Hangi yazar Sabah'tan ayrıldı?
İşte Sabah gazetesiyle yollarını ayırma kararı alan ünlü şarin veda yazısı ...
Hoşça kalın
En
sevdiğim filmleri saymamı isteseler, belki ilk anda aklıma gelmez,
adını veremem; ama sonradan, unutuşun pişmanlığıyla, Kostümcü'yü
(The Dresser) hatırlarım. İzlemiş miydiniz? İzlemediyseniz, Peter
Yates'in yönettiği, Albert Finney ile Tom Courtenay'in unutulmaz
oyunlarıyla sinemanın "en iyileri" arasında yer alan filmi kollayın
derim, belki televizyonda ya da DVD'de yakalarsınız.
Yıllar önce seyretmiştim Kostümcü' yü. İki sahne beni çok
etkilemişti. Biri, Finney'in treni durdurması...
Öteki ise...
İkinci Dünya Savaşı yılları. Askere gidemeyen yaşlı ya da sakat
oyuncular tiyatro yapmayı sürdürüyor. Finney'in topluluğu da
Shakespeare oyunlarıyla kent kent dolaşıyor.
O arada İngiltere bombalanıyor. Yıkıntılar arasında yaşlı bir
adamla karısı. Harabeye dönmüş evlerinin önünde, çaresiz,
oturuyorlar. Finney yaklaşıyor onlara. Ve o akşamki temsil için
cebinden çıkardığı tiyatro davetiyesini uzatıyor.
***
Bombalar altında
sanatı sürdürmek. Ne koşullar altında olursa olsun, "güzellik
sunabilmek".
Pudovkin. Ünlü Sovyet yönetmeni. Sözlerindeki "sinema" sözcüğünü
"sanat" olarak değiştirebilir miyiz acaba? Şöyle diyor: "Sinemanın
temel amacı, insanlara yeni şeyler görebilmelerini öğretmek, içinde
körü körüne yaşadıkları dünyayı bıraktırmak, evrenin anlamını,
güzelliğini kavrattırmaktır."
Bir başka yönetmen, Luis Bunuel de, "Hangi toplumda olursa olsun,
sanatçının bir sorumluluğu vardır," diyor. "Etkisi sınırlıdır
gerçi; bir ressam ya da bir yazar tek başına dünyayı
değiştiremez.
Ama uyumsuzluğu diri tutabilir. Sanatçılar olmasa, güçlüler, her
yaptıklarının onaylandığını, desteklendiğini ileri sürebilirlerdi.
Aradaki bu küçük ayrılık son derece önemlidir."
***
Türkiye'de
"sanatçı" denilince akla ilk gelen "şarkıcı" oluyor ya, sözü bir
şarkıcıya, Woody Guthrie'ye verip aradan çekileyim:
"Sana artık bir işe yaramadığını anlatan şarkılardan tiksiniyorum.
Dünyaya 'yitirmek' için geldiğini söyleyen şarkılardan
tiksiniyorum. Yitirmek. İşe yaramamak. Beş para etmemek. Neden? Çok
yaşlısın, çok gençsin, çok şişmansın, çok zayıfsın, çok çirkinsin,
ondan. Seni yıkan, seninle dalga geçen şarkılar... Son soluğuma,
kanımın son damlasına kadar bu tür şarkılarla savaşacağım... Bu
dünyanın senin dünyan olduğunu, seni yerden yere vursalar bile
ayakta kalabileceğini kanıtlayan şarkılar söyleyeceğim. Kendinle,
işinle onur duymanı sağlayan şarkılar. Senin gibi insanları anlatan
şarkılar."
***
Bu
yazı, yıllardır sürdürdüğüm köşemden "ayrılık yazısı". Her şeyin
bir süresi var. Benim bu sayfadaki sürem de doldu işte. Kendi
isteğimle ayrılıyorum.
Anılarımı anlattım; kitaplara, filmlere değindim; futboldan,
kedilerden, göçüp gitmiş dostlardan söz ettim. Bunu yaparken,
yukarıda aktardığım görüşlerin yanı sıra, Alfred Hitchkock'un
"Sinemada ilk altın kural:
Can sıkmayacaksın" ilkesine de bağlı kalmaya çalıştım.
Carlyle, "Bir kitap yürekten gelmişse, ancak o zaman başka
yüreklere ulaşabilir," diyor.
Yazılarım sizin yüreklerinize ulaştı mı, bilemiyorum; ama hepsi
benim yüreğimden geldi.
Hoşça kalın.
ÜLKÜ TAMER / SABAH