Gazeteciler.com'a konuşan Nuran Yıldız'dan önemli uyarı: Gazetecilik travma geçiriyor!
SüperHaber'de iletişim ve medya alanında yazdığı yazılarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Nuran Yıldız, Gazeteciler.com'dan Cuma Obuz'a konuştu. Barış Pınarı Harekatı sürecinde gazetecilerin ve muhabirlerin verdiği sınavı değerlendiren Yıldız, önemli uyarılarda bulundu. Gazeteciliğin travma geçirdiğini belirten Yıldız'a göre savaş muhabirinden çok harekat yorumculuğu sergileniyor. İşte Nuran Yıldız ile medya dünyasına ilişkin röportajımız...
İletişim dünyasının nereye gittiğini, haberciliğin ve gazeteciliğin hem dünyada hem Türkiye'deki akıbetini bu alanda önemli çalışmaları, kitapları ve yazıları olan Prof. Dr. Nuran Yıldız ile konuştuk.
Yıldız, medya dünyasının gidişatını öyle vurucu cümlelerle ifade etti ki; mesela "haber, şovun bir parçası" diyerek derin bir mesaj verdi. Yine "ekranlarda savaş muhabirinden çok harekat yorumcusu var" diyerek Hulusi Akar'ın açıklamalarına atıfta bulundu. Ve sohbetimizin sonunda medya dünyasına dair eleştirilerini ve endişelerini bizlerle paylaştı.
İşte Nuran Yıldız ile yaptığımız özel röportaj:
-Siz sanırım Türkiye’deki ilk ve tek askerler ve iletişim konulu akademik eser olan “Tanklar ve Sözcükler”in yazarısınız.
NY: En gurur duyduğum kitabımdır ama maalesef FETÖ’nün saldırılarından nasibini almıştır. Hemen hepsi şimdi firarda olan kişilerin kes yapıştır şeklinde içinde olmayan ifadeleri, varmış gibi gösterdikleri kitabım. Şimdi tutuklu olan Nazlı Ilıcak da FETÖ’nün uydurduğu, olmayan ifadeleri varmış gibi yazdığı yalanları kanıt gibi ekranlarda göstermiştir.
-Savaş muhabirliği eğitimi Türkiye’de aksatılan bir konu. Bildiğim kadarıyla Anadolu Ajansı’nın bir eğitimi var fakat pek rağbet görmüyor. Sizce neden bu eğitim Türkiye’de önemsenmiyor?
"Gazetecilik Türkiye’de ve dünyada travma geçiriyor"
NY: Çünkü gazetecilik Türkiye’de (aslında dünyada da) travma geçiriyor. Bir taraftan sermaye, siyaset, medya ilişkileri diğer taraftan yeni teknolojiler, “haber” kavramı tartışmaları ve daha az sayıda insanla daha fazla iş yapma yaklaşımı bu travmaya neden oluyor.
Sadece “savaş muhabirliği” değil, muhabirlikteki diğer uzmanlık alanları da eridi. Her muhabir, ne iş olursa yapar hale geldi. “Yapamam” dese işinden oluyor çünkü.
Üstüne bir de “savaş muhabirliği” başka bilgiler de gerektiriyor. Bir taraftan haber yapacaksın bir taraftan hayatta kalacaksın.
"Savaş muhabirimiz yok ama “harekât yorumcumuz” çok"
Savaş muhabirimiz yok ama “harekât yorumcumuz” çok. Ekranlar hukukçu, tıp doktoru, gazeteci harekât yorumcularıyla dolu. Bir yığın saçma yorumla iç ve dış kamuoyunun kafasını karıştırıyorlar.
Daha vahimi Milli Savunma Bakanı Akar’ın dediği gibi harekata ilişkin sevkiyat, zamanlama, plan gibi bilgiler yorumcuların geyik muhabbetlerinin konusu oluyor.
Ülkemizin en önemli sorunlarından biri “Ben bu konuyu bilmiyorum” diyecek insanımızın yokluğu.
"RTÜK, öpüşmeye ceza kesiyor, ülke güvenliğini riske edenleri seyrediyor"
Halbuki böyle durumlarda “ülke çıkarı” diye bir kavram var. RTÜK, bir filmde öpüşenlere ceza kesiyor, ülke güvenliğini riske edenleri seyrediyor.
Elbette olup bitene dair haberlerin verilmesi gerekiyor. Bu başka, askerlerimizin, sivillerin can güvenliğini riske eden durumlarda “ortak akıl”ın devreye girmesi başka.
-Barış Pınarı Harekatı ile yeniden gündeme geldi bu konu. Sınıra giden birçok muhabirin kask dahi takmadıklarına şahit oluyoruz. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türk basını bu harekat sırasında nasıl bir sınav veriyor?
"Artık gazetecilik yok, “gazeteciymiş gibi”lik var"
NY: Birinci Körfez Savaşındaki medyayı hatırlarsan kilometrelerce uzaktaki Peter Arnett’i biliriz. Uzaktan savaşı canlı veriyordu. Bugün olan farklı değil. Bu kez de bir harekâtı uzaktan izliyorlar. Bazen görev yaptıkları yerler atış menzilinde olduğunda risk altında oluyorlar. Risk almalarına gerek var mı, bence yok. Çünkü gidişatı değiştirebilecek bir bilgiye sahip olmaları pek güç. O bilgi kimin elindeyse zaten kendi kararlarına göre gerektiğinde servis ediyorlar. Geriye de olup biteni aktarmak kalıyor. Artık gazetecilik yok, “gazeteciymiş gibi”lik var. Onun için de canlarını tehlikeye atmamalılar.
"Haber, şovun bir parçası haline geldi"
Haber spikerlerinin haberleri bölgeye yakın bir yerden sunmaları, “olayların içinden” görüntüsü vermeleri ise işin “showbusiness” kısmı. Zaten “haber” artık şovun bir parçası. Bu biraz derin bir konu.
-Türkiye, harekat sırasında dış basına ve uluslararası kamuoyuna kendisini anlatmakta başarılı mı? Eksikler neler?
NY: Bu noktada çaba harcamakla, başarılı olmak konularını birbirinden ayırmak lazım. Kendisini anlatmak konusunda yoğun çaba harcandığı kesin. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem bakanlar hem de danışmanlar bu konuda çaba gösteriyorlar. Özellikle Gülnur Aybet gerçekten uğraşıyor.
İslam güneşi söylemi
Ancak, biz neden bu harekâta gerek duyduk? Bu soruya cevap verecek tek bir temel cümlemiz yok. Her kafadan başka bir ses çıkıyor. Biz derdimizi tek ses, tek cümleyle anlatamayınca, dışarıda da kafalar karışıyor. Bizim de insanlığın da bir derdi var, terör. İnsanlarımızın canını yakan, refahın önünü tıkayan. Türk ordusunun girdiği bölge, yönetim boşluklarından yararlanarak dünyaya terör transferi yapılan bölge. Dünyanın bütünü tehdit ediliyor. Herkesin bizim yanımızda olması gerekiyor. Bu mesajı vermek yerine, “İslam güneşi”ni, “Suriye’nin bütünlüğünü” ve daha pek çok boyutu işin içine sokarak, karşı tarafın eline kozlar vermiş oluyoruz.
Ayrıca, bu bağlamda iç dökmeyle iletişim kurmayı karıştırmamak gerek. Dış basında sözcülük yapan kişilerin önceden harekâtın iletişimini yöneten merkez tarafından eğitime alınması gerekiyordu. Dış basında nadir olarak bulabildiğimiz fırsatları iç dökmeyle harcamak yerine, hangi kavramlar, hangi gerçekler üzerinde durulacak, hangi ülke kamuoyunda hangi konulara hassasiyet var, anlatılacaktı.
Eğer bir harekâtın başlamadan önce masa başı çalışması yapılıyorsa, aynı biçimde iletişimin de masa başı çalışması yapılmalıydı. Harekât başladığında iletişimsel taktikler çoktan uygulanmaya başlamış olmalıydı.
ABD’nin bize bitmez tükenmez öfkesinin temeli, Irak için tezkereye izin verilmediği günden başlar. Çünkü TBMM’den tezkerenin geçmemesi ABD’nin Irak Operasyonunun “mıhlama” dedikleri iletişim ayağını sıkıntıya sokmuştu. Irak’ta çektikleri sıkıntıların kaynağı olarak bunu görürler.
Biz ne yaptık? Harekâtın 3. gününde çalıştay yaptık. Ne ismi doğru, ne zamanlaması, ne de katılımcıları.
Ama çaba var mı var. O konuda bir sıkıntı yok.
-Medya ve iletişim alanında önümüzdeki 10 yılda ne gibi değişiklikler bekliyorsunuz?
NY: Buna 10 yıl önceye bakarak cevap bulunabilir. Bireylerin, bir grubun parçası olarak değil de, haberin tekil alıcısı ve tekil olarak algılandığı bir haberciliğe geçilecek. Habercilikte “güven” kavramı altın değerinde olacak. Her medyadan haber alanlar olacak ama doğru bilgi için başvurdukları bir “güvenilir kaynak”ları da olacak.
-Türkiye’de gazetecilik ile ilgili “eleştirmezsem olmaz” dediğiniz bir konu var mı? Varsa nedir?
NY: O kadar çok var ki, çok uzun bir liste olur.
En başta medyanın siyasetten bağımsız olmaması var.
Gazetecilerin iş güvencelerinden yoksun oluşu var.
Herkesin yapabildiği bir iş gibi konumlandığından işsizlik artışı var.
Haber ile haberci arasında bir mesafenin kalmaması var.
Gazetecilerin ve köşe yazarlarının halkla ilişkiler çalışanı gibi, marka reklamı yapmaları var.
Gazetecilik meslek örgütlerinin işlevsizleşmesi var.
Var da var…
Röportaj: Cuma Obuz