'Gemileri yaktım ve bu kitabı yazdım'
Ertuğrul Mavioğlu: 'Yeni medya; itiraz edeni bünyesinden kusar oldu. İyi ve yetenekli medya işçilerini ayıkladılar, muhalif olanlar ya tutuklandı ya da itibarsızlaştırıldı'
Evet Mavioğlu'na göre de "gazeteciler köpek" ama çok şükür ki 'gerçeğin bekçi köpekleri...' Mavioğlu, kitabında son yedi sekiz yıllık dönemdeki medyaya habercilik, tarafsızlık, ifade özgürlüğü, yazma ve yayınlama özgürlüğü, medya, sermaye ve iktidar ilişkileri gibi birçok alandan bakıyor.
Mavioğlu ile son kitabını konuşan isim ise eski gazetesi Radikal'den Nazan Özcan oldu. İşte Radikal Kitap için yapılan o röportajdan çarpıcı bölümler:
- Neden medya yazdınız? Artık içinde olmadığınız için
mi?
- Fasılalar olsa da 1985'ten bu yana gazetecilik yapıyorum. 27
yıllık süre içinde sadece haber yapmakla yetinmedim. Haberin
önündeki engellerin kaldırılması için, bu mesleğin etik kurallara
uygun yürütülmesi için, özgür basın hayalinin gerçek kılınabilmesi
için de epeyce uğraş verdim. Çünkü beni yaptığım haberler kadar, bu
haberlerin nasıl bir toplam içinde sunulduğu da ilgilendirdi her
zaman. Yani yaptığınız haber kötü bir toplamın kenar süsü mü olacak
yoksa giderek iyiye doğru evrilen bir zeminde mi yükseleceksiniz. O
yüzden mesleğe başladığım dönemden beri habercilik kadar, medya
teorisini de kendime dert edindim. Benzer zeminde hareket eden
diğer meslektaşlarımın da uğraşları sonucunda, medyada umudun
yeşerdiği de oldu, büyük hayal kırıklıkları yaşandığı da...
Böylesine inişli çıkışlı bir süreçti bu. Fakat son yedi-sekiz
yıldır medyada her şey hızla kötüye gitmeye başladı. Dahası bu
olumsuzluklar 'yeni medya' adı altında o derece organize bir
biçimde önümüze dikildi ki, diliyle, üslubuyla, tarzıyla farklı bir
durum ortaya çıktı.
Geçmişin tüm olumsuzluklarını da içinde barındıran bu yeni medya, giderek merak edeni, sorgulayanı, soruşturanı, itiraz edeni bünyesinden kusar oldu. İyi kalemleri beşer onar buharlaştırdılar örneğin. İyi ve yetenekli medya işçilerini özellikle hedef gözeterek ayıkladılar, muhalif tutumlarında ısrarcı olan gazeteciler tutuklandı ya da itibarsızlaştırıldı. Halen 90'ın üzerinde gazeteci içeride ve bu gazetecilerin ezici bir çoğunluğunun Kürt medyasından olması hiç de tesadüf değil. Kitapta bu tutuklama ve itibarsızlaştırma faaliyetlerinin ibret-i alem olsun mantığıyla yapıldığını anlattım. Herkesi içeri alamayacaklarına göre, amaç geride kalanları sindirmekti. Tüm bu yaşananların tam da medyanın içini dışını iyi bilen birileri tarafından; hem de 28 Şubat döneminin medyası gibi 15 yıl sonra değil de tam yaşandığı dönemde sorgulanması ahlaki bir sorumluluktu. Gemileri yaktım ve bu kitabı yazdım. Artık içinde olamadığım, adına 'yeni medya' denilen bir şey var ortada ama gazetecilik baki.
Medyanın kaç yıllık sürecini ele alıyorsunuz ve neden bu süreci
seçtiniz?
Özellikle AKP iktidarı döneminde ortaya atılan 'yeni medya'
kavramıyla birlikte hepimizin başına gelenlere özel bir ağırlık
verdim. Bu da AKP 'nin iktidarını sağlamlaştırdığı 2007 sonrasına
denk düşüyor. Elbette ki eski medyaya iyiydi de şimdi her şey çok
kötüleşti gibi bir bakış yok kitabımda. Fakat yeni medyanın,
Türkiye 'de son yıllarda yaşanan "yeni rejim" tartışmalarının tam
ortasında bir yerlerde olduğu gerçeğine dikkat çekmek gerekti.
Yargıda, eğitimde, poliste, askerde, hatta futbolda bile önemli
değişimlerden söz ediyorsak, medyada olup bitenleri de bu zeminde
ele almak kaçınılmazdı.
- Büyük fotoğraftan baktığınız zaman "bugünkü Türkiye
medya"nın durumu nedir? Şu anda Türkiye medyasında asıl patron
kim?
- Tek cümleyle yanıt vermek gerekirse, bazı istisnalar dışında
iktidar, medyayı hatta reklam vereni bile teslim almış, hatta
kartel olmuş durumda. Bunun arızalı bir durum olduğu ortada ama
bunu hazırlayan zemin hiç tartışmasız medyanın sahiplik yapısıyla
yakından alakalı. Medya sektörü asıl olarak büyük sermayeye ait bir
alan. Haber çok pahalı, sektördeki rekabet koşulları çok sert.
Devasa şirketler birbiriyle yarışırken bu alanı küçükler açısından
ulaşılmaz hale getirdiler. Çok da kârlı olmayan bu alanda büyük
sermaye neden var?
- Neden?
- Medya sahiplerinin sadece habercilik aşkıyla yanıp tutuştuklarını
düşünmek büyük bir yanılgı olur. Aslında herkes, medyanın büyük
sermayenin elinde, diğer tüm yatırımlarını güçlü kılmak için
kullandığı bir silah olduğunu biliyor. Bugünü dünden farklı kılan
ise büyük sermayenin elindeki medya gücünü önemli ölçüde iktidara
devretmek zorunda kalmış olmasıdır. Bu kimi kez vergi cezalarıyla,
kimi kez doğrudan el koyma yoluyla, kimi kez hükümetin medya
patronunun farklı alanlardaki yatırımlarına çomak sokmasıyla, kimi
kez de tehditlerle gerçekleşti. Mesela kitapta Sabah ve Atv'nin
ihale sürecini anlattım. Kamu bankalarının finans desteği ile Sabah
ve Atv'nin Çalık grubuna nasıl altın tepsi içinde sunulduğunu.
Doğuş grubunun dize getirilme sürecine ilişkin anekdotlar, Doğan
grubuna kesilen vergi cezası ile bu büyük grubun
etkisizleştirilmesi, Samanyolu TV ve Zaman gazetesinin yaygın
medyanın yeni kadro kaynağı olması gibi önemli köşe taşları kitapta
var. Bir de AKP iktidarı sonrasında kurulan gazete ve televizyonlar
var tabii. Taraf, Beyaz TV vb. gibi yeni medya organlarıyla
zamandaş medya düzenindeki yeni kurallar da incelenmeye değerdi.
Bana göre, tüm bu olup bitenler çok somut bir medya planının ürünü.
Wikileaks belgeleri arasında ABD Büyükelçisi Robert Pearson'ın, 6
Haziran 2003'te ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği bir kripto
var. Bu kriptoda "güçlü bir medya grubuna duyulan ihtiyaçtan",
konunun "Başbakan ile paylaşıldığından" ve "olumlu değerlendirmeler
yapıldığından" söz ediliyor. Yani medyada yaşananlar nedensiz ya da
Roboski bombaları kadar 'milli' değil.
- Peki eskiden Türkiye'de medya bağımsızlık anlamında
daha iyi mi durumdaydı?
- Bu sektör, iktidarla büyük sermayenin önemli bir ilişki alanıdır.
Geçmişte medyayı yönetmek iyi ya da kötü manada medya patronlarının
işiydi. Koalisyon dönemlerindeki dengeler, iktidarların medya
üzerinde sınırsız hakimiyet kurmasına imkân tanımıyordu. Bu görece
bir bağımsızlık alanı yaratmıştı. Şimdi ise iktidar televizyonlarda
kimlerin program yapacağını, gazetelerde kimlerin köşe yazacağını,
hatta haber merkezlerinin nasıl dizayn edileceğine kadar müdahale
eder oldu. Bu, medyanın yönetiminin tümden iktidarın eline kalması
demektir ki, iktidarın toplum adına denetlenmesinin tümüyle yok
olması anlamına gelir.
- Gazeteciler için önce "bekçi köpeği", sonra da medya
için köpek metaforunu ve silah metaforlarını kullanıyorsunuz. Biraz
ağır değil mi?
- "Gerçeğin bekçi köpeği" sözü, yaşananların örtbas edilmesi
durumunda toplumu alarme ettikleri varsayımından hareketle
kullanılan olumlu bir metafor ve müellifi ben değilim. Artık
Türkiye 'de gazeteciler topluma alarm verme görevini yerine
getirmek şöyle dursun, tam aksine iktidarın politikalarının rıza
üretimiyle meşguller. Resmi kaynaklardan sızdırılan bilgi ve
belgeleri hiç sorgulamadan, arkasında ne olduğunu, ne amaçla
sızdırıldığını merak etmeden, tam da servis edildiği biçimde
okurun, izleyicinin önüne getirdiğinde bunun adı gazetecilik değil
rıza üretimi oluyor. Başka bir ifadeyle, iktidarın gör dediğini
gören, görme dediğine sırtını dönen, onun toplumda yaratmak
istediği algının propagandasını yapan, giderek toplumu
şekillendiren bir araca dönüşüyor. Kitapta Emniyet Haber Ajansı
adını verdiğim bir ekip, sadece bu işle meşgul. Kitapta farklı
örnekler de var. Elbette ki bu yapılanların somut sonuçları da var.
İnsanlar itibarsızlaştırılıyorlar, daha yargılanmadan açıkça infaz
ediliyorlar, özel hayatlarının üzerinde tepiniliyor ve tüm bunlar
yaşanmamış gibi bir de demokrasi, özgürlük, adalet gibi kavramlar
herkesin dilinde sakız olmuş. Medya linçiyle baş edemeyen
insanların intiharlarını anımsayın, cezaevlerinden çıkan tabutları.
Evet, tam da bu nedenlerle medya, iktidarın kabzasını eline aldığı
bir silah ve gerçekten öldürüyor. Evet, medya iktidarın tasmasından
tuttuğu bir köpek ve dişlerini geçirmeye görsün, topluma ait bütün
iyi ve olumlu değerleri paramparça ediyor.
- Anlattığınız dönemde sansür ve otosansür ilişkisi
nasıl ilerliyor? Gazetecinin kırmızıçizgileri ne?
- Sansür bu ülkede mürekkep kağıda damladığı günden beri var.
Otosansür ise çok daha sofistike bir çabayı gerektiriyor.
Gazeteciler akıllı insanlar oldukları için hangi dönem neyi
yazmamaları, neyi görmezden gelmeleri gerektiğini anlıyorlar ya da
defalarca kafalarını duvara çarpıp öğreniyorlar. Sonrasında
kimsenin onlara talimat vermesine de gerek kalmıyor. Gazetecinin
öğrendiği bu sınırlar, medyanın kırmızıçizgileri. Mehmet Altan da
söylemişti: 'Yeni Türkiye ' söylemiyle çelişen her şey,
gazetecilerin kırmızıçizgisi bugün. Uludere, Hopa olayları, basın
özgürlüğü, KCK tutuklamaları bu kapsamda. Zaten KCK kapsamında
açılan en son davada savcıların tutuklu gazetecilere yönelik
"devleti sıkıntıya sokacak haber", "örgütsel gazetecilik" gibi yeni
suç türevleri üretmeleri önemli bir örnek.
- "Gazetecilerin bu süreçte küçük bir direniş dahi
gösterememiş olmalarının üzerinde durmak gerek" diyorsunuz. Bu
şartlar altından nasıl direneceklerdi?
- Gazetecilik, güç odaklarınca gizlenen gerçeklerin üzerindeki
örtüyü kaldırma işidir. Tam tersine güç odaklarının karşısında
boyun eğiyorsa, gerçeğin üzerine bir örtü daha seriyorsa, mesleğini
yapmıyor demektir. Tekil direnişlerden değil, mesleğin
savunulmasından söz edeceksek, gazeteciler örgütlenerek bu ağır
baskıyla en azından mücadele etmeyi deneyebilirlerdi. Çünkü bir
süre sonra medyada bu dönem yaşanan pespayelikler de çok
konuşulacak.
Asıl olarak büyük sermayenin alanı olan medyada 'ben artık yalanlardan bıktım, gerçeği öğrenmek istiyorum' diyen güçlü bir okur kitlesi ortaya çıktığında, aynı Almanya'daki Tageszeitung örneğinde olduğu gibi kuruluş sermayesini tabana yaymış güçlü, alternatif bir kooperatif medyası üretmek mümkün. Bu şimdilik bir ütopya ama gaz fazla sıkıştı. Yani, kaçarı yok: Ya bir yol bulunacak ya da bir yol açılacak.