Gülse Birsel yeni sit-com'un tarihini açıkladı
Milliyet'ten Elif Berköz Ünyay, Senarist ve oyuncu Gülse Birsel'le günün önemli röportajlarından birini yapmış...
“7 Kocalı Hürmüz’ün Safinaz’ını canlandırırken altı yıl boyunca oynadığım ‘Avrupa Yakası’nın Aslı’sına benzemesinden korkuyordum. Ama o tehlikeyi atlattım, tuzağa düşmedim”
İlki Nişantaşı House Cafe’de, ikincisi G-mall’daki basın
gösteriminde, üçüncüsü gala öncesi Lütfi Kırdar’da. “7 Kocalı
Hürmüz”de Safinaz’ı oynayan Gülse Birsel ile bir hafta içinde üç
kere buluşuyoruz. Röportaj, filmi izledikten sonra mini bir
röportaj daha ve yan yana fotoğraf çekimi için. İlk dakikalarda
biraz mesafeli duruyor. Ama 10-15 dakika sonra “Avrupa Yakası”ndaki
Aslı kadar sempatik buluyorum onu. Girdiği mekanda dikkat çeken
-ünlü olmasa da- bir kere bakmanın yetmediği güzel kadınlardan.
House Cafe’ye siyahlar içinde geliyor. Siyah tayt, siyah çizme ve
kısa siyah deri mont. Röportajdan sonra yemeğe gidecek, hafif
alkollü bir kokteyl söylüyor garsona. İki küçük kız masamıza
yanaşıp imza istiyor, söyleşiye iki dakika ara veriyoruz.
Birsel film harici soruları cevaplarken utanıp sıkılıyor. Peşin
peşin söylüyor zaten: “Röportaj vermekten çok hoşlanmıyorum. Bir
şey anlatırken kafam başka bir detaya gidiyor. Sözlü olarak asıl
beni yansıtamıyorum. Yazılı olarak daha kolay bu. Ayrıca kendini
çok önemseme duygusu hoşuma gitmiyor. Kendimi ‘Ben, ben, ben’ diye
anlatmayı sevmiyorum. Ayıp geliyor. Filmle ilgili bir şeyler yapmak
zorundaydım. Şimdi onun için huzurlarınızdayım.”
Sizinle ilk buluşmamızda filmin kaba montajını
izlemiştiniz. Basın gösteriminde tamamını gördünüz. Nasıl
buldunuz?
Filmi izlerken çok eğlendim. İlk gösterimdi,
her oyuncunun yaptığı gibi tabii ki sadece kendimi izledim.
Hatalarıma odaklandım, seyircinin görmediği detaylara takıldım
kendimle ilgili. Filmin tadını diğer gösterimlerde çıkaracağım.
Çıkışta gazeteci arkadaşlarımdan güzel şeyler duydum. Galiba
altından kalkmışım. Sonuçtan memnunum.
Safinaz’ın, “Avrupa Yakası”ndaki Aslı’ya benzemesinden
korkuyordunuz.
Evet onu bir tehlike olarak görüyordum. O tuzağa düşmemem iyi oldu.
Sesimi bile biraz daha pesten kullanmaya çalıştım. Dönem farkı
açısından yürüyüşümde biraz modern bir iz olsa ya da kahve
fincanını Aslı gibi tutsaydım göze batardı.
“Rolümü Adile Naşit oynamıştı”
“7 Kocalı Hürmüz” herkesin bir şekilde bildiği bir
oyun. Sizin canlandırdığınız Safinaz nasıl bir
karakter?
Safinaz aslında neredeyse bu film için baştan yaratıldı. Eserin
orijinaline göre bizdeki çöpçatan Safinaz’ın yaşı çok
gençleştirilmiş. Şöyle ki, ben küçükken Ayten Gökçer’in Hürmüz’ü
canlandırdığı tiyatro oyununa gittiğimde Safinaz rolü Adile
Naşit’indi. Ezel Akay’ın filminde Safinaz aşkın peşine düşürülmüş,
daha ağzı bozuk ve daha fingirdek bir karakter. Hürmüz’ün birlikte
dalavere çevirdiği aynı yaşlardaki kankası.
Benim rolümün zevkli tarafı ve diğer rollerden farkı şuydu: Sarp
Apak’ın canlandırdığı kabadayı, Memet Ali Alabora’nın oynadığı
İstanbul efendisi doktor, Erkan Can’ın büründüğü Karadenizli kaptan
rolü... “7 Kocalı Hürmüz”deki pek çok karakterin bizim geleneksel
tiyatromuzda karşılığı var. Safinaz’ın hiç böyle bir karşılığı yok.
Başlama noktam olmadı. Karakteri sıfırdan oluşturmak gerekti. Onun
için yoruma çok açık bir roldü.
Siz “Avrupa Yakası”nın Aslı’sı olurken rolünüzün
üzerinde çok çalışamadığınızdan şikayetçiydiniz. Üzerinizdeki asıl
yük senaryoydu çünkü. Bu filmde o yükten kurtuldunuz. Böylece
oyunculuğu “sırtlamak” daha mı kolaylaştı?
Aslı’nın üzerinde çok duracak, onun rolünü çalışacak, detay
düşünecek vaktim olmuyordu asla. Son dakikacıyımdır, dizinin 190
bölümünde sabahlamadığım bölüm olmamıştır. Hem yetişmiyordu hem de
geceleri daha iyi yazıyorum. Sabah 7.00’de senaryoyu veriyordum.
5-6 saat uyuyordum. Sonra sete Aslı’yı oynamaya gidiyordum. “7
Kocalı Hürmüz” filminin çekimlerine başlamadan önce 20-25 gün prova
yaptık. O provalardan sonraki sonucu gördükten sonra anladım ki ben
ön hazırlıkla çalışması gereken bir oyuncuyum.
“Git kaloriferin önünde diz çök. Ondan
sana âşık olmasını iste!”
Provalar nasıl geçti?
Filmin bütün oyuncuları Çetin Sarıkartal’la çalıştı. Bir oyunculuk
hocası, aynı zamanda dramaturg. Alışılagelmişin dışında yöntemler
izliyor. Önceleri bize çok acayip geldi ama sonra yavaş yavaş
alıştık ve çok faydalandık. Karakterlerin vücut dillerini,
yürüyüşlerini, seslerini kendi bedenimizde bulmaya çalıştık. Benim
de aklım hep senaryoya gidiyor: “Senaryoda Safinaz’la ilgili şöyle
şöyle yazıyor. O zaman benim şöyle yapmam lazım” derken hoca bana
“Gülse lütfen aklını kullanma. İçinden ne geliyorsa onu ortaya
çıkarmaya çalış” diyordu. Sarıkanat bizden şunu istiyordu:
“Kaloriferin önünde diz çök. Ondan sana âşık olmasını iste!”
Daha önce oyunculukla ilgili bir eğitim almadınız,
değil mi?
Teknik bir oyunculuk eğitimim yok. Columbia Üniversitesi’nde
senaristlik ve yönetmenlik eğitimi alırken senaristin ve yönetmenin
oyuncunun halinden anlamasını sağlamak için verilmiş bir oyunculuk
dersi aldım. Sarıkartal’ın yöntemi teknik eğitim almış olanlara da
garip geldi. Filmin oyuncularının hepsi konservatuvar mezunu. Bir
tek ben alaylıyım.
Konservatuvarlı olmadığınız için kendinizi sette
güvensiz hissettiğiniz anlar oldu mu?
Ben de epey zamandır oyunculuk yapıyorum, kendimi deplasmanda
hissetmedim sette. Sarp Apak ve Öner Erkan çok yakın arkadaşım.
Ekipteki diğer isimlerle de çalışma disiplinlerimiz çok uydu,
birlikte gülebildik. Nurgül Yeşilçay’ı daha önce tanımıyordum.
Endişeliydim. Çünkü daha önce oturup karşılıklı kahve bile içmemiş
iki insan nasıl çok iyi arkadaşı oynayacaktı? O açıdan bu prova
dönemi çok işimize yaradı. Kimyalarımız da tuttu. Filmi izleyenler
“Nurgül’le yakın arkadaş gibi duruyorsunuz. İyi bir ikili
olmuşsunuz” dedi.
Akay’dan teklif nasıl geldi? Telefonla mı görüştünüz
ilk?
Aradı: “Sizi bir filmimde oynatmak istiyorum” dedi. “Avrupa
Yakası”nın bitmesine yedi hafta kalmıştı. İki-üç ay tatil
yapacaktım. “Acaba bu tatilden sıkılır mıyım?” diye düşünürken
geldi o telefon. Hangi film, hangi rol bilmeden kabul ettim. Ezel
Akay benim çalışmak istediğim bir yönetmendi, hevesle kabul ettim.
Bittiğinde de tatil mi yaptım, film mi çektim anlamadım. Çok
eğlendim.
“Uzun saç kadınsı
duruyor. Saçımı uzatma hevesim var”
“Dizi bittikten sonra kafamı güzellikle bozdum.
Kirpiğimi boyattım, saçıma mezoterapi yaptırdım. Hepsi mi elimde
patlar? En sonunda ‘Bırak dağınık kalsın’ dedim”
Formunuzu nasıl koruyorsunuz? Vücudunuz çok fit.
Cildinizde tek kırışıklık yok. Harika
görünüyorsunuz.
Annem ve babam da genç gösterir. Genetik açıdan şanslıyım.
10 yıldır ara ara spor yapmaya teşebbüs ediyorum. Bir hafta sonra
vazgeçiyorum.
“Moda dergileri bana terapi gibi
geliyor”
Saçınız hep kısa. En son ne zaman
uzundu?
95’te belime kadar uzundu. Kısa saçı seviyorum, uğraştırmıyor.
Filmde peruk kullandım. Uzun saç insanı güzelleştiriyor, kadınsı
hale getiriyor. İki gün sonra vazgeçerim ama şu anda saçımı uzatma
hevesim var.
Dizi bittikten sonra kendimi bir şaşırdım, kendimi güzelliğe
verdim. Kafayı güzellikle bozduğum 15 gün geçirdim. Dedim ki “Altı
yıldır tek yaptığım saçımı kestirmek ve röfle yaptırmak. İnsanların
karşısına çıkan bir aktristim, bakımı öğrenmem lazım”. Hepsi mi
elimde patlar? Kirpiğimi boyatayım dedim, mahvoldum. Ben de
bilgisayar başında yazı yazmaktan göz kuruluğu var. Saçım hızlı
uzasın diye mezoterapi yaptırdım, kafama iğneler batırdılar.
Hiçbirinden sonuç alamadığım için en sonunda “Bırak dağınık
kalsın” dedim.
Burnunuzdaki ben de bu 15 günlük “güzellik kampında” mı
gitti?
Doktorum “1-2 sene içinde problem çıkarabilir, boş zamanınızda
kurtulun” dedi. Ben de kurtuldum. Sanki yüzüm bir
aydınlandı.
Eski bir moda dergisi yayın yönetmeni olarak modayla
aranız nasıl? Takip eder misiniz?
Yıllardır meslek gereği takip etmişim, hâlâ da takip ederim. Moda
dergilerinin sayfalarını çevirmek bana terapi gibi gelir, beni
gevşetir. Alışverişe çıkmayı da severim.
“Hâlâ çocuk sahibi olmak istemiyorum, o konu ilgimi
çekmiyor”
Çalıştığınız dönemde evinize ve işinize zaman
ayırmamaktan şikayetçi miydiniz?
Çocuk olmayınca evli olup olmamak, ev işleri çok da önemli değil.
İş ve evle ilgili detaylar birlikte yürüyebiliyor. Çocuk büyük
cesaret, full time bir iş. Çalışıp çocuklarıyla ilgilenenleri
takdir ediyorum.
Siz hâlâ çocuk istemiyor musunuz?
Hâlâ istemiyorum. O konu ilgimi çekmiyor.
“Çocukken Nilüfer ve Nurhan Damcıoğlu taklidi yapardım.
Yıllar sonra oynadığım, ‘7 Kocalı Hürmüz’ hem şarkı söylediğim
hem dans ettiğim bir film oldu.”
“Yaza bir romantik komedi
filmi, 2011’de sit-com geliyor”
2011’de tekrar sit-com yazacakmışsınız. Neden iki yıl
sonraya tarih veriyorsunuz?
O zamana kadar uzun metraj bir film yazacağım. Yazın onu çekeceğiz.
Türü romantik komedi.
Neden illa ki komedi?
Dram bile yazsam içinde trajikomik öğeler barındırır. Hayata
bakışımla ilgili bu. Karamsar değilim. Büyük bir acının altından
şaka yaparak kalkılması gerektiğini düşünüyorum. Düşündüğüm gibi
yazıyorum,
o zaman da illa bir şaka çıkıyor.
“İzleyici bana sokakta bozuk atıyor”
Sit-com yine dergide mi geçecek?
Hayır ama ona yakın bir yerde. Yok. Bilmiyorum (gülüyor).
Diziyi bitirdiniz diye sokakta zılgıt yiyor musunuz
seyirciden?
Bana bozuk atıyorlar. “Neden bitti?” diye soruyor ve benden
dramatik bir cevap bekliyorlar. “Altı yıl oldu, çok yorulduk. Başka
şeyler yapmak istiyoruz” cevabım seyirciyi tatmin etmiyor. Şikayet
etmeye devam ediyorlar: “Ama çarşambalarımızı elimizden aldınız.”
Sonra da beni ayaküstü iknaya çalışıyorlar: “Ekip bir araya gelse
ne güzel olur!” Sanki ben “Engin, Binnur haydi tekrar başlıyoruz”
diyeceğim...
Var mı böyle bir ihtimal?
Kısa vadede böyle bir plan yok. Tadında bıraktık. Kanal itiraz
etti. Ama bizim kariyerlerimiz, bu işi sevmeye devam etmemiz
açısından gerekliydi. “Avrupa Yakası” bizim iş gibi gidip
geldiğimiz bir yer değildi. Gazanfer bey ölünce keyfimiz kaçtı. Bir
yıl daha devam edemeyeceğimizi hissettik.
Altı yıllık o tempodan sonra tatil nasıl
geldi?
Bodrum’daydım, diziden arkadaşlarım da geldi yanıma. Sonra
İstanbul’da gezdim tozdum. Altı yıldır ilk defa hiçbir yere
yetişmeye çalışmadan vakit geçirmenin tadını çıkardım. Dizi
bittiğinden beri kaçırdığım filmleri izliyorum. “Avrupa Yakası”nın
Makbule’si Hasibe Eren’le tiyatro oyunlarını görmeye başlayacağım.
Bu boşlukta evde tadilata da başladım. Sadece pencereleri
değiştirecektim, tüm ev yıkıldı.
Önümüzdeki ay kitabınız çıkacak...
15 Aralık’ta. Yine mizah yazıları. Bir kısmı yayımlananlar, bir
kısmı yayımlanmamış. Adı da “Velev ki Ciddiyim”.
“Gişe yapan filmlere
tepeden bakılması hoşuma gitmiyor”
Bu sezon 70 kadar Türk filmi girecek vizyona. Neden
sizin filminize gidelim?
Son yıllarda Türk sinemasındaki keskin ayrımdan memnun değilim.
Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenlerin çok değerli
filmleri var. Zevkle izliyoruz ama bunlar kitleler için yapılan
filmler değil, kişisel filmler. Festivalde yarışıyorlar. Birinci
görevleri seyircileri eğlendirmek değil, bir şey anlatmak. İkinci
tür filmler ise “Recep İvedik” tarzındakiler. Ticari başarı ve
seyircinin hoşça vakit geçirmesi için çekiliyor bu tarz filmler. Bu
ikisinin arasında bir formül çok az yapılıyor. Hem kitlelere
ulaşan, hem eğlendiricilik görevini yerine getiren, oyunculuğundan,
sanat yönetimine, tekstine kadar çok titiz çalışılmış ve anlatacak
derdi olan filmler çok az. “7 Kocalı Hürmüz” bu ikisinin kesişim
kümesine düşüyor. Benim senarist olarak yapmak istediğim filmler
farklı özellikleri bir arada toplayan filmler. Seyirciler iyi vakit
geçirsin, gülsün ama aynı zamanda bu film bir festivalde
yarışabilecek kalitede olsun. Dünya da bu tarafa gidiyor. Sundance
Festivali’nde bu yıl
üç-dört tane komedi filmi vardı. Komedilere, eğlenceli, gişe yapan
filmlere bu kadar tepeden bakılması hoşuma gitmiyor. Hepsi bir
arada yapılabilir. Türkiye’de iki tarz film görüyoruz, üçüncü tarzı
göremiyoruz. “Recep İvedik” ve Zeki Demirkubuz filminin arasında
bir formül yok mudur?
“30 yaşından sonra ünlü
olunca ayağım yerden kesilmedi”-Dergi
yapmak çok zevkliydi. Hâlâ dergilere o alıcı gözle bakıyorum.
Başlık fontlarından, resim altlarına kadar her şeye dikkat ederim
okurken. Sanki hâla mesleğimmiş gibi...
-Gazeteciliğe 19 yaşında başladım. Çok çalıştım, işimi çok ciddiye
aldım. Aktüel dergisinin en küçüğüydüm. Fotokopi de çektim çay da
getirdim. Bir süre sonra bölüm editörlüğü verdiler bana. Çok
röportaj yaptım. Ama röportaj yaparken sert sorular sorup
karşımdakini köşeye sıkıştırmazdım. Öyle röportajları okurken bile
biraz gerilirim. Özel şeyleri sormaya çekinirdim. Beğenilen tarafım
şuydu; bir kişiyi oturduğu evle, yaşadığı ortamla, konuşma tarzıyla
sunabilmek. Yani bir portre yazmak. Senaryoda karakter yazarken bu
tecrübeler çok yardımcı oldu bana. Amerika’daki sinema eğitimimden
çok daha fazla hem de...
-Toplamda 10 yıl kadar basında çalıştıktan sonra “ünlü” biri olmak
bir avantaj. Basını tanımak, basının ruhunu bilmek, bir gazetecinin
aşağı yukarı hangi başlığı atacağını öngörmek... Ama basınla çok
ilişkim yok benim. Ben kendimi iki tarafta da bulunmuş biri gibi
görmüyorum. Belki bu
30 yaşından sonra ünlü olmakla ilgili. Ayağımın yerden kesildiği
falan olmadı. Gazetecilik yaparken çok kibar bir gazeteciydim,
şimdi medyaya çok fazla çıkmayan bir oyuncu ve yazarım.
Magazincilerin ilgisini çeken bir hayatım yok.
Elif Berköz Ünyay / Milliyet