Gökhan Dağıstanlı “Aşkı yaşamasaydım, okuyucunun kalbine değemezdim”
Kafa Dergisi yazarı Gökhan Dağıstanlı'nın ilk kitabı 'Kimsesiz Mektuplar' okurlarla buluştu.
İlk kitabı 'Kimsesiz Mektuplar' ile okurları ile
buluşan Kafa Dergisi yazarı Gökhan Dağıstanlı, yeni kitabından
Beşiktaş sevgisine kadar olan hayatındaki bilinmeyenleri
anlattı.
İşte o röportaj:
“Kimsesiz Mektuplar”ı yazmaya nasıl karar verdiniz?
Henüz çocuk yaşta Cemal Süreya’nın aşk mektuplarını okuduğum zaman bir gün böyle bir kitap yazma arzusu düşmüştü içime. Seneler sonra Kafa dergisinde “aşk mektupları” yazmaya başladım. Bu mektupların insanların kalbine nasıl dokunduğunu gördüm. Okuyucuların taleplerinin de motivasyonuyla bu çocukluk hevesimi gerçekleştirmek kısmet oldu.
KAFA Dergisi’nin ilk sayısından beri yazarısınız… Sizce kitap yazmakla dergide yazmanın farkı nedir?
Aylık çıkan bir dergide yazmak aslında hiç de kolay bir iş değil. Okuyucu dergiyi alıp bitirir bitirmez bir sonraki ayın dergisini beklemeye başlıyor. Bu beklentinin karşılığını doğru vermek gerekiyor okuyucuya. Bunun için gerçekten çok özeniyorum yazılarımda. Kimsesiz Mektuplar isimli kitabıma dergi için yazdığım yazılarımı, bazılarına hiç dokunmadan, bazılarını ise revize ederek koydum. Dolayısıyla bu kitap özelinde dergide yazmakla çok büyük bir fark yok demek mümkün.
Peki kitabın ismi neden Kimsesiz Mektuplar? İsminin bir hikayesi var mı?
Kitabın ön sözünde bunu anlatmaya çalıştım. Zaman içinde duyguların değiştiğini ya da birçok duyguyu kanıksadığımızı hepimiz biliyoruz. Yazdığım aşk mektuplarında kimliksiz bir sen görebilirsiniz. Bu “sen” kimi zaman bir insanda vücut bulurken kimi zaman bir hayal ürünüdür. Bu nedenle kitabın ismini “Kimsesiz Mektuplar” koymaya karar verdim.
Siz aslında mühendissiniz… Uzun süreler de farklı sektörler de çalıştınız. Almış olduğunuz eğitiminin yazarlığınıza etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Mühendislik rasyonaliteyi destekleyen bir eğitim. Ben ise çocukluğumdan beri romantiktim. Yıllar içinde bu iki duyguyu harmanlama fırsatım oldu. İnsanın yapısı ve eğitimi muhakkak ki hayatını etkiliyor. Ben de başıma gelen olaylara rasyonel bakarken bunları aklımın yerine romantizmimi koyarak anlatıyorum.
Yazılarınızı yazarken herhangi bir ritüeliniz var mı?
Yazılarımı çoğunlukla gece yarısı yazıyorum. Herkesin yatıp uyuduğu saatlerin dinginliği insanı kendisiyle baş başa bırakıyor. Yazı yazmaya başlamadan önce Sezen Aksu dinliyorum. Ancak yazmaya başladıktan sonra, bir enstrümantal şarkı listem var, onları dinliyorum.
Kitapta aşkın farklı duygu durumlarını anlatan yazılar var… Aşkın bu kadar değişken, travmatik hallerini yaşamak ya da bunları yazmak sizi nasıl etkiliyor?
39 yaşındayım. Bu yaşa gelene kadar birkaç kez aşık oldum. Bu noktada kendimi şanslı hissediyorum. Geri dönüp baktığımda hiçbir aşkı birbirine benzetemem. Aşık olduğum kadınlardan değil, duygularımdan bahsediyorum. Yaşamak ve yazmak tabii ki birbirinden çok farklı. Yaşarken hissettiklerimi bazen yıllar sonra yazıyorum. Bunun yüzümü güldüğü de oluyor canımı acıttığı da.
Peki böylesine duygusal yazılar yazmak için yaşanmışlık şart mı?
Yaşamadan bir duyguyu tam olarak bilemezsin. İnsan fikir sahibi olmadığı bir duyguyu anlatabilir belki ama okuyucuya dokunması zor olur. Aşkı, mutluluğu, acıyı, hasreti, vuslatı tatmasaydım sanırım okuyucunun kalbine değemezdim.
Yazıları yazarken “Beni çok tetikliyor” dediğiniz bir şey var mı? Nedir sizin yazılarınızın konusunu belirleyen?
Ben aşkın her halini anlatıyorum. Kalp çarpıntısına sebep bir tanışmayı da, acı bir ayrılığı da… Yazı yazmaya çoğu zaman ne yazacağımı bilmeden oturuyorum. Sonra o anki duygu durumum kalemimi nereye götürürse oraya gidiyor yazılarım. Bazen geceye asılan bir hatıra bazen yakamı bırakmayan bir özlem, bazen kalbimi kirleten bir öfke bir yerlere çekiştiriyor beni. Ben de ayak sürümeden gidiyorum bunun peşinden. İlham perisi diye bir şey varsa şayet bu anlattığım ta kendisidir.
Aynı zamanda koyu bir Beşiktaşlısınız… BJK TV’de “Sen Ben Yok” isimli programda yorumculuk da yapıyorsunuz. Programa katılmanızın bir hikayesi var mı?
Bir gün Beşiktaş TV genel müdürü Bülent Ülgen aradı. O zaman tanışmıyorduk. Kendisini tanıttı ve yazılarımı severek okuduğunu söyledi. Sonra kafalarındaki program formatını konuşmak üzere beni kanala davet etti. Beşiktaş dendiğinde akan sular durduğu için derhal icabet ettim bu davete. Ve “Sen Ben Yok” isimli program 2. Senesine girdi. Beşiktaş TV de yer almaktan büyük gurur duyduğumu da eklemeliyim.
Beşiktaşlı olmayı nasıl tanımlarsınız?
Beşiktaşlı olmak bir takım tutuyor olmaktan çok daha büyük bir şey. Sosyal adaletsizliğin, her türlü emek sömürüsünün, insanları ezen bencilliğin karşısında bir duruştur Beşiktaşlılık. Üşüyen çocukların boyunlarına asılmış bir atkı, kimsesiz çocukların masasında kitap, defter, sokak hayvanlarının kursağında ekmek, yoksulların ayağında bot, ihtiyacı olanın damarında kandır. Bunu abartılı bulanlar için verebileceğim çok sayıda örnek var. Beşiktaş sevenleri için çok şeydir muhakkak. Benim için sığınılacak en huzurlu limandır.
“Kimsesiz Mektuplar” henüz çok yeni ancak yine de önümüzdeki süreçte yeni bir kitap projeniz olup olmadığını merak ediyoruz.
Evet, bir süredir kafamda tasarladığım yeni kitap fikri var. Önümüzdeki senenin sonuna doğru okuyucuyla buluşacağını umuyorum.