Günün köşe yazarı Hasan Bülent Kahraman
Oysa ve keşke Hasan Bülent Kahraman’ların sayısı çoğalsa…
Biliyorum…
Hatta eminim...
Siyasi kavgalarda amigoluk yapan...
Karşı mahallenin siyasetçisine hırlayan...
Karşı mahallenin yazarına şarlayan köşeler...
Hasan Bülent Kahraman'ın köşesinden çok daha fazla okunacak...
*
Biliyorum...
Ve hatta eminim...
Hırlayan ve şarlayan yazarların bu egemenlikleri sürdükçe dünyada savaş eksik olmayacak...
Yine fukaralar ölüp gidecek…
Yine refahlar ertelenecek…
Yine milyarlarca zavallı…
“Tüketim” denilen zevkten mahrum kalacak…
*
Oysa ve keşke Hasan Bülent Kahraman’ların sayısı çoğalsa…
Oysa ve keşke Hasan Bülent Kahraman’lar, amigolara tercih edilse…
de…
Siyasi kavgalar yerine sanat faaliyetlerini daha çok okusak…
Daha çok haberimiz olsa dünyadaki iyilik ve güzelliklerden…
*
Uzatmayayım…
Hasan Bülent Kahraman bugünkü SABAH’ta “İyi sinema iyi siyasettir” başlığı altında yayımlanan yazısıyla iyi sinemanın nasıl da etkin ve hatta uluslar arası ilişkilerde nasıl bir güç olduğunu anlatıyor…
Tabii ki anlayana…
*
Ve…
Bir kere daha…
Günün köşe yazarı seçilmeyi hak ediyor…
İYİ SİNEMA İYİ SİYASETTİR…
İstanbul Film Festivali (İFF) başladı.
Bu cümle bana 19. yüzyıl sonu veya 20. yüzyıl başı yazarlarının 'bahar geldi' diye başlayan cümlelerini çağrıştırıyor, anımsatıyor.
Gerçekten de bahar bana göre İstanbul'a film festivalinin başlamasıyla geliyor.
***
Bu iş yıllardır böyle.
Eskiden, daha 1980'lerde bu iş ilk defa 'Sinema Günleri' adıyla başladığında da çok heyecanlanmıştım.
Ve itiraf edeyim ki, o 'sinema günleri' adını çok sevmiştim. Hâlâ da sımsıcak içimdedir.
Ankara'dan kaçar gelir, Nihal'le Ülker'in Yedikule'deki küçük ama çok güzel, çok sıcak evlerinde gençliğimizin hülyalarını sinemanın hülyalarıyla birbirine karıştırırdık.
Sonra iş büyüdü, güzel 'Sinema Günleri' adı Film Festivali'ne dönüştü, biz yaşlandık, hayat bambaşka mecralarda aktı gitti.
35 yıl sonra bir yeni festival açılışında bunları düşünüyordum.
***
İFF, İstanbul için de Türkiye için de büyük bir kazanç. Bugünkü dünyada uluslar, ülkeler ve yönetimler bütün politik gerilimlerine, zıtlaşmalarına ve çatışmalarına mukabil birbirleriyle sanat ve kültür üstünden ilişki kuruyor. Kültür alanında yaşananlar en ciddi siyasal sorunlar kadar önemli.
Sinema siyasetten önemlidir. Çünkü iyi sinema daima iyi siyasettir. Ne anlatırsa anlatsın bu böyledir!
Sinema bu ilişki alanlarının en önde gelenlerinden. Bir yüz yıldır sinema insanları diğer bütün sanat etkinliklerinden daha fazla birbirine bağlıyor.
Türkiye bakımından da bu böyle.
Yeni Türk Sineması diye bir kavram var artık. Doğrusu bu 'yeni sinema' birkaç kez değişti, içeriğini birkaç kez değiştirdi.
Ama 2000'lerden, 2000'lerin ortasından bugüne devam eden damarıyla bu sinema Türkiye'yi en önemli, etkili zeminlerde temsil etti. O ödülleri sinemacılarımız kadar
Türkiye de kazandı.
***
Sinema bir endüstri. Çok büyük bir endüstri. Bu gerçeği ilk kavrayan ABD'dir.
Bir Avrupa sanatı olarak doğsa da sinema kitle kültürü aracı olarak Amerika'da şekillenmiştir. Amerika'yı Beyaz Saray kadar Hollywood'un yönettiği çok söylenmiştir.
Unutmayalım ki, ABD Başkanı, eski ve sıradan bir oyuncu olan Reagan, seçilmeden önce Hollywood'da Sinema İşverenleri Sendikası Başkanı idi. O derecede önemlidir sinema.
Türkiye bu gerçeği hiçbir zaman kavramadı.
Kendi yağıyla kavrulan bir dünya oldu Yeşilçam. Zamanla da aşındı gitti. Nasıl Hollywood'un 'kitle kültürü' anlayışına karşı 'bağımsız sinema' çıktıysa Türkiye'de de bugün kendi çabasıyla sinema yapmaya çalışanlar var. Bu 'yeni sinema' özünde 'bağımsız sinema'dır. Doğrudur, Kültür Bakanlığı sinemaya bir katkı sunmaya gayret eder. Ama bu ne yeterlidir ne de işlevsel.
***
Sinema değişiyor bugün. Yeni teknolojilerin devreye girmesiyle bildiğimiz sinemanın anlayışı ve anlatımı da değişiyor. Özellikle 'literer' yani 'edebi/ anlatımcı' sinema artık çok geriledi. Buna rağmen Hollywood bildiğini okumakta direniyor. Bir kitle kültürü üreticisi olarak kendi sinemasını dünyanın geri kalan kısmına dayatıyor.
Ama sinema seyircisi ve salonu gitgide azalıyor.
İFF gibi festivallerin bir önemi de burada.
O ana akım sinemadan örnekler göstermekle birlikte daha çok bağımsız sinemanın sivrilmiş yapıtlarını sunuyor izleyicilere. Zaten büsbütün azalmış salonlarda asla yer bulamayacak filmler buralarda gösterilebiliyor.
İzleyici de yeni dünyalar keşfediyor.
Sinema en çok budur: insana tutulmuş bir kameradır sinema.
İstanbul'da baharın önce sokaklara mı yoksa sinemalara mı geldiğinden emin değilim ama... Çok yaşasın İFF!...