Halıcılıktan ödüllü savaş fotoğrafçılığına
"İtalyan fotoğrafçı Alessio Romenzi kendini bir ‘savaş fotoğrafçısı’ olarak tanımlamasa savaştan çektiği kareler ile ödül almış bir fotomuhabir.
GAZETECİLER.COM * Dünya Basın Fotoğrafları yarışmasında birinciliği elde eden ve Suriye’de çektiği karelerle ünlenen Alessio Romenzi bu hafta Türkiye’deydi. Romenzi ile buluşup fotoğrafçılığı ve Suriye’nin durumunu konuşan Akşam muhabiri Kaan Kavuşan, ünlü fotoğrafçının bilinmeyenlerini de gözler önüne serdi.
İşte o röportajdan çarpıcı bölümler:
"İtalyan fotoğrafçı Alessio Romenzi her ne kadar kendini bir ‘savaş fotoğrafçısı’ olarak tanımlamasa da ‘Suriye İç Savaşı’nda çektiği fotoğraflarla ünlü bir sanatçı. Birçok organizasyonla çalışan ve işleri birçok gazetede basılan Romenzi, en prestijli ödüllerden biri olan Dünya Basın Fotoğrafları yarışmasında Haber Hikâyesi bölümünde birinci oldu. Romenzi, Forum İstanbul’daki sergi için bu hafta Türkiye’deydi. Biz de ünlü fotoğrafçıyla buluşma fırsatını elde ettik…
- Fotoğrafçılığa başlama hikâyeniz nedir?
2009’ta başladım. Yılın sonlarıydı. İtalya’dan Kudüs’e taşındım.
Daha önce gazeteci değildim hatta fotoğrafçı bile değildim.
Bambaşka bir hayatım vardı.
- Marangozluk yapmışsınız…
Evet, çok iş yaptım. Marangozluk da onlardan biriydi.
- Başka neler yaptınız iş olarak?
Birçok fabrikada çalıştım. Kasabamda kocaman bir çelik fabrikası
vardı, orada çalıştım. Endüstriyel işleme tesislerinde çalıştım.
Zor bir işti. Kocaman depolar, deniz seviyesinin altı, 30 derece…
Halıcılık ve taksi şoförlüğü yaptım. Hayat bu, para kazanmak
zorundaydım. Sonra fotoğrafçılık okulundan mezun oldum. Kudüs’e
gittim. İki yıl boyunca Birleşmiş Milletler organizasyonları ve
sivil toplum örgütleri için çalıştım. Daha sonra Mısır devrimi
sırasında oraya gittim ve gider gitmez Libya başladı, oraya da
gittim. Sonra da “Suriye’ye gideyim” dedim…
- Fotoğrafçı olmaya karar verdiğiniz anı anlatır
mısınız?
Fotoğrafçılık da bir iş, ben böyle görüyorum. Kendinizi birden
fotoğrafçı olarak bulamazsınız. Hep tutkumdu fotoğraf. Yapmaya
başlamadan yıllar önce, profesyonel olarak yapmak istemiştim
aslında. Ama çalıştığım iş, üç vardiyaydı. İstediğim şeyleri çekme
zamanım olmuyordu. Doğru koşullar oluşmuyordu. İşten ayrılınca bol
zamanım oldu. Hep röportaj, portre ve sosyal meseleler hakkında
çekim yapmak istiyordum. Kudüs’te yaşayan arkadaşım da “Gel burada
dene” dediğinde gittim. “Ya şimdi ya hiç” dedim kendime.
SAVAŞ FOTOĞRAFÇISIYIM DİYEMEM
- Kendinizi savaş fotoğrafçısı olarak niteliyor
musunuz?
Hayır, savaş fotoğraflarıyla öne çıktım ama öyle diyemem. Spor,
portreler, manzaralar çekiyorum.
- En çok hangisini seviyorsunuz?
Spor olmadığı kesin. Sosyal meselelerle ilgiliyim. Kriz
bölgelerinde olmayı daha çok seviyorum. Bir şekilde, -nedenini
sormayın, bilmiyorum- bu tarz şeyler ilgimi daha çok çekiyor. Bir
insanoğlu olarak baskı altında içine girdiğimiz durumlar daha
gerçektir. İnsanın hayvani tarafı ortaya çıkar. Hayatınız tehlike
altındaysa, oradaysanız gerçek fotoğraflar elde
edersiniz.
- Suriye’nin durumu nedir size göre?
En son orada olduğumda, nisan ayı gibiydi. Üzücü bir durum… Ne
olduğunu kestirmek her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Öyle zordu
ki, ne olacağı hakkında hiçbir şey düşünmeden gittim. Ülke kendi
kendini yok ediyordu. Bir sebep olsa anlarım ama orada hiçbir sebep
yoktu. Tarihsel, jeopolitik olaylar vardır ama insan insanı
öldürmez.
ÇÖZEMEYİZ AMA AKTARIRIZ
- Suriye’de çok şey gördünüz. Duygusallaştığınız anlar
da olmuştur. Eve geldiğinizde neler yapıyorsunuz psikolojinizi
rahatlamak için?
Rahatlamakla kurtulamıyorum. Birincisi, risk çok yüksek… Herkes
hayatını tehlikeye atıyor. Cesetler görünce başka bir şey düşünemez
oluyorsun… O durumda bile çekim yapmak zorundayım. Ben ve
meslektaşlarımızın fotoğrafları durumu çözmeyecek ama en azından
dikkat çekecek. Gelecek için anılar oluşturacak. Bunun bilincinde
olmak ağır yük.
- Suriye’deki en tehlikeli hatıranız nedir?
Bir keresinde, Lübnan’dan Şam’a gitmeye çalışıyordum. Sınırı
geçerken, ben ve yanımdaki bir asi yürüyoruz. Dağlarda bir yabancı
olarak tek başına gezemezsiniz, bana rehberlik ediyordu. Suriye
Ordusu da devriye atıyor. Saat 2 gibiydi. Bir çukura saklandık. Çok
derin değildi. Sırt çantam çukurun deliğine pek sığmıyordu.
Askerler fenerlerle ışık tutuyordu. Çantamın gölgesini arkamdaki
kayalıklarda görebiliyordum. 15 metre yakınımızdaydılar. Köpekler
havlıyordu. Hâlâ o köpekler neden bizi bulamadı anlamıyorum.
Yanımdaki asi elini silahına götürdü ama Allah’tan ateş açmadı. Bir
müddet sonra askerler gittiler. Asi ateş açar diye çok
korkmuştum.
ANTAKYA’DA EVİM VAR
- Türkiye’de ilk defa mı bulunuyorsunuz?
Hayır, Antakya’da evim bile vardı. Suriye’ye yakın olmak amacıyla
daha güvenli bir yerde ev tutmuştum.
- Telefonla fotoğraf hakkında ne
düşünüyorsunuz?
İlginç, çünkü bazı savaş fotoğrafçıları iPhone kullanmaya
başladılar. Sonuç iyi olduktan sonra istediğiniz makineyi
kullanın.
- Siz kullanıyor musunuz?
Evet ama arkadaşlarımı, ailemi çekmek için sadece…
TÜRKİYE VARDI, SAVAŞ YOKTU
- Ödüllü fotoğrafınızdan sınırdakinin hikâyesini
anlatabilir misiniz?
Çok önemli bir fotoğraf. Doğru seçimi yaptınız. Bu fotoğraf, Suriye
ve Türkiye arasındaki bir sınır geçişinin fotoğrafı. Dikenli teller
önlerinde… İki adam, yeni doğmuş bir bebek ve annesi var. Anne
bebeği elinde tutuyor. Bu insanlar mülteci olacaklar.
Suriye’den savaş nedeniyle kaçıyorlar. Muhalifler mi, iktidar
yanlısı mı bilmiyorum. Önemli de değil. Gün doğarken saat 5-6
civarında onları takip ettim. Reyhanlı’nın hizasında, Suriye
tarafında kalan bir yerdi. Aile her şeyi göze almış, illegal
yollarla Suriye’den kaçıyordu. Tarlaların arasından birlikte
yürüyerek Türkiye sınırına geçişlerini izledim. Yarım saat sürdü.
Sonunda onlar başarınca ben de başarmış gibi hissettim. Önlerinde
Türkiye vardı. Sınırdayken iki farklı yaşam vardı onlar için.
Savaşı bırakıp barışa gidiyorlardı.