Gazetecilik ve siyasetin ilişkisi nasıl olmalı?

Ertuğrul Özkök bugünü medya eleştirisine ayırmış. Medyanın küresel düzeyde yaşadığı süreç eşiliğinde Türkiye'ye bakmış.

GAZETECİLER.COM - Ertuğrul Özkök bugünü medya eleştirisine ayırmış. Medyanın küresel düzeyde yaşadığı süreç eşiliğinde Türkiye'ye bakmış. Özellikle İngiltere medyasında yaşanan süreçten çıkarılacak dersleri

Yazıya geçmede önce belirtelim. Özkök'ün verdiği örnekleri Mustafa Karaalioğlu ya da Ekrem Dumanlı da verip kendi cephelerini haklı kılan birer veri olarak sunabilirler. Gazetelerin siyasi partilerile ilişkilerinde ölçü ve standartlar ne olmalıdır sorusuna yanıt vermeye çalışmış Özkök. Ancak dediğimiz gibi, verdiği örnekler Hem Özkök'ü hem de eleştirdiği çevreleri haklı çıkaracak nitelikte.

Bu arada Özkök'ü biraz kızgın da gördük bugün. Şu cümleye bakar mısınız:

"Başka gazetelerde çalışan birtakım gazeteciler de bütün hayatlarını, başarılı büyük gazeteciler üzerine yazdıkları abuk sabuk yazılarla geçirmezler."

Belli belli kızdırmışlar... Neyse, Sizi Özkök'le başbaşa bırakalım...

"“SUN”, İngiltere’nin en yüksek tirajlı tabloid gazetelerinden biridir.

“Sun’un eski Genel Yayın Yönetmeni Rebekah Wade iyi dostumdur.
 

Geçen yıl Davos’ta Bild’in Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann, Rebekah Wade ve ben öğle yemeğinde uzun bir sohbet yapmıştık.

Bu yaz başında Murdoch’un Londra’da verdiği partide de birlikteydik.

Wade şimdi Murdoch’un İngiliz gazete grubunda daha yüksek bir göreve geldi.

Dün, onun genel yayın yönetmenliğini yaptığı gazetenin kapağı olduğu gibi İşçi Partisi’nin başarısızlığına ayrılmıştı.

Ayrıca bir yazı ile gazetenin İşçi Partisi’ne verdiği desteğin de sona erdiği ilan ediliyordu.

Anlgosakson demokrasisinin çarpıcı özelliklerinden biri budur.

Gazeteler, açık bir şekilde hangi partiyi desteklediklerini okuyucularına ilan ederler.

Her gazetenin okuruyla ilişkisini, kendi yayın çizgisi tayin eder.

Başka gazetelerde çalışan birtakım gazeteciler de bütün hayatlarını, başarılı büyük gazeteciler üzerine yazdıkları abuk sabuk yazılarla geçirmezler.

* * *

Murdoch grubunun İşçi Partisi’ne desteğini çekmesi ile ilgili haberi okurken biraz gerilere 1980’li yılların sonuna döndüm.

Yöneticilik hayatımın en çarpıcı olaylarından birini o günlerde yaşadım.

Hürriyet’in o günkü sahibi Erol Simavi, gazete kâğıdı üzerindeki fon kesintileri yüzünden çok kızdığı Başbakan Turgut Özal’a zehir zemberek bir açık mektup yazmıştı.

Bu yazıyı Hürriyet’in o günkü Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç kaleme almıştı.

Özal’ın geçirdiği by-pass ameliyatı yüzünden akıl melekelerini kaybettiği iması bile vardı.

* * *

Ben Özal’a çok yakın bir gazeteciydim ve bu yazıyla hiç mutabık değildim.

Yazıya hem Hürriyet okurlarından hem de Özal’a kızan çevrelerden çok büyük destek geldi.

Ama ben Ankara temsilcisi olarak çok mutsuzdum ve Özal’la bütün ilişkilerimin koptuğuna inanıyordum.

O akşam saat 23 sularında evimin telefonu çaldı. “Başbakanlık Konutu’ndan” aranıyordum.

Özal, “Ne yapıyorsun” diye sordu.

“Çok üzgünüm Sayın Başbakan, bunun olmasını hiç istemezdim” dedim.

“Boşver, sen şimdi beni dinle” dedi ve arkasından beni hayretler içinde bırakan şu sözleri söyledi:

“Sen şimdi gazetenin tepesindeki bu yazıya bakıp, Başbakan Hürriyet’i sildi, artık benim telefonuma bile çıkmaz diye düşünürsün. Hayır. Hürriyet ve sen başkasın, İstanbul’daki o iblisle, Zürih’teki o iblis başka. Bana her gün telefon edeceksin ve ben de her gün senin telefonuna çıkacağım.”

Tahmin edeceğiniz gibi, İstanbul’daki “iblis” rahmetli Çetin Emeç, Zürih’teki ise patronum Erol Simavi’ydi.

Bu sözleri sıkıntılı bir şekilde dinledim.

Özal dediğini yaptı.

Öldüğü güne kadar ne zaman arasam telefonuma çıktı ve onunla bu ilişkim, gazetecilik kariyerimde yükselmeme çok büyük katkıda bulundu.

Ben, bazı gazetecilerin bana “Özköşk” adını takmasına neden olacak kadar Özal’a yakın bir gazeteciydim.

Buna karşılık Hürriyet’in bazı manşetleri ve bazı yazarları Özal’a çok muhalifti.

Ama bu durum Özal’ın Hürriyet’i dışlamasına neden olmadı.

Öldüğü gün en sıcak ve etkili manşeti Hürriyet attı."