HaberTürk'te neler oluyor?..
Medyada patronaj köşe yazarı seçimini veya vazgeçimini kendi değil de alt kadroların inisiyatifine bırakırsa; bunun sonu....
ADNAN BERK
OKAN
Medya veya bir başka sektörde tepe yönetimde kiminle çalışıp çalışmayacağına patron karar verir…
Medyada köşe yazarı “tepe yönetim”den sayılır…
Çünkü kurumsal saygınlıkta olduğu kadar, kurumun adının kirletilmesinde veya itibarsızlaştırılmasında da etkindir köşe yazarları…
Medyada patronaj köşe yazarı seçimini veya vazgeçimini kendi değil de alt kadroların inisiyatifine bırakırsa; bunun sonu mutlaka ve mutlaka iç çatışmalardır…
Osmanlı’nın son dönemlerinde; vezirleri padişahlar değil de tepedeki diğer saray içi hâkim güçler tayin etmeye başlamıştı…
Öyle ki; saray içi çatışmalar (ki çoğundan padişahın haberi olmazdı) sonucu sadrazam bile ne zaman gönderileceğini bilemediği için makamında eğreti otururdu…
HaberTürk’ün işlerine karışacak değilim; böyle bir müdahale hakkım da yok zaten…
Ama…
Şaşırmayın…
Medya konusunda klavye dürten biri olarak düşüncelerimi söylemeden de duramayacağım…
HaberTürk son zamanlarda gerçekten çok değerli bazı yazarlarıyla yollarını ayırdı…
Dün bunlara ikisi daha eklendi: Amberin Zaman ve Rahşan Gülşan…
Bu ayrılmalarda inşallah siyasetin etkisi olmuştur...
Şaşırmayın lütfen…
Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum…
İnşallah siyaset etkin olmuş ve işveren “kardeşim benim gazetem Hilal-i Ahmer için çalışmıyor. Benim gazetem ayakta kalırsa çalışanlarım da ekmek yer ama siyasetle rekabet ya da siyasi kavga edenleri istemiyorum” demiştir…
Bakınız…
Böylesi işten çıkarmaları “doğru” bulmuyorum ama eski bir özel sektör yöneticisi olarak “haksız” da diyemiyorum…
Neden mi?..
Çünkü…
Bu bir felâketin habercisidir…
Bir medya emekçisi olarak; henüz beşinci yaşını geçtiğimiz günlerde kutlayan ama bu kadar kısa bir sürede etkin ve saygın bir “gazete” haline gelen GazeteHT’nin (en azından bu süreç geçinceye kadar) ayakta ve diri kalmasını isterim…
Bazen bin medya emekçisinin geleceğinin dört – beş köşe yazarının kişisel ihtiraslarını tatmin etmesine tercih edilmesinden yanayım…
Yani, demek istemem şu:
Bütün bu gönderilmeler Turgay Ciner’in tasarrufu ise söyleyecek sözüm yok…
Ama…
Kurum içinde bir “iç çatışma” ve hatta kendisi (Turgay Bey) üzerinde daha “etkin” olmak için “kadrolaşma” süreci başlamışsa, bu bir felâketin habercisidir…
Patronajdan kaynaklanmayan ve patronun etki alanına nüfuz etmek için başlatılan kadrolaşma kaynaklı bir iç çatışma kurumsal çöküşün başlangıcıdır…
Umarım ve temenni ederim bütün bu gelişmeler patronun inisiyatifi ile olsun…
Sansür değil, denetimdir…
Tekraren söylüyorum:
Bin kişiye istihdam yaratan bir medya kurumunun ayakta kalmasını; üç – beş köşe yazarının köşesinden olmasına tercih ederim…
Ve tabii bir de madalyonun diğer yüzü var…
İç çatışma ve kadrolaşmanın; diğer yazarların ruhsal ve gündelik yaşamlarına da yansıyacağı; sürekli bir “kovulma” kuşkusu ve korkusuyla yaşayacakları için performanslarının düşeceği gerçeği…
Patron Turgay Ciner mi yapar yoksa Medya Gurup Başkanı Kenan Tekdağ mı bilemem ancak ikisinden biri diğer yazarları mutlaka rahatlatmalıdır…
Bunun için ise ayrılanların gerekçeleri açıkça (ve elbette aralarında kalmak şartıyla) söylenmelidir…
Bunun adı sansür değil, denetimdir…
Medyacılık da günümüzde bir ticari kurumdur…
Medyacılıkta da “iç denetim” şarttır…
Ama önceden kurallarını koymak şartıyla…
Aksi halde hem uyarmayıp hem sansür; çağdışıdır…
Medya veya bir başka sektörde tepe yönetimde kiminle çalışıp çalışmayacağına patron karar verir…
Medyada köşe yazarı “tepe yönetim”den sayılır…
Çünkü kurumsal saygınlıkta olduğu kadar, kurumun adının kirletilmesinde veya itibarsızlaştırılmasında da etkindir köşe yazarları…
Medyada patronaj köşe yazarı seçimini veya vazgeçimini kendi değil de alt kadroların inisiyatifine bırakırsa; bunun sonu mutlaka ve mutlaka iç çatışmalardır…
Osmanlı’nın son dönemlerinde; vezirleri padişahlar değil de tepedeki diğer saray içi hâkim güçler tayin etmeye başlamıştı…
Öyle ki; saray içi çatışmalar (ki çoğundan padişahın haberi olmazdı) sonucu sadrazam bile ne zaman gönderileceğini bilemediği için makamında eğreti otururdu…
HaberTürk’ün işlerine karışacak değilim; böyle bir müdahale hakkım da yok zaten…
Ama…
Şaşırmayın…
Medya konusunda klavye dürten biri olarak düşüncelerimi söylemeden de duramayacağım…
HaberTürk son zamanlarda gerçekten çok değerli bazı yazarlarıyla yollarını ayırdı…
Dün bunlara ikisi daha eklendi: Amberin Zaman ve Rahşan Gülşan…
Bu ayrılmalarda inşallah siyasetin etkisi olmuştur...
Şaşırmayın lütfen…
Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum…
İnşallah siyaset etkin olmuş ve işveren “kardeşim benim gazetem Hilal-i Ahmer için çalışmıyor. Benim gazetem ayakta kalırsa çalışanlarım da ekmek yer ama siyasetle rekabet ya da siyasi kavga edenleri istemiyorum” demiştir…
Bakınız…
Böylesi işten çıkarmaları “doğru” bulmuyorum ama eski bir özel sektör yöneticisi olarak “haksız” da diyemiyorum…
Neden mi?..
Çünkü…
Bu bir felâketin habercisidir…
Bir medya emekçisi olarak; henüz beşinci yaşını geçtiğimiz günlerde kutlayan ama bu kadar kısa bir sürede etkin ve saygın bir “gazete” haline gelen GazeteHT’nin (en azından bu süreç geçinceye kadar) ayakta ve diri kalmasını isterim…
Bazen bin medya emekçisinin geleceğinin dört – beş köşe yazarının kişisel ihtiraslarını tatmin etmesine tercih edilmesinden yanayım…
Yani, demek istemem şu:
Bütün bu gönderilmeler Turgay Ciner’in tasarrufu ise söyleyecek sözüm yok…
Ama…
Kurum içinde bir “iç çatışma” ve hatta kendisi (Turgay Bey) üzerinde daha “etkin” olmak için “kadrolaşma” süreci başlamışsa, bu bir felâketin habercisidir…
Patronajdan kaynaklanmayan ve patronun etki alanına nüfuz etmek için başlatılan kadrolaşma kaynaklı bir iç çatışma kurumsal çöküşün başlangıcıdır…
Umarım ve temenni ederim bütün bu gelişmeler patronun inisiyatifi ile olsun…
Sansür değil, denetimdir…
Tekraren söylüyorum:
Bin kişiye istihdam yaratan bir medya kurumunun ayakta kalmasını; üç – beş köşe yazarının köşesinden olmasına tercih ederim…
Ve tabii bir de madalyonun diğer yüzü var…
İç çatışma ve kadrolaşmanın; diğer yazarların ruhsal ve gündelik yaşamlarına da yansıyacağı; sürekli bir “kovulma” kuşkusu ve korkusuyla yaşayacakları için performanslarının düşeceği gerçeği…
Patron Turgay Ciner mi yapar yoksa Medya Gurup Başkanı Kenan Tekdağ mı bilemem ancak ikisinden biri diğer yazarları mutlaka rahatlatmalıdır…
Bunun için ise ayrılanların gerekçeleri açıkça (ve elbette aralarında kalmak şartıyla) söylenmelidir…
Bunun adı sansür değil, denetimdir…
Medyacılık da günümüzde bir ticari kurumdur…
Medyacılıkta da “iç denetim” şarttır…
Ama önceden kurallarını koymak şartıyla…
Aksi halde hem uyarmayıp hem sansür; çağdışıdır…
Hukuk devletinden giderek uzaklaşırken... Efendiler! Türkiye’nin kanunsuzluğun devlet eliyle teşvik edildiği bir tehlikeli sürece girdiğini görmüyor musunuz?. Bir ülke terörle batmaz, çökmez ama bir ülkede hukuk infisah eder, yargının yerini kişilerin talimatları alırsa o ülke yerin dibine girer… Bu ülkede; bir bakanı protesto ettiği veya yumurta attığı için aylardır tutuklu yargılanan üniversiteli gençler var… Ve yine bu ülkede; sınır kaçakçılığı yapan, kaçak mazot getirerek hem gümrük, hem vergi kaçakçılığı ve hem de “izinsiz” ülkeyi terk etmek, izinsiz ülkeye giriş yapmak suçu işleyen “Güneydoğulu Kürt” yurttaşlar da var… Devletin yargısı, yumurta atan üniversiteli genci hapse atıyor… Gümrük ve vergi kaçakçılığı yapan; ülke topraklarını izinsiz terk edip sonra da geri dönenlerin ise, “ne yapalım ekmek parası?” deyip, emniyet ve asker korumasında evlerine gitmelerini sağlıyor… Bu bir hukuk vahşetidir… Bu bir sosyal dehşettir… Bu bir despotik sosyalizmdir… Suç işledikleri alenen ortada olan ama sadece ve sadece “Kürt kaçakçısı” oldukları için bu insanlara göz yummak; hatta kaçakçılık yapabilmeleri için kanuni olmayan izinler vermek sadece kanunen değil; aynı zamanda “ırkçılık suçudur… Trakya’da veya Karadeniz’de kaçakçılık yapan bir Türk’e de aynı hoşgörüyü gösterebilir misiniz?.. Tabii ki gösteremezsiniz ve göstermenizi de istemem… Efendiler!.. Bugün başta valilik, emniyet ve garnizon komutanlığı olmak üzere medyamız da bu büyük suça, bu büyük hukuksuzluğa, bu büyük kanunsuzluğa göz yumarak suça iştirak etmiş oluyor… Arsa işgali ve gecekonduculuğu da yıllarca, “ne yapsın fukara?.. Başını sokacak bir evi olmasın mı?” çağdışı zihniyetiyle destekleyerek büyük şehirlerimizi mezbeleliğe çeviren bu kafa bugün de “barış sürecinde Kürtleri üzmeyelim” mantığıyla suçu ve suçluyu korumaktadır… Bakınız; Tarihe not düşüyorum: Yarın bir gün bu hukuka sizin de ihtiyacınız olabilir ve o gün siz de hukukunuza sahip çıkacak birilerini bulamayabilirsiniz… Sayın Başbakan; Son 10 yıldır başarılarınızla taçlandırdığınız siyasi hayatınızı ve siyasi geleceğinizi ateşe attığınızın galiba farkında değilsiniz… Efendiler!.. Türkiye; televizyon ekranlarında canlı yayında suç işlendiği ve yargının, emniyetin, valiliğin ve TSK’nın bu suça göz yumduğu bir ülke haline getirilmiştir… Yarın bir gün bir büyük vergi ya da gümrük kaçakçısı bu televizyon yayınlarını eline alıp yargıçların karşısına çıkar ve “bu insanlara suç işleme izni veren devlet beni hangi hakla yargılıyor?” diye sorarsa bütün dünyaya rezil olursunuz… Çok kötü… Çok… Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğuna utanan insanlar ülkesi olmaya adeta koşar adım gidiyoruz… |