Günün yazarı Ayşe Şener
Zaaflarımız madalyonun diğer yüzü veya -hadi diyelim ki- yüzsüzlüğüdür ve en az erdemlerimiz kadar değerlidir. Onlarla biz oluruz.
Tanışma faslı hem heyecanlı, hem çekingendir. Fakat insan
dediğin tanışan bir
varlıktır. Tanışırken hep memnun olan bir varlıktır. Daha sonra
çokça memnun
olmayarak dengeyi sağlayacaktır. Henüz erkendir. Henüz çoğu şey
“ayıp olur.”
Hem henüz zaaflar ısınıp çözülmemiş, saklandıkları gölgelerden
çıkıp tek tek
kendini göstermeye başlamamıştır.
Yeni bir insanla tanışırken olumsuz yanlarımız konusunda kendimizi
farkında bile
olmadan uyarırız. Onlar çoğu zaman sebepsiz zırlayan, istekleri
için bizi
parmağında oynatan şımarık çocuklarımız gibidir. Onlarla insan
içine çıkılmaz. Bir
yere götüremezsiniz onları. Aslında her yere gelirler. Fakat bir
süre sonra…Şeytan
yanımızı kendimizden ayıramayız. Koca imtihan salonu. Çeldiricisiz
olmaz tabii.
Fakat etkisiz hale getirebiliriz. Uyutabiliriz. Geçici süreler
için.
Bütün bunlar için korkmaya, tedirgin olmaya hiç gerek yok. Haber
bültenlerinde
yer almasa da herkes duydu, bildi bunu. İnsan olan herkesin böyle
olduğunu.
Kimsenin kimseden aşağı kalır, yukarı çıkar yanı olmadığını. Yani
zaaflı. Eksik.
Mızmız. Bazen çekilmez. Çekim gücü yüksek. İtim gücü de…
Dolayısıyla bütün insan ilişkilerinde aynı cümle bir şifre gibi
açığa çıkıyor. Çaresi
yok, birbirimizi çekeceğiz. Bunu tahammül çizgisinden, seve isteye
sabır
çizgisinde, zavallı bir edilgen olarak değil, etkin bir şahsiyet
olarak yaşama yoluna
gideceğiz. Hoş göreceğiz. Müsamaha göstereceğiz. Göz yumacağız.
Görmezden
geleceğiz. Bağlarımız böyle böyle sağlığına, varlık dengesine
kavuşacak.
Sağlamlaşacak. Ömre doğru uzanacak. Mezarlarda ağlamaklı duracak.
Diğer
hayatta gözlerimiz kör ya da gör o düğümleri arayacak.
*
Az önce okuduklarınızı Ayşe Şener’in bugünkü Milat’ta
“Seni hiç tanımamışım”
başlığı altında yayımlanan yazısından
alıntıladım…
Devamını da aşağıda okuyacaksınız…
Hatta…
Mutlaka okumalısınız…
Ve “ilişkilerinizi, dostluklarınızı, arkadaşlıklarınızı” bir kere
daha
düşünmelisiniz…
Eğer varsa bir aksama…
Acaba “kusur” kimde?..
Acaba “sabredemeyen” hanginiz?..
Yoksa o sizden çok daha mı hoşgörülü ve anlayışlı?…
*
Uzatmayayım…
Sizi, “günün yazarı” seçtiğim Ayşe Şener’in yazısının
devamıyla baş başa
bırakayım…
*
O halde. Yarın bir gün zaaflarımızı görmeye başlayınca şaşırmamayı,
hatta “Gelsin
bu erdemli, bu mübarek şahsiyetin zaaflarııı…Nerede kaldılar sahi?
Trafiğe mi
takıldılar…” diye hayata latife ile bakan, onları bekleyen, onlara
çoktan hazır olan
bir olgunlukta bile olabiliriz.
Bu nedenlerle, ilk karşılaşmalarda, tanışmalarda birbirimizin
karşısına zaaflarımızla değil, faziletlerimizle, ruhsal
zarafetimizle çıkmamızı olağan karşılamalıyız.
Zaaflarımız madalyonun diğer yüzü veya -hadi diyelim ki-
yüzsüzlüğüdür ve en az erdemlerimiz kadar değerlidir. Onlarla
biz oluruz. (Biliriz ki “siz onlarla sizsiniz.”)
O yüzden onları öyle her önümüze gelene göstermeyiz. Daha çok
arkamızda dağ gibi durana gösteririz. Doğal olarak zaaflarını
yakınlaştıkça gösterir insanlar birbirine...
Erdemlerimizden tav oluruz, olmuştuk (tüh) oysa birbirimize. Sonra
kısa/uzun bir
şaşkınlık. Bil mukabelelisinden hem de... Sonra mı? Öyle severiz ki
yakınımızın
zaaflarını erdem biliriz. Zaaflarını şımartılmış çocuğa çeviririz.
Bu da bi'l mukabeleli olursa ne âlâ...
( Yazı, karşılıklı dengenin sağlandığı, iki taraflı durumlar için
yazılmıştır. Tek taraflı
anlayış ve fedakarlığın olduğu durumlardan ve tek ayaklı kalplerin
başlarına
geleceklerden sorumlu değildir. Öyle durumlar için “yazarı
bilinmiyor.”)