Gazeteciler bu ikisi arasındaki farkı analiz edebilecek mi?
Kemal Kılıçdaroğlu'nun '77 milyonu fişlemişler' çıkışından sonra 77 milyon kişiyi fişlemenin teknolojik alt yapısını anlamak gerekiyor.
Dün Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin grup toplantısında yaptığı
konuşmada, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından hazırlanan bir belgeyi göstererek 77 milyon
kişinin fişlendiğini iddia etmesi üzerine, bugün
medyanın gündemini ve çoğu köşe yazarının
metinlerini bu devasa fişleme operasyonunun meşgul edeceğini tahmin
etmek zor değil.
Ancak Kılçdaroğlu'nun '77 milyon kişinin fişlenmesi' konusundaki
yorumu gerçeği yansıtmıyor zira medyaya gösterdiği
savcılık belgesindeki teknik detaylardan anlaşıldığı kadarıyla bu
olay bir fişleme operasyonu değil, ülke çapında
bir dinleme operasyonu.
Bu dinleme operasyonun amacının da yabancı istihabarat
örgütlerine veya terörist saldırılara karşı ülke
güvenliğini sağlamak amacıyla istihbarat edinme çalışması olduğu
anlaşılıyor ki, bunu Türkiye'de veya dünyada daha önce yaşanan
"telekulak skandalları" ile karıştırmamak çok
önemli.
Çünkü "telekulak" ismi verdiğimiz dinleme
operasyonları, sadece belli bir kişi veya az sayıdaki özel
insanları dinlemeye yönelik operasyonlardır. Bu
operasyonlarda dinlenecek her kişi için bir ajan
görevlendirilir ve o ajanlar hedef kişiyi 7/24 birebir dinleler,
not alır, kayıt tutarlar.
Kitlesel dinleme ise aynı anda milyonlarca kişinin
iletişimini bilgisayarlarda kayıt altına alarak bu veriler içinde
ülke güvenliği için tehdit olabilecek anahtar kelimeleri aramak
üzerine kurulu bir modern istihbarat
enstrümanıdır.
Bugünün dünyasında ise kitlesel dinleme operasyonu yapmayan veya
yapamayan devletler, yabancı istihbarat örgütlerinin oyuncağı
olmaya mahkumdur.
Kılıçdaroğlu'nun bir seçim propagandasına dönüştürmek istediği bu
'77 milyonu fişlemişler' söyleminin teknik arka planını
anladığımızda seçime hazırlanan tarafların
abartılı söylemleri ile manipüle edilme riskimizi
de bertaraf etmiş olacağız.
Eğer bu önemli konuyu anlamak için ayıracak biraz vaktiniz
varsa, çok karmaşık olan bu teknik konuyu akıl
karıştırmadan basit örneklerle özetlemeye ve
anlatmaya çalışalım.
MODERN İSTİHBARAT TEKNİĞİ OLARAK TOPLU DİNLEMELER
Geçtiğimiz yıl ABD'yi sarsan Prism skandalını
hatırlayanlar, kitlesel dinleme
operasyonlarının dünya çapındaki boyutunun ve öneminin
farkındadır.
Eski CIA ve NSA (ABD Ulusal Güvenlik Ajansı) ajanı
Edward Snowden'in NSA sunucuları içinden çalıp
dünyaya açıkladığı belgelerle ortaya çıkan Prism skandalına göre,
ABD devleti, NSA eliyle dünya üzerindeki her türlü dijital
iletişimi (telefon, e-posta, internet mesajlaşma
uygulamaları, sosyal medya yazışmaları vs...) anı anına dinliyor ve
bu verileri dev veri merkezlerinde kayıt altına alıyor.
ABD'nin dinlediği kişiler arasında Almanya Başbakanı Merkel de
bulunuyor, sizin sokağın köşesindeki dükkanında tüm gün eski
laptopundan Facebook'a girip pişpirik oynayan bakkal Necati amca da
bulunuyor. Hatta ben de, siz de, cep telefonuyla sizi arayıp
hatırınızı soran anneniz de ABD tarafından dinleniyor.
Dolayısıyla, dün akşam sevgilinize yazdığınız e-posta, WhatsApp'tan
bir arkadaşınızla yaptığınız dedikdodu, önceki gün patronunuzla
yaptığınız telefon görüşmesi, bu sabah bankadan telefonunuza gelen
SMS mesajı ve bunlar gibi binlerce başka özel iletişim detayınız,
NSA'nın dev veri bankaları içinde kayıtlı halde duruyor.
Bu anlatılanlar eğer kulağınıza inanılmaz geliyorsa, ABD hükumet
sözcüsünün ve hatta Barack Obama'nın, Prism skandalı patladığında
medya önüne çıkıp yaptığı özür konuşmasına inanmak
isteyebilirsiniz.
ABD sözcüsü, NSA'nın kendi vatandaşlarını dinlemediğini ama ABD
yasalarının yabancı ülke vatandaşlarını dinlemek konusunda bir
yasak koymadığını, o nedenle ABD vatandaşları
dışında dünyadaki diğer tüm iletişimi
dinlediklerini itiraf etmişti.
Üstelik ABD yönetimi, NSA'nın kapatılması taleplerini redderek, bu
kurumun ülkenin güvenliği için kilit rolde
olduğunu açıklamıştı.
Elbette, ABD'nin kendi vatandaşlarını dinlemediği öyküsüne kimse
inanmadı. Yani ABD kendi vatandaşları da dahil olmak üzere, dünyada
yaşayan herkesi dinliyordu.
Hatta hatırlayacak olursanız, Başbakan Edoğan'ın Rusya gezisi
sırasında Rusya Cumhurbaşkanı Putin ile ortak basın toplantısı
düzenlenirken, Putin gazetecilerden gelen bir soruya, "onu
ABD'li dostlarımıza sorun, onlar her şeyi dinliyorlar, cevapları
onlardan alırsınız," diyerek ABD'nin dünyayı dinlediğinin
anlaşıldığı Prism skandalına gönderme yapmıştı.
Zaten Prism skandalını ortaya çıkaran eski CIA ve NSA ajanı Edward
Snowden'in de Putin'e sığındığını ve hayatını artık
Rusya'da sürdürdüğünü unutmayalım.
PEKİ NSA MİLYARLARCA İNSANI DİNLEYEREK NE YAPIYOR?
Kitlesel dinlemeler, daha sonra yapılacak istihbarat çalışmalarında
kullanılmak üzere kayıt altına alınır ve anahtar kelimelere göre bu
veriler içinde aramalar yapılır.
Örneğin, kitlesel şekilde kayıt altına alınan dinleme verileri
içinde düzenli olarak "bombalama, suikast, eylem, saldırı,
kimyasal, nükleer," gibi on binlerce anahtar kelime
aratılarak, saldırı düzenleme hazırlığı yapan terörist birimler
tespit edilmeye çalışılır.
Veya, istihbarat birimleri tarafından bir saldırı bilgisi
alındığında, saldırıyı yapacak kişi hakkında daha önceden yapılan
kayıtlar veri tabanında bulunur. Bu kişinin başka kimlerle ne tür
irtibatlar kurduğu hızla araştırılır. Bu veriler üzerinden
saldırgan kişinin yeri, hedefi, planları açığa çıkartılmak
istenir.
NSA'nın tüm bu dev dinleme verilerini saklamak ve analiz etmek için
kullandığı özel veri tabanı yazılımının ismi ise
ICREACH'tir ve bu veri tabanı o kadar gizlidir ki
ABD istihbarat verilerini paylaştığı müttefik ülkelerle bile
ICREACH veri tabanını paylaşmaz. ICREACH sadece özel güvenlik
derecesine sahip ABD ajanları veya mahkemelerce yetkilendirilmiş
özel devlet görevlilleri tarafından incelenebilir.
Ayrıca bu verilerin analizi de başlı başına bir iştir ve ABD'de CIA
tarafından görevlendirilmiş Palantir isimli özel
güvenlik şirketi, son derece büyük bir gizlilik içinde ICREACH veri
tabanında biriken inanılmaz boyuttaki verinin kolay erişilebilir ve
anlaşılabilir olması için arayüzler ve arama algoritmaları
geliştirir. Elbette bu iş karşılığında milyarlarca dolarlık
faturalar keser.
Bir devlet görevlisi, ICREACH içinde arama yapmak istediğinde
öncelikle Palantir şirketinin kapısını çalar.
Palantir ayrıca, mevcut veriler içinde ABD hükumetinin istediği
verileri bulmak için gece gündüz analizler yapar. Hatta, ABD'nin
deli danalar gibi aradığı ama bir türlü bulamadığı Usame
Bin Ladin'in yerini de Palantir'in tüm dünyadaki iletişim
verileri üzerinde yaptığı analizlerin ortaya çıkardığı
söylenir.
TÜRKİYE KENDİ 'NSA'SINI MI KURDU?
Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı belgenin tam metnindeki ifadelerden
anlaşıldığı kadarıyla Türkiye'nin de aynı ICREACH gibi, kendi
kitlesel dinleme veri tabanını kuruduğu ve bunlara DEVA 1
ve DEVA 2 ismini verdiği görülüyor.
DEVA kelimesi, Detaylı Veri Analizi ifadesinin
kısaltması için kullanılmış ama aynı zamanda da
"Devasa" kelimesine bir gönderme olduğu
anlaşılıyor zira dünyada sadece ABD, İngiltere, Fransa, Çin,
Almanya gibi yüksek teknolojiye sahip ülkelerin elinde bulunan bu
gelişmiş devasa veri tabanı yazılımlarının özelliği, yüz
milyonlarca hatta milyarlarca insanın hergün ürettiği devasa
verilerin saklanması ve analiz edilmesiyle uğraşmaktır.
Bunun kolay bir iş olduğunu sanıyorsanız, tekrar düşünün. Örneğin,
Alman devletinin, sadece birkaç on milyon kişiyi dinlemek için,
NSA'ya benzer bir dinleme operasyonu ve veri tabanı yazılımı
yaratabilmek için 300 milyon dolar bütçe ayırdığı
biliniyor.
Bu kadar dev verilerle uğraşabilecek bir veri tabanı yazılımını
üretmek ve sağlıklı şekilde çalışmasını sağlamak ancak çok güçlü
ülkelerin başarabildiği bir iş. SAP gibi dev teknoloji/yazılım
şirketleri kendine ait bir devasa veri tabanı sistemi olmayan
ülkeler için HANA isminde özel bir veri tabanı
yazılımı sunuyor. Ya da daha doğru ifadeyle veri tabanını
kiralıyor.
Ancak elbette bir Alman şirketi olan SAP'a ait bu veri tabanına
giren her bilginin aynı zamanda Almanya'nın da eline geçtiğini
tahmin etmek zor değil.
Dolayısıyla, Türkiye'nin kitlesel itihbarat verilerini yabancı
ülkelerin eline teslim etmemek için kendi veri tabanı
yazılımını kurması gerekiyor.
Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı belgeye göre de Türkiye'nin bu işi
başarmış olduğu anlaşılıyor ki, bunun da Tubitak ve
Aselsan'da devam eden çok gizli yazılım ve
teknoloji çalışmalarının bir sonucu olabileceğini düşünmek
mümkün.
KISACA ÖZETLEYELİM
Yukarıda açıkladığımız teknik bilgilerin ışığında, şimdi şu
çıkarımı yapmamız yerinde olacak.
Kılıçdaroğlu'nun elindeki savcılık tarafından yazıldığı iddia
edilen belgedeki ifadeler eğer doğru ise, Türkiye istihbaratı ülke
içindeki güvenliği sağlamak için çok modern bir
sistem kurmayı başarmış.
Bu kitlesel dinleme verileri sayesinde, istihbaratçılar kim
ne zaman nerede hangi bombayı patlatmak istiyor gibi
verilere kolayca ulaşabilir.
Yabancı istihbaratçıların ülke içindeki hareketleri ve
iletişimleri çok daha kolayca takip edilebilir ve ülkeye
zarar verecek operasyonlar önceden fark edilip durdurulabilir.
Kısaca söylemek gerekirse, Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı belgenin
doğru olduğuna ve Türkiye istihbaratının bu sistemi kurmuş
olduğunan inanmak istiyoruz çünkü bu bizim daha
güvenli bir ülkede yaşadığımızı ispat eden bir gelişmedir.
Elbette, gönül ister ki, dünyada hiç istihbarat örgütü olmasın,
kimse kimseyi gizlice dinlemesin, kimse kimseyi bombalamasın, kimse
kimseyi öldürmesin.
Ancak yabancı devletler acımasız itihbarat örgütleriyile tüm
dünyayı dinleyip her an yerde provokatif eylermler
düzenleyebilirken, her toplum kendi istihbarat örgütünün de onları
engelleyebilecek kadar güçlü olmasını ister ve Kılıçdaroğlu'nun
elindeki belge, eğer doğru ise, Türkiye'nin bu konuda önemli bir
yol kat etmiş olduğunun ispatıdır.
KİTLESEL DİNLEME FİŞLEME MİDİR?
Bu veriler ışığında artık tartışmanın kalbine geri dönelim ve
istihabarat örgütlerinin ülke güvenliği için kayıt altına aldığı
kitlesel dinleme verilerini fişleme ile
karıştırmamak gerektiğini de hatırlatalım.
77 milyon insanı fişlemek için, her bir insanın iletişim
kayıtlarını tek tek dinleyip o dinleme kayıtlarını analiz etmek ve
"bu insan sağcı, bu insan solcu, bu insan alkolik, bu insan
dindar, bu insan çapkın," gibi notlar almak gerekiyor. Bu
da ne teknik, ne de pratik olarak mümkün değil.
Dolayısıyla, savcılık belgesinde konu edilen Deva 1 ve Deva 2 veri
tabanlarının bir fişleme veri tabanı olmadığı
ortaya çıkıyor.
Şimdi mesele, medyanın da bu farkı görüp göremeyeceği
sorusudur.
NSA, Edward Snowden, Prism, ICREACH, SAP HANA gibi kavramları
medyadaki hangi köşe yazarı anlayabilecek, hangi köşe yazarı
aradaki farkı görebilecek, televizyonlarda hangi gazeteciler
fişleme ve kitlesel dinleme arasındaki farkı doğru analiz
edebilecek, bu hafta hep beraber göreceğiz.
Oktay İhsan /