Fuat Uğur'dan olay yazı: İnce'nin küfürleri üzerine bizim tarafın medyası ne yaptı?
Türkiye yazarı Fuat Uğur, kendisine sert tepki gösteren İnce'ye önceki gün köşesinden verdiği cevap verdi. Uğur, İnce'nin bu ağır hakaretlerini görmeyen bizim tarafın medyası diye nitelediği yayın organlarını eleştiri yağmuruna tuttu.
Fuat Uğur, muhalif kesimin kendi aralarında kanlı bıçaklı bile olsa, tıpkı bir aşiret gibi gelen herhangi bir “saldırı”ya karşı yek vücut olduğunu dört bir yandan bombardımana başladığını söyledi.
Fuat Uğur "Kendi yazdığım gazete ve program yaptığım televizyonlar dâhil, bizim tarafta, bu küfürlerle ilgili bir haber çıktığına, bundan dolayı Muharrem İnce’nin kınandığına dair bir yazı okuyup izlediniz mi? AK Parti ve MHP milletvekillerinden bir kınama işittiniz mi? İnce’nin küfürleri sanki hiç yokmuş gibi davranan “bizim taraftaki” yazarlar ve yayın organlarının yöneticilerinin pek çoğu benim arkadaşım ya da tanıdığım." dedi
Bizim taraftaki kronik körleşme ve olası sonuçları
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AK
Parti iktidar olduğundan beri değil, ta belediye başkanlığından bu
yana kimi gazetecileri eleştirdi. Onlar arasında iktidarı,
kendisini destekleyen medya mensupları da vardı zaman zaman. Ama
muhalif gazeteci ve yazar takımına yönelik her eleştirisinden sonra
yine aynı medya, tıkır tıkır işleyen networkleri üzerinden planlı
ve programlı biçimde, haberleriyle, yazarlarıyla bu sözlerin
üzerine çullandı.
Gerçek şu ki Erdoğan eleştirdiği gazetecilerin hiçbirine
küfretmedi, hakaretlerde bulunmadı. Buna rağmen Erdoğan’ın sözleri
üzerine her defasında Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü dâhil
kaygısını dile getirmeyen kalmadı. Batı basını Türk medyasında
basın özgürlüğünün sınırlarının giderek daraldığını yazıp manşetler
attı, AP’den Kati Piri yine “dokunaklı” açıklamalar yaptı ve
böylece uzayıp gitti...
Şimdi gelelim 24 Haziran seçimlerinde koskoca CHP’nin hayli iddialı
da ortaya çıkan Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’ye.
Muharrem İnce 30 Haziran tarihli “Muharrem İnce gerçekten
kaçırıldı” başlıklı yazım(*) üzerine bana Twitter hesabı üzerinden
ağır hakaretlerle saldırdı:
“Fuat Uğur denen gazeteci bozuntusu seçim gecesi ile ilgili
yazdıklarını ispatlamazsan alçaksın, namussuzsun, şerefsizsin!
Senin gibi alçaklar köşelerinden böyle yalanlarla havladıkça
mücadele azmim artacaktır.”
Bildiğiniz üzere seviyesi ve seciyesi artık belli olan, öfke
kontrol probleminden mustarip bu zatın küfür ve ağır hakaretlerine
hak ettiği cevabı önceki günkü yazımda verdim.(**)
Mesele o değil. Onun bu küfür ve hakaretleri üzerine BİZİM TARAFIN
MEDYASI ne yaptı, ona bakalım...
Kendi yazdığım gazete ve program yaptığım televizyonlar dâhil,
bizim tarafta, bu küfürlerle ilgili bir haber çıktığına, bundan
dolayı Muharrem İnce’nin kınandığına dair bir yazı okuyup izlediniz
mi? AK Parti ve MHP milletvekillerinden bir kınama işittiniz
mi?
İki kişi hariç; Mehtap Yılmaz Akit gazetesinde çok uzun ve oturaklı
yazı yazdı, Türkiye Yazarı Fatih Selek de Twitter hesabından bir
eleştiri yöneltti.
Muharrem İnce’nin küfürleri sanki hiç yokmuş gibi davranan “bizim
taraftaki” yazarlar ve yayın organlarının yöneticilerinin pek çoğu
benim arkadaşım ya da tanıdığım. Hiçbirine bu konuda “Tepkin olacak
mı?” diye sorduğumu sanmayın. Sormam, ima bile etmem.
İşte bu dayanışma eksikliği, yayın organları yöneticileri ve
yazarlar arasındaki tuhaf mesafe, soğukluk, kompleksi de içeren
alttan alta giden çekişme öteki tarafı güçlü kılıyor.
Muhalif kesim, kendi aralarında kanlı bıçaklı bile olsa, tıpkı bir
aşiret gibi gelen herhangi bir “saldırı”ya karşı yekvücut oluyor,
dört bir yandan bombardımana başlıyor. Bu yüzden de genellikle ülke
gündemini onlar belirlemekte.
Gerçekten çok yazık. Gelecek için umudum kırılıyor.
Bu satırları okuyan CHP’li şizofren ve paranoyaklarla onların
lideri hiç boşuna “Gördün mü bak, seni kendi tarafın bile
savunmuyor” demesin. Çünkü bizim tarafta istisnalar hariç, kimse,
hiçbir konuda birbirine destek olmuyor.
Kaldı ki bunu kişisel ve bireysel bir mesele hâline getirmiş de
değilim.
Bu meslekteki 30 yıldan fazla çalışmışlığım boyunca doğru bildiğimi
yaptım ve yazdım. Haklının, demokrasinin ve özgürlüklerin yanında
oldum. Tırnaklarımla kazıyarak geldim. Kimseye müdana etmedim. Ama
hep yalnız oldum. Yalnız olmayı seviyorum üstelik. İnsanı daha
güçlü kılıyor. Ne bir aşiret, ne bir cemaat, ne bir ekol ne de bir
siyasi blok içinde yer aldım. Gazeteciliğe başladığım ikinci
dönemimde zaten ait olduğum siyasi geçmişimle bağlarımı çoktan
koparmıştım.
Şunu belirtmeliyim. Medya dünyasında bana değer veren, kıymet bilen
birkaç insan var ve onlara minnet duyuyorum. Onlar kendilerini
biliyorlar, yazsam hoşlarına gitmez. Bu bana yetiyor.
Yalnızca durumu bildirmek istedim. Gidişat vahim...
Suya sabuna dokunmayan eleştiriler, bilgi içermeyen ahkâmları
döşenen “Kibirli ve tedbirli muharrir” ve yönetici takımı ile
gidilecek yerin sonu belli. Hiç beklemediğiniz anda iskambilden
şato gibi devrilir her şey. Güya dışarıya sızdırmadan biraz daha iç
çekişme, tartışma yeter de artar bile. Buna; kime yaranıyorlarsa
Serdar Akinan ve Şirin Payzın gibilere medyada referans olan
danışman takımının çürümüşlüğünü de ekleyin, kâfi gelir.
Öteki taraf, kritik eşiği aşmak için aportta bekliyor. Kronikleşen
körleşme böyle devam ederse kazanacak olanı şimdiden
yazabiliriz:
Quantumun son deliği ve şizofrenleri. PKK ve FETÖ de cabası.
.....
(*)http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/602972.aspx
(**)http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/603055.aspx
28 Şubat’ın üzerine çöktüğü kurumlardan biri de İHLAS’tı
Bunu ben değil, 28 Şubat davasının 3883 sayfalık iddianamesi
söylüyor.
Mahkeme kayıtlarına göre İhlas ve TGRT’yi “Engellenmesi gereken
şirketler” listesine koyan darbeciler daha yüzlerce suç
işlediler.
Kumpaslarla, Kalkancılar, Fadimeler, Müslümlerle ortaya konan
soytarılığı bir tiyatro olarak bile adlandırmak bu sanat dalına
haksızlık olurdu.
Darbeci generallerin 89 sayfalık gizli ibareli raporunda aynen
şöyle deniyor.
“Siyasi İslam’a maddi destek sağladığı iddia edilen Kombassan,
İhlas, Yimpaş gibi şirketler yakın takibe alınmalı. Büyük şirketler
yanında, siyasi İslama maddi destek sağlayan, küçük şirket ve iş
adamları tek tek saptanıp gereği yapılmalıdır. …ambargo uygulanarak
etkisiz hâle getirilmelidir.”
Belgede bunun için gerekirse dezenformasyon uygulamaktan, baskı,
sindirme, pasifizasyon, yalan, iftira ve inkâra kadar her türlü
psikolojik harp yöntemini kullanmaktan kaçınılmaması gerektiği
vurgulanıyor.
Ne güzel “demokrasi” değil mi?
Bugün Türkiye’nin büyük ve ezici çoğunluğunu temsil etmeyen medya o
dönemde kraldı. Daha doğrusu kraldan çok kralcıydı. Öyle değil mi
Ertuğrul Özkök, Mustafa Balbay, Derya Sazak, Zafer Mutlu, Can
Ataklı, Fatih Çekirge ve şimdi FETÖ’cülerin kucağına oturan Ergun
Babahan?
28 Şubat 1000 yıl sürecekti ve o zamanki medya onların nezdinizde
pek özgürdü. Şimdi ise basın özgürlüğü yok aynı zat-ı şahanelerinin
gözünde.
Bu kavramların böylesine eğilip bükülebildiğini, hatta bunun en çok
Batı tarafından istismar edilebildiğini öğrenmek şu yaşımda
edindiğim en önemli tecrübe diyebilirim. Çünkü basın özgürlüğü ve
demokrasi diye bize öğretilenlerin kocaman bir yalan olduğunu bugün
Amerikan ve Avrupa basınını görünce insan çok daha iyi
anlıyor...