Fuat Uğur: Uğur Dündar, gardırobundaki cesetler gece rüyana girmiyor mu?
Türkiye yazarı Fuat Uğur, Sözcü yazarı Uğur Dündar'a bu kez yaptığı haberlerle yüklendi.
"Herkesin çekmecesinde
ya da dolabında cesetler vardır mecazî anlamda ama benim sözünü
ettiğim cesetler gerçek" diyen Türkiye yazarı Fuat Uğur'un
hedefinde bugün de Uğur Dündar vardı. Uğur, yapılan ve yapılmayan
haber yüzünden hayatları kararan, ölümle yüz yüze gelen insanlar
olduğunu söyledi ve Uğur Dündar'a "Başını yastığa koyduğunda geride
bıraktığı cesetleri uykusunu getirmek için koyun niyetine
saymıyorsa şayet, bana göre başka bir hayat yaşamalıydı. Hayatın
olağan akışı bunu gerektirir. Çünkü vicdan ve temiz bir kalp
taşıyanlar zaten bu kadar rahat olamazlar normalde.
Aslında Uğur Dündar’a şaşırmıyorum. O kalbi yerine bir motor
taktırmış android’i çağrıştırıyor bana." sözleri ile
yüklendi.
Uğur Dündar, gardırobundaki cesetler gece rüyana girmiyor mu?
Herkesin çekmecesinde ya da dolabında cesetler vardır mecazî
anlamda ama benim sözünü ettiğim cesetler gerçek.
Sorum boşuna değil bu yüzden.
Yani Uğur Dündar’ın gardırobundaki cesetlerden söz ederken Ertuğrul
Özkök’ün “nehir kenarında oturup geçen cesetleri izlemesi” tarzı
bir metafor da değil niyetim.
Yapılan ya da yapılmayan haberler yüzünden hayatları kararan
insanlar, ölümlerden ölüm beğenenler…
Yalan haberlerle itibar suikastına uğrayan doktorlar…
Şakaklarına tabanca dayayıp hayatına son verenler…
Üzerlerine benzin döküp kendilerini yakanlar.
Bizim bildiklerimiz bunlar. Bilmediklerimizi hayal bile
edemiyorum.
Uğur Dündar başını yastığa koyduğunda geride bıraktığı cesetleri
uykusunu getirmek için koyun niyetine saymıyorsa şayet, bana göre
başka bir hayat yaşamalıydı. Hayatın olağan akışı bunu gerektirir.
Çünkü vicdan ve temiz bir kalp taşıyanlar zaten bu kadar rahat
olamazlar normalde.
Aslında Uğur Dündar’a şaşırmıyorum. O kalbi yerine bir motor
taktırmış android’i çağrıştırıyor bana.
Halk TV’de Metin Akpınar’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı işaret
ederek “Artık ayaklarından asıp sallandırırlar mı yoksa bir mahzene
atıp zehirlerler mi?” diye konuşmasını suratında tuhaf bir sırıtış
ile izleyen kişi o. Bu, gözümün önüne gelen pek çok Uğur Dündar
fotoğrafından yalnızca biri.
Hele Tarık Akan’ın siyasi nedenle cezaevine düşürüldükten sonra 12
Eylül işkencelerini anlatan “Anne kafamda bit var” adını taşıyan
kitabında yazdığı Uğur Dündar’ı okursanız siz de bana hak
verirsiniz. Yan sayfalarda var o hikâye.
Tarık Akan, Uğur Dündar’ın 12 Eylül 1980 sonrası TRT Genel Müdürü
olma beklentisi içinde cezaevindeki işkence merkezini ziyaret edip
lobi faaliyetine girişmesini anlatırken, onun “soğukkanlılığı”
hakkında çok net fikir veriyordu.
Sarı saçlım, mavi gözlüm…
Ankara Emniyeti’nin ünlü işkencecisi Sarı Erdal’ı hatırlıyorum.
Onun da sarı saçları, gök mavisi gözleri vardı. Eline bir kere
düşmüştüm. Daha sonra sesinden tanıdım. Gördüğümde ondan esen ölüm
ve işkence seslerini işitir gibi olmuştum.
Neler hatırlıyor insan. İnsan hafızası nisyanla maluldür derler ama
bu kadarı da olamaz değil mi?
Ramazan Bayraktar’ı nasıl unutur bir insan mesela?
Çaresiz bir adamdı Ramazan Bayraktar. 27 yaşında, evli ve iki kız
çocuğu vardı. Yoksuldu. Eşi böbrek hastasıydı. Böbrek bulup tedavi
ettirmesi gerekiyordu. Ne yazık ki bir çetenin eline düştü. Eşinin
tedavisi için ondan böbreklerinden birini istemişlerdi. Üstelik
karşılığında 8 bin dolar para alacaktı. Sevindi Ramazan, hemen
ameliyat masasına yattı. Ama yazık ki ne parasını alabildi ne de
eşini tedavi ettirebildi. Kandırılmışlardı. Ameliyat yarasını bile
tedavi etmemişlerdi üstelik.
Bir yandan da iki küçük kız çocuğuna bakıyordu genç adam. Hayat
öyle zordu ki onun için.
Televizyonlarda görüyordu; Uğur Dündar abisi onun sesini
duyurabilir, hakkını arayabilirdi. O kimsesizlerin kimsesi,
yoksulların dostu değil miydi sonuçta? İki küçük kızı ile birlikte
Arena programının hazırlandığı Ortaklar Caddesi’ndeki Kanal D
televizyonuna geldi. Uğur Dündar ve ekibi ile görüştü. Uğur Dündar
maden bulmuş gibi sevinçliydi. Gizli kamera çekimleri karşılığında
ona hayli yüklü bir miktar para vermeyi taahhüt etti. Ramazan
teklifi mutlulukla kabul etti. Hem kendisine kazık atan böbrek
tacirleri cezasını bulacak, hem de Uğur Abisi ona destek çıkacaktı.
Ne olacaktı ki, Uğur Abi kendi kişisel servetinden verse o parayı,
denizde kumdu.
Sonunda çekimler yapıldı, bitti. Ramazan Bayraktar gizli kamera ile
böbrek tacirlerinin arasına girdi, konuştu, verdiği böbrek
karşılığı taahhüt edilen parasını istedi. Tüm kayıtlar Uğur Dündar
için “hazine” değerindeydi. Günlerce, haftalarca bu haberin
ekmeğini yediler, parsasını topladılar.
İş bitmiş, geriye kalmıştı Ramazan’a taahhüt edilen o paraya. Ama
bir türlü verilmiyordu nedense. Haber yapılmadan önce Ramazan ile
defalarca görüşen Uğur Dündar, iş bittikten sonra sırra kadem
basmıştı. Yanındaki elemanlar Ramazan’la konuşuyorlar, zaman zaman
üç beş kuruş para verip başlarından savıyorlardı. Ekip elemanları
Uğur Dündar’a konuyu birkaç kere söylemişler ama her seferinde
sallamıştı.
Ramazan Bayraktar sık sık kapıya kadar geliyordu ama güvenlik artık
içeriye bırakmıyordu. Arena ekibi kapıya talimat vermişti
çünkü.
Mağdur adam bir keresinde “Eşim ölürse kendimi yakarım” demişti.
Uğur Dündar böyle tehditlere pabuç bırakacak adam mıydı? Bu halk
kuru sıkı sallar ama hiçbir şey yapamazdı. Tecrübeyle sabitti.
Git gel derken bir gün Ramazan Bayraktar’ın eşi öldü. İki küçük kız
çocuğu öksüz kalmıştı, artık anneleri yoktu onları sarıp
sarmalayacak. Bir nisan ayıydı. Ramazan Bayraktar o gece yine Kanal
D binasına gelmiş, Arena ekibiyle görüşmek istemişti. Güvenlik
bırakmıyordu. Ekipte vicdanlı bir genç vardı. Sanki içine doğmuş
gibi hızla aşağıya indi. Ramazan Bayraktar elinde bir bidon öylece
duruyordu. Dudakları kıpır kıpırdı. Belli ki zaten annelerinin
ölümüyle öksüz kalan çocuklarını bir de yetim bırakmanın acısıyla
Allah’a kendisini affetmesi için dua ediyordu.
Sanki zaman durmuştu. Güvenlik elemanları da nasıl bir ruh
hâlindelerse öylece bakıyorlardı. Benim de çok yakından tanıdığım
ve bir dönem birlikte çalıştığım genç “Amman ha, yapma sakın
Ramazan!” diye bağırdı. Ramazan sabit gözlerle boşluğa bakarken bir
bidon benzini başından aşağıya döktü ve anında kibriti çaktı.
Alev alev yanmaktaydı zavallı genç adam. Ceketini attı Ramazan’ın
üzerine. İş işten geçmişti yazık ki.
Uğur Dündar, bir insanlık sınavından daha alevler ve ölümler
eşliğinde kopyayla geçmiş, bu korkunç trajediyi bir teflon gibi
üzerine almamayı başarmıştı.
Medya tek sesliydi o vakitler. Çıkan sesler de cılızdı.
Eski devletin altın tepside sunduğu “Gazetecilik” ona neler neler
kazandırmıştı kim bilir.