rağmen gerçekten severdim.
Beni ona yakınlaştıran gazeteciliğe, haberciliğe olan sevgisiydi
aynı zamanda...
Bu arada mesleki
çıkarcılık da vardı aramızda.
‘Ankara
gazeteciliği’nde haber ittifakları da
yapılırdı. Gazeteci milleti haber
atlamaya bir önlem
olarak işbirliği hatları kurardı zaman
zaman...
Biz de Baba’yla birbirimizi
kollardık. Ama daha çok o bana yardımcı olurdu.
1979, 1980 yıllarında televizyon
devlet tekelindeydi. Özel televizyonlar yoktu. Siyasi tartışma
programları da canlı çekilmez, banda alınırdı.
Ama böyle bir programa bir kere
çıktın mı, sokakta bir anda tanınır hale gelirdin, popüler
olurdun.
1979 sonları olmalı.
Böyle bir televizyon programına ben
de davet edilmiştim, Cumhuriyet’in Ankara temsilcisi
olarak.
Hürriyet’ten Cüneyt Arcayürek
değil, yanlış hatırlamıyorsam Başyazar Oktay
Ekşi vardı.
Güncel siyaset
tartışacaktık.
Baba biraz bozuktu davet edilmediği
için.
Beni aldı karşısına, uzun
uzun taktikler verdi, Oktay Abi’ye
karşı...
Performansımdan memnun
kalmıştı.
Program
sonrasında Ankara Oteli’nin barında keyifle
yudumlamıştık viskilerimizi...
TANK SESİYLE UYANDIRDI
Hatıralar dipsiz bir kuyu gibi...
Cüneyt Baba’yla o kadar çok ortak
anımız vardı ki.
Hiç unutamadıklarımdan biri, 1980
yılı 11 Eylül gününe aittir.
Politika kulislerinin puslu havası
akşamüstüne doğru iyice koyulaşmıştı.
Akşama doğru bürodan
çıktım.
Arcayürek’i aradım:
“Baba, ne var ne yok?”
“Vallahi yok bir şey. Fakat eve
gelirken etrafı şöyle bir kolaçan
ediver. Genelkurmay’ın, TRT’nin
önünden geçiver arabayla. Bakalım bir hareket var mı... Eve gelince
de bir telefon salla bana.”
Geceyarısını geçiyordu Yalçın
Doğan’dan çıktığımda.
Cuma, 12 Eylül
1980.
Saat 01.10.
Hava ve Deniz
Kuvvetleri komutanlıklarının bulunduğu binalarda da
durum sakin...
Genelkurmay
Başkanlığı:
Işıklar yanmıyor!
Çünkü arka tarafta
çalışıyorlarmış…
Eve gelir gelmez yine Arcayürek’i
aramıştım:
“Baba, ne Genelkurmay’ın ışıkları
yanıyor, ne de TRT’nin önünde tanklar var” deyip hemen
yattım.
Çok geçmedi, başucumdaki telefonun
çınlamasıyla sıçradım.
Saat
02.15.
Cüneyt Baba:
“Hasan, kalk kalk! Sesleri duyuyor
musun?”
“Ne sesi yahu, dalga mı geçiyorsun
gecenin bu saatinde” deyince Baba sesini yükseltti:
“Tank sesi oğlum, tank
sesi. Pencereye yaklaş da kulağını aç biraz!”
Gerçekten tank sesiydi bunlar;
gecenin sessizliğini yırtan... Tank paletlerinin asfaltla buluştuğu
yerden çıkan, gıcır gıcır, kulak tırmalayıcı sesler...
Çankaya’ya tırmanıyor, Oran’a doğru
kıvrılıyorlardı... Apar topar giyinip Baba’nın Volkswagen’ına
atmıştık kendimizi. Cüneyt gazlıyor.
“Meşrutiyet’te inip büroya gideyim”
diyorum, ama Cüneyt dinlemiyor:
“Birlikte olalım daha
iyi, Hürriyet Matbaası’na
gidelim.”
Gece nöbetçileri dışında
kimsecikler yok. Baskı bitmiş, her taraf sessizlik
içinde.
İstanbul’u arıyoruz:
“Baskıyı durdurun, bir şeyler
oluyor.”
Sağa sola telefonlar; evet
kesin:
“Ordu el
koyuyor.”
Cüneyt’le birlikte birer teleksin
başına geçiyoruz.
Ancak birkaç satır
geçebiliyorum.
Teleks birden susuveriyor,
hırıltılı bir sesle.
Mesleğine düşkün gazetecilerin
kulağına nedense pek hoş gelen o teleks tıkırtıları kesiliveriyor
ansızın...
Telefona sarılıyoruz.
Onlar da işlemiyor,
kesik...
Sanki gazeteciliğimiz bir anda
işlevini yitirmişti.
O anı, hiç unutamayacağım,
Cüneyt’le bir süre öyle bakıştık çaresizlik içinde.
Evet, ne yazık
ki “film
kopmuştu” artık...
HABERİ İYİ KOKLAR BAŞKASINA KOKLATMAZDI
Cüneyt Baba’yla
ortak anılarımız hep gazetecilikle ilgiliydi.
Baba’nın askerde, daha doğrusu
Genelkurmay’da, devlette
ve DP-AP-DYP dünyasında, belki daha
doğru deyişle ‘Demirel dünyası’nda hiç
tükenmeyen çok iyi haber kaynakları vardı.
Arkasında Hürriyet gibi
bir gazete de olduğu için Cüneyt Baba ‘Ankara
gazeteciliği’nde ayrıcalıklı bir yere sahipti.
Haberi çok iyi koklar, başkasına da
pek koklatmazdı.
Ve o yerini ‘gazeteci
milleti’ne özgü, bazen kıskançlığa varan bir titizlikle
yıllar boyu korumaya çalışmıştı.
1974’te Kıbrıs müdahalesinde adaya
ilk çıkan, Hürriyet’in birinci sayfasını çıkartmaya dair fotoğraf
ve yazılarıyla kaplayan tek gazeteci o olmuştu.
1963’de Kıbrıs’la
ilgili ‘Johnson Mektubu’yla imzasını yine
müthiş bir atlatma haberin altına atmıştı.
1981’de ben genel yayın yönetmeni
olduktan bir süre sonra Cüneyt Baba da Cumhuriyet’e gelmiş, mesleki
heyecanını da bize taşımıştı.
1991 genel seçimleriyle
birlikte Cumhuriyet vazosu kırılınca,
birbirimizden kopmuştuk.
Ben Sabah’ta çalışırken, Baba’yla
seyahatlerde karşılaştığımızda bazen duygusal anlar yaşar,
dertleşirdik.
Hayat böyledir.
Zaman köşeleri törpülüyor,
yumuşatıyor.
HABERİ ATLATMAYI SEVMİŞTİK
Demek yıllar benim için de hızla
geçiyor.
Ölümlerin arkasından çok yazı
yazmaya başladım.
Örsan Öymen… Çetin Emeç…
Uğur Mumcu… Mustafa Ekmekçi… Ercan Arıklı… Ufuk Güldemir… Turan
Yavuz… İlhan Selçuk… Mehmet Ali Birand…
Unuttuklarım var mı?..
Bilemiyorum, olabilir
de.
Şimdi de Cüneyt
Baba…
Geçenlerde Kanlıca’da,
gazeteci-patron geleneğinin son temsilcilerinden Erol
Simavi’nin cenazesindeydim.
Hürriyet’in patronu Erol
Bey’i ne kadar çok dinlemiştim Cüneyt Baba’dan. Kızdığı
zamanlar olur, sevdiği zamanlar olurdu. Ama genellikle iyi söz
ederdi Erol Bey’den…
Ben de sevgili
Arcayürek’ten, Cüneyt Baba’dan iyi söz
ediyorum.
Aynı mesleğe gönül vermiş,
haberi, ‘atlatma’yı sevmiştik.
Gerçek bir gazeteciyi
kaybettik.
Gazeteci milletinin ve Arcayürek'in
hayattaki her şeyi olan sevgili eşi Esin Hanım'ın başı
sağolsun!
Rahat uyu Cüneyt
Baba.