'Gazeteciliğin öldürüldüğü yer Silivri!'

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Silivri cezaevinde görülen Ergenekon duruşmasını ve gazeteci Soner Yalçın'ı yazdı.

GAZETECİLEr.COM - Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Silivri cezaevinde görülen Ergenekon duruşmasını ve gazeteci Soner Yalçın'ı yazdı. Bakan ve gazetecilerle birlikte yaptığı ziyareti hatırlatan Ahmet Hakan yazısına "Yine Silivri Cezaevi’ne gittim." diye başladı ve şöyle devam etti:

Ama bu kez gayriresmi bir şekilde... İki amacım var: Tutuklu gazeteci Soner Yalçın’ı ziyaret etmek ve Ergenekon duruşmasını izlemek... Soner’le bir saatlik bir görüşme yaptım. Hem de açık görüş... Ergenekon duruşmasının bir kısmını izledim. Hem sanıkları gördüm, hem de sanık yakınlarını... Edindiğim tüm izlenimleri aktarıyorum...

Duruşma salonundan bazı tanıdık simalar

- TUNCAY ÖZKAN: Uzaktan selamlaştık. Eliyle selam gönderdi bana... Ben de karşılık verdim. Gülümsedik. “Tecrit” nedeniyle çöktüğünü duymuştum. Gayet iyiydi. Yakınlarından öğrendim: Artık tek kişi kalmıyormuş bölümünde, Odatv davasından Barış Terkoğlu konmuş yanına... Tuncay Özkan’ın yakınları “Barış Terkoğlu müthiş biri... Tuncay Özkan’ın şansı oldu” dediler. Duruşma sonunda paravan arkasından el sıkıştık Tuncay’la...

- MUSTAFA BALBAY: Heyecanlıydı... Duruşma salonunda en iyi konuşmayı o yaptı. Gazeteciliğin üç temel marifetini sergiledi: Kısa, anlaşılır ve çarpıcı konuştu. Duruşma sonunda ise gayet pratikti: Yakınlarıyla kitap alışverişi yaptı, herkesin halini hatırını sordu, benimle el sıkıştı... 

SONER'LE BİR SAAT

“Samizdat”ı okuyup bitirdiğimde karar vermiştim, “Soner Yalçın’ı mutlaka ziyaret etmeliyim” diye... Çünkü Soner kitabında yalnızlığı, konuşmaya hasret kalmayı, insan görme arzusunu anlatmıştı. Tarzı ağlak değildi. Öyle olmadığı için de gayet dokunaklıydı. Etkilenmiştim. Kararımı uyguladım: Adalet Bakanlığı’na başvurdum, hemen izin verdiler. Açık görüş yapacaktım. Tutukluların sadece ayda bir kez bir saatlik açık görüş yapabildikleri bilinirse, “açık görüş”ün mana ve önemi daha iyi anlaşılır.

Genel kapı: Ziyaretçilerin ilk başvurdukları yer. Arama ve kontrol. Cep telefonunun teslimi, kıymetli eşyaların bir dolaba konması...

Silivri 1 No’lu Cezaevi’nin kapısı: Gelişmiş bir teknolojiyle göz kontrolü. Ayakkabıların çıkarılarak elektronik kapıdan geçilmesi... Üst araması falan... Ve sonunda açık görüş yapılan orta boy kıraathane havasında bir yere geldim. Soner orada bekliyor.

Konuştu, konuştu... İçerideki hayatı anlattı. Dışarıdaki hayatı sordu ama daha ben konuşmadan yine kendisi konuştu. Konuşmasını istedim, konuşmaya duyduğu hasreti bir saat içinde de olsa dindirsin istedim. Anlattı, anlattı... Yeşile duyduğu hasreti anlattı. Metindi... Güçlüydü... Espriliydi... Umutluydu...

Konuşmanın tam ortasında salonun diğer tarafındaki iki infaz koruma memuru bize doğru geldi. Soner, “Süre bitti mi?” dedi... İnfaz koruma memurları, biraz mahcup bir şekilde “evet” dediler. Ayağa kalktık, biraz da ayakta konuştuk, bu sohbete infaz koruma memurları da katıldı, tabii sorunlarını anlatarak. Söz verdim, “sorunlarınızı yazacağım” dedim. Ve arkamda bin türlü kapının kapanma sesini bırakarak ayrıldım cezaevinden...

GAZETECİLİĞİN MEVTA OLDUĞU YER: SİLİVRİ

Yer: Silivri Cezaevi’nin yanındaki “Duruşma Salonu”. Ergenekon duruşması var. Duruşma salonunda “basın” için ayrılan bölüme geçtim. O sırada sağıma baktım: Bir muhabir... Soluma bakıyorum: Bir muhabir... Dikkat! Dikkat! Koskoca Ergenekon Davası’nı sadece iki muhabir izliyor.

İlker Başbuğ orada... Dursun Çiçek orada... Veli Küçük orada... Muzaffer Tekin orada... Mustafa Balbay orada... Hıfzı Çubuklu orada... Tuncay Özkan orada... Alparslan Arslan orada... Sevgi Erenerol orada... Fakat gazeteciler yok. Haberler yapanlar, iddianameleri sayfalarına taşıyanlar, kitap üstüne kitap yazanlar, suçlamalarda bulunanlar, iddialara destek verenler, iddiaları saçmalık olarak görenler... Hiçbiri yok.

Oysa orada resmen dananın kuyruğu kopuyor: Gizli tanıklar konuşuyor, çapraz sorgular yapılıyor, sanık avukatları yeni belgeler açıklıyor, gerginlikler çıkıyor, yeni savunma stratejileri oluşturuluyor, mahkeme heyetinin çaresiz kaldığı anlar yaşanıyor falan... Fakat en temel dürtüsü “merak” olan gazetecilik, bu harikulade imkâna sırtını dönmüş durumda. İddianamelerin üzerine sorgusuz sualsiz atlayan gazeteciler de merak etmiyor olan biteni, sadece avukatların savunmalarına kulak veren gazeteciler de... Kısacası... Silivri’de bir cinayet işleniyor: Gazeteciliğin boğazı sıkılıyor, üzerine kurşunlar yağdırılıyor, karnına bıçak sokuluyor. Ve cinayeti kör bir kayıkçı bile görmüyor.

Sanık avukatları ve yakınları sadece şunu söylüyorlar: “Ergenekon duruşmalarından herhangi birini izlemeyen Ergenekon Davası’nı anlayamaz”. Yani ortada böyle bir meydan okuma da var ve buna rağmen gazeteciler orada yok.