Habertürk Sedar Turgut'u çıldırttı
Habertürk Washington temsilcisi Serdar Turgut Türkiye ile saat farkı yüzünden çıldırmış durumda. Bugünkü köşesinden bakın Habertürk'e nasıl veryansın etti.
Washington'dan gecenin 3'ünde önce Sevilay Yılman'a ardından Selçuk Tepeli'ye bağlanan Serdar Turgut tüm yaşadıklarını köşesine taşıdı.
Çektiği ızdırabı ironik bir dille anlatan Serdar Turgut "ya bağlandığım Fikret Bila" olsaydı diyerek de "beterin beteri vardır" göndermesi yaptı.
İŞTE SERDAR TURGUT'UN O YAZISI
Benim için sabaha karşı saat 03.00, uğursuz bir zamandır. Bildiğim tüm korku filmlerinde eve yerleşmiş bulunan şeytanın ortaya çıkış saati 03.01’dir.
Depresyona hep girdiğimde (ki bu son zamanlarda kronik hal almaya başladı) mutat uyanış saatim 03.00’tür.
Ama Sevilay Yılman, arkasındaki fikri çok da güzel bulduğum Habertürk TV’deki yeni programına konuk olmam için aradığında ve bağlanacağım saatin de (saat farkı nedeniyle) sabaha karşı 03.00 olacağını söylediğinde,“Aman canım, ne kötü gidebilir ki, neden korkayım” diyerek kabul ettim.
Nitekim saat 03.00’te bağlandım ve karşımda Sevilay vardı.
Her şey bir dakika boyunca güzel gitti. Ama bir dakika geçtikten sonra saat 03.01’de karşımda “Şeytanın Avukatı” filmindeki Al Pacino edasıylaSelçuk Tepeli duruyordu.
Şimdi isterseniz tanıdığınız her muhabire bir sorun, “Sabaha karşı saat 03.00’te karşınızda görmek istemeyeceğimiz insanlar listenizin ilk sırasında kim yer alıyor?” diye.
Eminim ki aklı başında olanlar (gerçi gazeteci olup da aklı başında kalabilen pek yok ya. En aklı başında olan Selçuk Tepeli olunca bizim meslekte çıtanın nerede olduğunu da düşünün siz) “Genel yayın yönetmeni” diyeceklerdir.
Bu bela benim başıma Habertürk TV sayesinde geldi. Kendilerine ne kadar teşekkür etsem azdır; onlara minnettarlığımı anlatamam.
Sonra yarama tuz basar gibi bununla kalmadılar, bizim yazı işleri toplantısına da bağlandılar.
Size bir şey söyleyeyim mi; ben bu olaydan önce bir insanın, sabaha karşı o saatte bu kadar fazla kişiyi öldürmek isteyebileceğini düşünmezdim.
Bunu yaşamadan önce sorsalardı bana, “Saçmalamayın, o saatte bir insan neden bu kadar öfke ve vahşet duygusuyla dolsun ki, bu imkânsız” derdim.
Ama oluyormuş işte. Elimdeki “Fırsat bulunduğunda acilen öldürülecek insanlar” listesinde yer alan herkes orada bulunuyordu.
Onlara bakarken bir anda kendimi toplama kampında havalandırmaya çıkarılan insanlara uzaktan bakan Goebbels gibi hissettim.
Selçuk sadece baş şeytan olmakla kalmaz ayrıca her şeyi herkesten çok da bilen şeytandır.
Ve korktuğum başıma geldi, bana sorulan Washington’la ilgili soruyu o cevapladı.
Düşünsenize, sabaha karşı tek başıma bir odada umutsuzca sesimi duyurmaya çalışıyorum. Bir ara kendimi kaybettim, ekrandaki Selçuk’un boynuna sarılıp boğmaya bile çalıştım.
Eminim ki bu korkunç komployu Selçuk planlamıştır, “Ona soruyu sorun, sonra sesini kapatın, onun yerine ben cevap veririm” demiştir.
Bunu yaşarken belki de tamamen delirmeye başladığımdan mıdır nedir bilmiyorum, yıllar önce seyrettiğim “Hotel Hell” adlı filmi hatırladım.
Bu filmde oteldeki sapık cani, kurbanlarının ses tellerini kestikten sonra onları sadece başları dışarıda kalacak şekilde toprağa gömüyordu.
Görünüş hayli güzeldi. Şimdi bir bahçe düşünün; toprağın üzerinde ses çıkarmadan hareket eden onlarca baş olsun.
Size korkunç geliyor değil mi bu. Üstelik o film aynı zamanda bir komedi filmi de; çünkü adı Motel Hell olan filmde otelin ışıklı reklam tabelasındaki “o” harfinin sönmüş olduğu, otelin asıl adının Motel Hell olduğu sonunda ortaya çıktı.
Şimdi dün yaşadıklarımdan sonra sevgili Selçuk’a dostça bir mesajım olacak: Hiç merak etme dostum, o çok sevdiğini daima söylediğin toprağa ve toprakla birlikte yaşama anlarına yakında döneceksin. İlk fırsatta İstanbul’a seni görmeye geleceğim ve o filmdeki gibi seni toprağa dik biçimde gömme niyetim var.
Gömdükten sonra da karşına geçip teorik konularda konuşacağım. İşin güzel yanı, sen bana cevap da veremeyeceksin; çünkü ses tellerin kesilmiş olacak.
Sonra hiyerarşiye uygun olarak yazı işlerini de arkana aynı şekilde gömeceğim. Bu gecenin intikamı mutlaka alınacak.
Umarım Habertürk yönetimi bizim şirketin önüne topraklık bir alan oluşturur; çünkü bu işlemi orada yapmak zorundayım ki bir anlamı olsun.
İşlem bittikten sonra buna “Meçhul Yayın Yönetmeni Anıtı” adını da veririz.
(PS: Beterin beteri de olabilirdi. Örneğin ben Hürriyet’te çalışıyor olabilirdim. Öyle olsaydı düşünsenize sabaha karşı 03.01’de karşımdaSelçuk yerine Fikret Bila olacaktı. Bu da benim kaldırabileceğim bir şey değil. İnme inerdi bana o durumda yemin ediyorum.)