'Hâlâ konuşuyor musun Mehmet Tezkan?'

Salih Tuna da malum gündemin içinde. tuna Başbakan ile köşa yazarları arsındaki polemiğe içeriğinden ziyade tavırlar boyutuyla yaklaşmış.

GAZETECİLER.COM

Yeni Şafak yazarı Salih Tuna da malum gündemin içinde. tuna Başbakan ile köşa yazarları arsındaki polemiğe içeriğinden ziyade tavırlar boyutuyla yaklaşmış. Mehmet Tezkan'ın Başbakan'ın yazısına atıfta bulunmasıyla yaşadığı popüleriteyi taşıyamadğını

Hâlâ konuşuyor musun?

Başbakan "çok ve boş yazıyorsun" demeye getirdi, adamcağız bir zil takıp oynamadığı kaldı:

"Başbakan beni onurlandırdı… Demek ki beni okuyor, ciddiye alıyor…"

Nedir bu şimdi?

İstihza mı?

Peki, bu "istihzanın" zekayla herhangi bir bağı var mı?

Böylesine acze dayanan alay ve istihza her şeyden evvel marazi bir ruh halinin, tereddinin ürünü değil midir?

Diyelim ki Mehmet Tezkan fena halde ciddi…

Başbakan, "devlet ve millet düşmanı" diyor, bunun neresi "onur" verici?

Başbakan sen de çok yazıyorsun diyor; eleman, "beni okuyor, ciddiye alıyor" diye havalara uçuyor!

Tamam, ciddiye alıyor ama, hiç yazmasa daha fazla "ciddiye" alacak; şuncacık şeyi anlamıyor mu?

Başbakan, "Eskiden köşe yazarları haftada bir yazardı. Şimdi her gün yazıyorlar…" diyor; eleman, "Versin parayı ben de 2 gün yazayım…" karşılığını veriyor.

Yazdıklarına saygısı olan bir yazar kendini böyle "pazarlar" mı?

"Biraz daha para vereyim, o 2 gün de yazma… " derse ne cevap verecek?

Yanlış anlaşılmasın; Başbakan'ın söz konusu konuşmasını onaylıyor değilim.

Yerinde olsaydım, "Siyasetçiler az konuşunca ülke rahatlıyor" ifadesine cevap vermeye tenezzül etmez, gülüp geçerdim.

Mezkur söz bana en fazla, 12 Eylül depolitizasyon sürecine karşı Demirel'in "Konuşan Türkiye" kampanyasını hatırlatırdı.

Hani…

Demirel konuşunca başbakan ve cumhurbaşkanı, halk konuşunca "28 Şubat" olmuştu.

Halkın konuştuğu platformlardan biri de Ali Kırca'nın "Siyaset Meydanı" idi.

Ne ki, halkın konuşmaya, sesini duyurmaya en çok ihtiyacı olduğu "28 Şubat"ın o ufunetli günlerinde Ali Kırca siyaset dükkanına kilit vurmuş, arazi olmuştu. (Allah bu millete o günleri bir daha yaşatmasın!)

Mehmet Y.Yılmaz haddini aşmıştır!

Gelgelelim öyle saygısız yazılar kaleme alınıyor ki, sinirlenmemek elde değil.

Mesela…

Mehmet Yakup Yılmaz, domuz etinin haram olduğuna dair inancın, Başbakan'ın domuz gribi aşısına karşı çıkmasının nedeni olabileceğini yazacak kadar haddini aşmıştı.

Takdir edersiniz ki; adaşı Mehmet Tezkan'ın malum yazısı, bu kadar saygısız değil.

Ne ki, "Kim bilir ne kadar ehemmiyetli bir şahsiyetim ki, Başbakan bana fırça attı!.." gibilerinden ekranlarda arz-ı endam etmesi, biraz gıcık tabii.

Bekir Coşkun, elemanı arkalıyor ama, her an ofsayda düşebilir, haberi olsun.

Hayır yani, kararlı olsa, belki bu kadar sevimsiz olmayacak.

Mağdurları oynayarak, Bekir Coşkun hesabı kendimi acındırayım mı; yoksa Başbakan tarafından şu veya bu şekilde muhatap alındığım için "sevindirik" mi olayım… henüz karar vermiş değil ki!

Her halinden belli bu!

Bekir Coşkun, elemanı arkalıyor ama, her an ofsayda düşebilir, haberi olsun.

Milliyet yazarına destek verenlerden biri de Akşam gazetesi yazarı Serdar Akinan:

"Muhalefetsizlikten yakınıyor sayın Başbakan...Yazacak çok şey var ve inanın düşüncelerimi çok sert kelimelerle ifade edebilirim... Yaptım bunu zamanında. Ama, artık yazamadığımı, nicedir kalemime otosansür uyguladığımı kendime bile itiraf edemez hale geldim…

Serdar Akinan için "otosansür" elzem!

Valla Serdar Bey kardeşim, "otosansür" gerçekten de çok feci bir şey; lakin senin için galiba biraz elzem.

Zira "otosansür"den boşaldığın anlarda kaptırıp gidiyor; "Yanlış yaptınız. / Mertçe; karşımıza çıkarak; 'Kemalizmi yıkacağız, manda olacağız...' diyerek ve delikanlı gibi kan dökerek yapmadınız. / Öte mahallenin itlerini arkanıza alıp kaçak güreştiniz(…) O, 411 el 'gerçekte' kaç kişiyi temsil ediyor? Göreceğiz.../ Söz bitmiştir. / Kansız olmaz…" diyebiliyorsun.

Ertuğrul Bey'ciğimin "411 el kaosa kalktı" manşeti bile, bu gözünü kan bürümüş satırların yanında zemzemle yıkanmış kalır; hâlâ ne konuşuyorsun?