Gazetecilik de cinsellik gibi heyecanla yapılmalı...
Memduh Bayraktaroğlu Sayım Çınar'a verdiği röportajda medya ve gündeme dair dikkat çeken değerlendirmeler yaptı...
GAZETECİLER.COM
Yakın Türkiye
tarihinin en önemli tanıklarından tecrübeli gazeteci ve
İnternethaber.com yazarı Memduh Bayraktaroğlu
Sayım Çınar'a verdiği röportajda Türk medyası ve yazarlık
serüvenine dair çarpıcı açıklamalar yaptı. Bayraktaroğlu
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sıcak gündemi de
yorumladı:
Öncelikle Memduh Samuray Bayraktaroğlu’ndan, isminizden başlayalım. Neden çift soyadı?
Karımla tanıştınız. Adı İncilay ve ressam. Onun tabloları üzerinde soyadı olarak Samuray yazar. Karımın kızlık soyadı. Karımla 46 yıldır beraberiz. Evlenmeden önce birbirimize söz verdik. İsmi çok uyumlu. İncilay Samuray. O ahengi bozmak istemedik. O zamanlar bugünkü kanun yoktu. Kızlar babalarından gelen soyadlarını kullanamıyorlardı. Biz de gittik mahkemede değiştirdik ama iki soyadı birden kullanmak zorunda kaldık. Babacığım rahmetli kendi soyadımı da kullanmam şartıyla kabul etti bu değişimi.
“Aydın Doğan, Dinç Bilgin’le çok kavgalarım oldu, televizyonda parmak salladım onlara.”
Yakından takip edilen bir yazarsınız. Internethaber’de popülersiniz. Yazmadığınız günler aranıyorsunuz. İnternet gazeteciliğinden önce bir medya geçmişiniz var. Bu geçmişten söz edelim isterim.
Marmara Üniversitesi İktisadi Ticari Bilimler İşletme Pazarlama Bölümü mezunuyum. Eski ve ünlü Sultanahmet yani. Okulumuzdan mezun olmuş ünlü tabii ki çok var. Aydın Doğan, Naim Talu Merkez Bankası eski başkanlarından ve eski başbakanlardan. Aydın Ayaydın Emlakbank eski genel müdürü halen CHP milletvekkili. Mehmet Altan, aynı okuldan mezunuz. Ben hiç gazetecilik yapmadım. Tepeden köşe yazarı olarak başladım. 30 sene önce hapis yattım. Gerçi sadece seksen gün yattım ama haksız yere orada seksen gün geçirmek çok etkiledi beni. Profesyonel yöneticiliği bıraktım bunun üzerine. Doğrudan köşe yazarı oldum. Ekonomi dünyasından geldiğim için ekonomi yazdım Günaydın’da. En başlarda "Ekomedya" idi köşemin adı. Sonra, Milliyet'te "Umuda Doğru" yaptım. Halkın anlayacağı dilde anlatıyordum ekonomiyi. Bir doktor tıp terimleriyle konuşursa ben nasıl bir şey anlayamazsam, iktisat eğitimi görmemiş olanlar da eğer iktisadi terimlerle anlatsaydım beni anlayamazlardı. O nedenle ekonomiyi örneklerle, halk diliyle anlatıyordum. Daha sonra Umur Talu Milliyet’e istedi, kendisi gazetenin genel yayın yönetmeniydi. En saygı duyduğum yöneticilerden biridir Umur. Yedi gün süren "Güneydoğu Barış İstiyor" başlıklı yazı serim yayınlandı Milliyette. 1994 yılı Ekim ayıydı. Fransız Paris Match dergisi telif ödeyerek alıntı yaptı o çalışmamdan. Bir süre ara verdikten sonra 1995 yılı Haziran ayıydı yanılmıyorsam Akşam'da başladım yazmaya. 1996 Haziran ayı sonlarında kurulan REFAHYOL’a destek verdim o dönemde. Daha doğrusu TSK'nın ve medya kartelinin antidemokratik baskılarına karşı geliyordum. RefahYol post-modern bir darbe ile düşürüldükten sonra Mesut Yılmaz başbakan oldu. RefahYol döneminde çok ağır eleştirmiştim Mesut Bey'i. Akşam'daki yazılarıma son verilirse çok memnun olacağını söylemiş gazetenin ankara Temsilcisine. O da patron Mehmet Emin Karamehmet'e aktarmış bunu. Bana durumu anlattıklarında anlayışlı olmaktan başka yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Veda yazısı yazdım ayrıldım. Daha sonra btv isimli bir kanalda 8-10 saniyelik VTR'ler yayınlıyor onların üzerine yorum yapıyordum. Çok kötü bir dönemdi, medya kavgası oluyordu sürekli. Bütün dostlarımı o dönemde kaybettim. Hayatımın en kötü dönemidir. Hiç kimse bana o dönemde 'bu kavgaları yapma' demedi. Deseydi, uyarsaydı, aklımın başından gittiğine beni ikna etseydi dinlerdim. O dönemde; mwedyanın nefret ettiği Tansu Çiller'e destek verdim. Yok, hayır pişman değilim. Aydın Doğan, Dinç Bilgin’le çok kavgalarım oldu, televizyonda parmak salladım onlara. 2000 senesinde danışmanlık teklif etti Tansu Hanım. Danışmanlık yaptım DYP’de.
“Çiller, tek başına iktidar olsaydı Türkiye’ye müthiş işler yaptırırdı.”
O süreçte iyi ki bunu yaptım diyor musunuz?
Çiller ile olduğum günler hayatımın onur duyduğum günleridir. Evet, onun yüzünden Türkiye'nin en güçlü medya patronlarıyla kavga da ettim ama suç ya da hata benimdi, onun değil. İmkan olsa keşke o günlerde medyada yaptığım kavga dolu günleri hayatımdan çıkarıp atabilsem ama artık imkânsız. Altyazılar geçiyordu sürekli, çalıştığım kanalda, çoğunun benden bilindiğini ya da o alt yazıları yazanların öyle bilinmesini istediklerini öğrendiğimde çok geç kalmıştım. Keşke o günlere dönebilsem, o iki seneyi, 1998 - 1999 yıllarını hayatımdan silebilsem. Tansu Çiller’le çalıştığım iki sene (2000 - 2002) ise güzel geçti. Meclise girebilseydi DYP, Türkiye çok daha güzel günler yaşayabilir en azından şu son dört yıldır süren siyasi kaos olmazdı. Tek başına iktidar olsaydı Tansu Hanım, Türkiye’ye müthiş işler yaptırırdı. Telekomu özelleştirebilseydi Türkiye'de bugün kişi başına milli gelir 20 bin Doları mutlaka geçerdi ama o dönemin AYM Başkanı Yekta Güngör Özden ve diğer sosyalist üyelerin kaprisinden dolayı, Telekom'u özelleştirme yasası iptal edildi. O özelleştirmeyi engelleyenler Türkiye’yi batıranlardır. AYM'ye iptal başvurusunu yapan ise DYP - SHP ortak hükümetinin Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal’dır. Yani, Çiller de Erdoğan gibi tek başına iktidar olsa idi, kişi başına milli gelir bugün 20 bin doları geçerdi.
Fenomen insanlar var hayatınızda. Akşam’ın en çok sattığı dönemde oradaydınız.
Evet 1 milyonun üzerinde satıyorduk ki sanırım bir ara bir buçuk
milyonu bulmuştuk. Ama dedim ya Türkiye'de büyük medya dediklerimiz
yeni rakip istemiyorlar. Mehmet Ali Ilıcak'ın sahibi olduğu Akşam
da büyük medya olma yoluna girince medya karteli önce gazetemizin
dağıtımını durdurdu sonra da Mehmet Ali'yi yıpratmak için girişimde
bulundu.
Sizi Mehmet Ali Ilıcak kovmadı mı Akşam'dan?
Akşam'dan kovulduğumda patron Mehmet Emin
Karamehmet'ti. Ama Türkiye'de medya patronlarına kızmaktan çok
siyasetçilere kızmalıyız. Çok güçlüler. Medya patronları ise ne
yazık ki devletle işleri olan işadamları. Mecburen boyun eğiyorlar
Aydın Doğan hariç. 28 Şubat sürecinde çok kavga ettim Aydın Bey'le
ama cumhuriyet tarihimizin en yürekli, siyasal iktidarlar
karşısında en dik duran patronu olduğunu da her zaman kabul
ettim.
İnternet gazetesinde köşe yazıyorsunuz. Yazdığınız
yazılardan sonra arayanlar oluyordur.
Mail çok geliyor, telefon geliyor. 18 yıldır değişmedi hiç telefon numaram. Birçok insanın aklında kalmış belli ki. Sitem de çok, takdir ve teşekkür de. Eleştirdiğiniz zaman sevilmezsiniz. Eleştiri sevimsizdir. Eleştireni de sevimsiz yapar ama ne yapayım işim bu?
Düşündüğünü kolay yazan birisiniz. Doğrudan yazıyorsunuz. Keskin yazıyorsunuz. Bugünkü Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyoruz.
Başbakanın görevinden ayrılmamasını etik bulmuyorum. Keşke ayrılsaydı. Nasıl olsa yine kazanacaktı. Zira ilk turu kaybetse bile ikinci turda Demirtaş’a giden oyları da alarak kazanacaktır. Ama bu kadar büyük devlet ve para gücüyle kazanamazsa siyaseti mutlaka bırakmalı. Yani Sayım; kuş marka, kırk yaşında bir araba ile yeni model bir Ferrari’yi yarıştırıyorlar bugün. Adayların kalitesinden bahsetmiyorum, motor gücünden bahsediyorum. Başbakan dışındaki adaylara bağış yatıramıyorlar, isimler kaydediliyor, fişlenmek istemiyor insanlar. Diğer adaylara para yatırmak isteyenler başlarına iş gelmesinden korkuyorlar.
“Türkiye ekonomisini ayakta tutan petrol zengini ülkelerden gelen kayıt dışı dolar.”
Ekmeleddin beyi nasıl buluyorsunuz?
"Ekmek için Ekmeleddin" sloganını önemli buluyorum. Ekmek Türk halkı için çok kutsaldır. Hatta özgürlüğünden bile kutsaldır. "Adamın özgürlüğüyle oynama kardeşim" diye bir söz hayatımızda yok ama "adamın ekmeğiyle oynama" denildiğinde oynayanın nasıl tehlikeli bir iş yaptığını da ilkokul çocukları bile anlar. Ekonomimiz liberal. Yani fiyatlarda denetim olmaz, istediğin fiyatı koyarsın. Bir tek üründe fiyatları devlet tespit eder, o da ekmek fiyatları. Ekmek fiyatları serbest kalırsa yer yerinden oynar. Bence bu kampanya için konulabilecek en doğru şeydi ekmek. Rus devriminden önce halk “ekmek hürriyet” diye bağırıyordu sokaklarda. 1. Dünya savaşı sırasında “ekmek ve hürriyet” diye bağırıyordu üniversiteli gençler İstanbul sokaklarında. İnsanların ekmekleriyle oynamayacaksın. Kavgadan hoşlanmayan, hoşgörülü, esprili ve sakin Ekmeleddin Bey kaybetse de Türk siyaseti çok şey kazanacak. İyi bir örnek yani..... Türkiye ekonomisini ayakta tutan petrol zengini ülkelerden gelen kayıt dışı dolarlar ekonomimizi yıllardır zor bela ayakta tutuyor. Eğer o paraların gelmesi durursa çökeriz. Bu yönüyle de de Ekmeleddin bey çok önemli. Herkes Erdoğan’dan nefret ediyor. Bütün Arap ülkeleriyle kavgalı. Para girişi her an bitebilir. Ekmel Bey olursa bölgeye kalıcı barış gelir. IŞİD problemini de İsrail problemini de çözerim diyor adam ve bence çözer. 58 Arap ülkesini sekiz yıl hiç sorunsuz yönetti. 2012'de patlak veren Suriye olaylarına kadar ben de Tayyip Erdoğan’ı destekliyordum. Yalaka bile dediler bana. Ben ise onlara fikir insanı olduğumu söyledim. Gezi parkında eleştirilerim zirveye çıktı. En büyük hatasını yaptı Erdoğan.
“Türkiye’de köşe yazarı okumaktan daha büyük işkence yok. Allah sanki bana bela verdi.”
Yazarları takip ediyorsunuz medyadaki. Nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’de köşe yazarı okumaktan daha büyük işkence yok. Allah sanki bana bela verdi çünkü işim gereği her gün en altmış köşe yazarı okumak zorundayım, belki daha fazla.
Sizce her şeyi yazmalılar mı?
Hıncal Uluç yazar çünkü entelektüeldir. Çok gezer çok yaşar. Gece hayatı sinema her şeyi yazabilir. Hem yaşamayıp hem de yazarsanız bu hata olur. Entelektüel deneyimi olmadığı halde mış gibi yapıyorlar. Anayasa mahkemesini hukuku bilmeden eleştiremezsiniz.
İnternet ve matbu arasında ne fark var bugün, internet gazeteciliği nereye gidiyor?
Yazılı basında 12 saat bekliyorsunuz yazınızın yayınlanması için. Okur tepkisi de çok geç geliyor. İnternet ise çok farklı, gün içinde gündem değişiyor, hemen yeniden yazıyorsunuz. Aynı günde 3 gündem üzerine bile yazabiliyorsunuz. İŞID konusunda sanırım ilk ben yazdım. 3000 eşkıya yedi yüzbin nüfuslu bir şehri işgal edemez dedim. İçerinden hem de Saddam’ın eski adamlarından ve hatta Amerika'dan destek geldiğini savundum. Irak’ın üçe bölüneceğini bunun ise çok eskiden planlanmış bir senaryo olduğunu yazdım. İlk 5-6 gün bu tezim destek bulmadı şimdi herkes aynı şeyi söylüyor. Avantajım hemen yazabilmekti.
Uzun yıllar deneyimden sonra niye televizyona geri dönmediniz?
Flash TV’de 2002’de program yaptım. Seçimlerden önce. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli çok şikayetçi oldular. Ben de bir gece çıktım canlı yayında o kadar şikayet ettiniz ki bırakıyorum dedim. Ama inat spor programı yaptım, sadece Galatasaray'ı konuştuk konuklarımla. Fenerbahçe’nin adını geçirmedim. 4 - 5 ay sürdü.
Romanlarınız da var.
16 kitabım yayınlandı ama hiç kimse tanımıyor bu büyük (Burada kocaman bir kahkaha atıyor) romancııyı. Dünyada ilkim herhalde bu kadar çok kitabı yayımlanıp da hiç tanınmamak konusunda. Yok işte onu yapamam. Hiç kimseye, en yakın dostlarıma bile ki halen çok etkin görevleri var medyada "benimle söyleşi yap" demedim.
“Ben gibi Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök, Hıncal Uluç gibi isimler olmalı. Bu tarz gazeteciliği öğrensin gençler, özel haber yapmayı öğrensinler.”
Geleneksel gazetecilik can çekişiyor internet yüzünden de. Yazılı medyanın sonu ne olacak?
Kağıt baskı medya biter mi? bence Türkiye’de zor biter. Benim tanıdığım Avrupalılar, Amerikalılar berjerlerde oturup kitap okuyor. Bizse yatmadan okuyamayız. Tableti bilgisayarı öyle okuyamayız. Uzun süre devam edecek bence yazılı medya. Rekabet etmek mümkün değil internetle. İnternetin haberciliğiyle değil hızıyla. Hem, bugünün haberini okumak için neden yarını bekleyeyim? Öyle bir köşe yazarlığı sistemi gelmeli ki, yazar aynı zamanda haberci olmalı. Haber dili mutlaka değişmeli. Yazar olayı öykü anlatır gibi anlatmalı. her paragraf bir sonraki paragrafı okunur kılmalı. İşte o zaman matbu basın güç kazanır. Hiç kimsenin internet sitesinde göremeyeceği şeyleri bulursun, kimsenin söyleyemeyeceğini söylersin, okur yine gider alır senin gazeteni. Özel haber değere biniyor bu yönden. Kendimi övmek istemem, ama ben gibi Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök, Hıncal Uluç gibi isimler çıkmalı gençlerin arasında. Bu tarz (öykü haber tarzı) gazeteciliği öğrensin gençler, özel haber yapmayı öğrensinler.
Medya eleştirileri de yazıyorsunuz, Ahmet Kekeç, Ahmet Hakan, Ertuğrul Özkök gibi isimlerden de söz ediyorsunuz.
Dün alkışladığımı bugün eleştiririm. Fikri sabit yok. Dün kaybettirdiğim birini bugün rahatlıkla alkışlayabilirim ya da tersi. Arkamdan yazılacak ya da söylenecekler umurumda bile olmaz.
İnternethaber’de düzenli yazıyorsunuz. Nasıl bir mecra sizin için?
Müthiş bir yer. Köşe yazarlığına ilk başladığımda Günaydın'da bizim patron Hadi Özışık ile tanıştım. Hadi ile birçok mecrada birlikte olduk. Milliyet hariç bütün çalıştığım gazetelerde onunla beraberdim. Sadece patronum değil dostum, arkadaşım, kardeşim de yani.
“Düşsem de umurumda değil.”
Açığı olan bir medyadayız. Kaygan bir zemindeyiz. Bunu düşünüyor musunuz?
Evet kaygan. hemen herkes birbirinin ayağını kaydırmak istiyor. Benim ayağımı kaydımak isteyen var mı bilemem ama isete ve kaydırsa ne olacak? Zaten düşüküm daha nereye kadar düşeceğim? Yani umurumda değil.
Eleştiri yazmak, hem siyaset hem medya hakkında yazmak, belli bir birikim sonucu oluyor.
Yazmak için yaşamak gerekiyor mu?
Evet. Cinselliği yaşamadan yazabilir misin?. ya da başkasından dinleyerek?. tabii anlatamazsın yaşamak gerek. Siyaset gazeteciliği için de aynı şey geçerli. yani gazetecilik de seks gibi heyecan ister. Şu yaşımda hala klavyenin başına oturduğumda heyecanlanırım, biricik eşimle bir tek bu anlarda ayrı oluruz. Eşim resim yaptığında ben de yazdığımda.