Fuat Uğur kendisi ve Cem Küçük'ü neden mayın eşeğine benzetti?

Türkiye yazarı Fuat Uğur, hem kendi mahallesindeki hem de karşı mahallenin yazarlarına verdi veriştirdi.

Dün Sözcü davasında tanıklık eden Türkiye yazarı Fuat Uğur, bugün çok konuşulacak bir yazıya imza attı.

Fuat Uğur, yazısında hem kendi mahallesindeki hem de karşı mahallenin yazarlarına verdi veriştirdi.

Sözcü davasında tanıklık yaptıkları için Cem Küçük'le birlikte olumlu olumsuz çok tepki aldıklarını belirten Fuat Uğur "Bugün Sözcü ile Büyükada davası ile Osman Kavala’nın başına gelenlerle ilgili olarak adalet arayanlar, sustular Mustafa Armağan’ın başına gelen haksızlık karşısında." diyerek bir de haksızlığa dikkat çekti.

İşte Fuat Uğur'un o yazısı


Sözcü, Büyükada, Mustafa Armağan ve mayın eşeği olmak

Şüphesiz bizler de konforlu alanlarımıza çekilebilir ve düşüncelerimizi, vicdani kanaatlerimizi yazıp söylemekten imtina edebilirdik. Birkaç çılgın, nasıl olsa ortadaki garabeti söyler, eğer kabul görür ve başına bir şey gelmezse biz de arkasından gideriz.

Dediğim gibi korunaklı bir yaşam sağlar bu anlayış. Ülkemiz medyasında da hayli geçerli ve kabul gören bir tutum üstelik.
Ama gazeteciyiz biz. Yazdıklarımızdan sorumluyuz. Geçmişte yaptığımız kimi hatalardan ders çıkarabilmemiz, gündelik hayat pratiğinde benzer yanlışlara düşmemizin önüne geçebilecek fırsatlar sunar bize.
Büyükada ve Sözcü davaları işte bu tür davalardan ikisi. Her iki davanın iddianameleri hakkında defalarca yazdım, fikrî ve vicdani kanaatlerimi paylaştım. Düşüncem netti:
“Hukuki temellerden ve yeterli delillerden yoksun iddianameler.”


Büyükada davasında sonunda tahliyeler geldi ve mağduriyet belli ölçüde giderildi.
Ama Sözcü davası sürecinde Mediha Olgun tahliye edilmesine rağmen Muhabir Gökmen Ulu hep cezaevinde ve tutuklu kaldı. Nihayet dünkü duruşmada adalet yerini buldu ve tahliye edildi.

Sözcü iddianamesi hakkındaki fikirlerimi dediğim gibi daha önce yazdım ve tekrarına girmeyeceğim. 

Dün “zorla getirtme” kararıyla Cem Küçük ile birlikte tanık olarak ifade vermek üzere duruşmaya katıldık.

Tanık olarak verdiğim ifadeden sadece şunu aktarmak istiyorum:
“Gökmen Ulu’nun yaptığı bir haberdir. Teknolojinin dibini bulmuş bir örgütün Gökmen Ulu’nun haberiyle hareket edeceğini düşünmek mümkün değildir. Ulu’nun bu yüzden daha fazla tutuklu kalması ızdırap verici bir eziyete dönüşmüştür. Ama bildiğim şu, bu dava hukuk devleti kavramını daha fazla aşındırmadan sona ermeli ve Gökmen Ulu da tahliye edilmelidir.”


Bu arada “neden tanık olarak çağrıldığımı bilmediğimi” de söyledim.
Eğer, hayat hikâyemi ve sosyalist geçmişimi sanki saklıyormuşum gibi yalan yanlış yazarak beni “zor durumda” bırakmaya çalıştıklarını sanan yazarları, beni defalarca manşetinden linç eden manşetleri nedeniyle bu gazeteye kızgınlığımın işe yarayacağı düşünüldüyse hata edilmişti.
Hâkim istemediği için duruşmada söyleyemediğim bir hususu da buradan belirteyim:
Bu dava güçlü kanıtlarla dolu FETÖ ana davalarının meşruiyetini gölgelemekten başka bir işe yaramıyor. Çünkü FETÖ bu durumu yurt dışında malzeme olarak kullanıp gerçek mağdurlar arasına kaynayarak kendilerini saklıyor, “Bakın Türkiye’de hukuk bu şekilde, biz de işte bu tür davalarla yargılanıyoruz” mesajı veriyor bol bol.


Ben ve Cem Küçük verdiğimiz ifadeler nedeniyle olumlu-olumsuz pek çok tepki aldık. Ama bana göre sözlerimiz hukukun elini kolaylaştıracak ve Türkiye’nin normalleşmesine katkı sağlayacak. Böylece asıl FETÖ davalarına odaklanabileceğiz ve temelsiz iddianamelere dayalı davalarla enerjimizi tüketmeyeceğiz.
Dediğim gibi gözlemlerime ve edindiğim bilgilere dayalı olarak fikrimi ve vicdani kanaatlerimi dillendirdim.

Tıpkı tarihçi Mustafa Armağan’ın başına gelen olayda olduğu gibi. Latife Hanım’ın eski eşi Mustafa Kemal Atatürk’e yolladığı ve bir Boston gazetesinde yayınlanan makalesine yer verdiği için Derin Tarih dergisi toplatıldı ve 5 gün önce bu yazıyı yayınlayan Mustafa Armağan, Atatürk’ü Koruma Kanunu uyarınca hapis cezasına mahkûm edildi.

Latife Hanım’ın mektubunu yayınlamak nasıl suç olabiliyordu? Zaten bu koruma kanunu abes ama Atatürk’e hakaret mi vardı? Hayır yoktu. Tuhaf ama zaten Hâkim de off the record olarak bunu söyledi ceza vermesine rağmen.
Cem Küçük ve ben bu dava açılıp dergi hakkında toplatma kararı verildiğinden itibaren şiddetle karşı çıktık. Bugün Sözcü ile Büyükada davası ile Osman Kavala’nın başına gelenlerle ilgili olarak adalet arayanlar sustular Mustafa Armağan’ın başına gelen haksızlık karşısında. Atatürkçü olduğunu söyleyenlerden özgürlükçü olmasını beklemediğimiz için buna şaşırmıyoruz.

Onlar sustu, tamam ama Derin Tarih dergisini çıkaran Yeni Şafak gazetesi de aylarca sustu, tek kelime etmedi. Haksızlığa uğrayan kendi yazarına sahip çıkmayan ve koruyamayan, üstelik çok haklı olduğu hâlde kılını kıpırdatmayan bir yayın organı ne kadar saygın olabilir? İktidara yakın medyadan da tek ses çıkmadı. Yapayalnız bırakıldı Mustafa Armağan. Doğan medyasının, CHP’nin ve Sözcü’nün önüne sanki bir yem olarak bırakıldı.

Geçen hafta Mustafa Armağan hakkında hapis kararı çıktı, yine sustular. Cem Küçük ile ben yine konuştuk, yine yazdık. Ardından sadece Karar’dan Hakan Albayrak, Star’dan Yakup Köse yazdı. Nihayet bir hafta sonra Yeni Şafak’ın üç yazarı ortadaki adaletsizliği eleştirme lütfunda bulundular. Onlardan biri Mustafa Armağan hakkında verilen kararın suskunlukla karşılanmasını eleştiriyordu. Şaka gibi.


Başta söylediğim gibi konforlu ve güvenli alanda sörf yapmak böyle bir şey olmalı.
Nasıl olsa “mayın eşeği gibi iki gazeteci” var. Onlar yürüyüp gidiyor, bakıyorlar ki bir problem yok, güvenli bir şekilde onlar da peşlerinden yol alıyorlar.
Sağı solu, muhafazakârı, Atatürkçüsü fark etmiyor. Eldeki insan malzemesi çoğunlukla bu.
C’est la vie diyelim ve geçelim.