Fuat Uğur: Efendi ile Uşağı; Aydın Doğan-Ahmet Hakan
Türkiye gazetesi ve Hürriyet gazetesi arasındaki savaş durulmak bilmiyor. Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur bugün köşesinden Aydın Doğan ve Ahmet Hakan'ı Tolstoy'un “Efendi ile Uşağı” eserindeki karakterlere benzetti.
Bir süredir dozu gittikçe artan bir medya savaşına
tanık oluyoruz. Hürriyet ve Türkiye gazetesi yazarları patronları
üzerinden adeta birbirlerine ateş
ediyorlar.
Ahmet Hakan'ın Mücahit Ören yazılarına karşılık Türkiye gazetesi
yazarlarının Aydın Doğan yazıları...
Bugün de Fuat Uğur, Aydın Doğan ve Ahmet Hakan ilişkisini köşesine taşıdı. Uğur, Tolstoy'un “Efendi ile Uşağı” eserindeki Matti ve Nikita'ya benzetti Ahmet Hakan ve Aydın Doğan'ı.
İŞTE FUAT UĞUR'UN O
YAZISI
Bu efendi-köle ilişkisini tanımlamak o kadar kolay değil.
Klasik normlara pek uymuyor. Şöyle biraz kitap karıştırıp, öteye
beriye baktığımda, onlar için tıpa tıp oturan roman ya da oyun
karakteri bulamadım. Yalnızca iki eserin toplamı, bana Aydın Doğan
ile Ahmet Hakan arasındaki ilişkiye daha uygun düşüyormuş gibi
geldi.
Sözgelimi, Tolstoy'un “Efendi ile Uşağı” adlı eserindeki Vasili
Andreyeviç ve uşağı Nikita karakterleri.
Karlı ve fırtınalı bir kış gecesi, para için yola koyulan Vasili
Andreyeviç ile uşağı Nikita, hep yanlış yola girip zor durumda
kalsalar da onlara yardım eden birileri çıkar. Kapısını çaldıkları
evlerde sıcak içkiler ve yiyecekler ikram edilir. Tolstoy belki de
kullandığı metaforla hayatın her insana bir şans vereceğini
anlatmak ister. Lâkin para ve hırs daha önemlidir. Devam ederler.
Nikita efendisine koşulsuz biat eder.
Sonunda uçurumun kenarına gelirler. Bu yolun sonudur. Vasili
Andreyeviç, sırtındaki kürkü, gocukları ve kalpağıyla zaten
korunaklıdır ama Nikita tir tir titremektedir. Efendi, uşağını
orada dımdızlak bırakarak, yanında getirdiği atına atlayıp döner.
Nikita'yı hiç düşünmez. Uşağı, ucuz bir hayatı olduğundan zaten
ölmeyi hak etmektedir. Kendi hayatı çok değerlidir.
Ahmet Hakan'ın sonu böyle olacak diye yazmadım bunu tabii. Onu
Allah bilir. Ama Ahmet Hakan'ın, 2000'li yılların başında Aydın
Doğan'ın İGDAŞ yolsuzluğu ve bu yolsuzlukta adı geçen İroni
Ajans'taki yüzde 30 ortaklığı nedeniyle kendisini iyice
sıkıştırmasından sonra 2004'de Nikita olmayı kabul ettiğini
anlıyoruz.
Aydın Doğan'ın maiyetindekilerden Kâhya olan Ertuğrul Özkök ise
Uşak da Ahmet Hakan olarak kabul edilmeli. Rolleri ve görevleri
farklı çünkü.
Kâhya daha stratejik konularda ve sahibinin çıkarları doğrultusunda
genel hatları ortaya koyar. Uşaklar ise uygular. Hedef
odaklıdırlar. Kâhya ya da sahibi ona “Saldır” diye komut verdiği
anda hiç düşünmeden harekete geçer.
Yukarıdaki tarif, Aydın Doğan'ın kâhya ve uşağı düşünüldüğünde daha
sofistike ele alınmalı tabii. Ben bu yüzden Bertold Brecht'in
Puntila Ağa ve Uşağı Matti adlı eserindeki ilişki biçimini
tamamlayıcı buluyorum Ahmet Hakan ve Aydın Doğan ikilisine
baktığımda.
Çünkü Brecht'in eserindeki Bay Puntila gerçekte paragöz ve hırslı
bir insan olmasına rağmen, özellikle içki içip sarhoş olduğunda
iyiliksever ve cömert bir görüntü verir. “Ben çiftliğimdeki
insanların yorulmalarına çok üzülürüm. Irgatlarıma ve uşaklarıma
hep kebap yedirmek isterim” der.
Aydın Doğan da öyle değil midir? Ahmet Hakan'ı teknesinde gezdirir,
onunla tavla bile oynar. Zaman zaman Müslüman geçmişiyle alay etmek
için şarap kadehini burnuna dayayıp “Hadi iç bakalım şunu, bizden
misin değil misin bilelim” deyip kahkahalar atar, ama sever
keratayı. Zavallı, artık kâhya kadar olmasa da anlar olmuştur iyi
şaraptan.
Sonuçta hizmeti iyidir bizim Matti'nin, bir dediğini iki yapmaz
sahibinin. Onu geçmişte bir takım yolsuzluk haberleriyle köşeye
sıkıştırıp eteğinin altına almışsa da yemini suyunu eksik etmez. Az
para mı? Program, haber sunuculuğu ve yazarlık gibi işlerden ayda
70 bin liraya yakın para götürmek.
Ahmet Hakan'ın Matti'den önemli bir farkı var. Brecht'in eserinde
Bay Puntila uşağını kızı Eva ile evlendirmek istiyor. Orasını
karıştırmayalım şimdi. Aydın Doğan'ın kızlarından birini Ahmet
Hakan ile evlendirmediği malum. Ahmet Hakan bunu çok istemiş diye
bir şeyler işitmiştim geçmişte ama bu doğrulanmadı tabii.
Neyse, bu Matti-Nikita rolü öteden beri bir hayli ilgimi çektiği
için bir değineyim dedim.
Aydın Doğan, ben ve Cem Küçük hakkında da dava açacakmış.
Kendisine iftira attığımızı ileri sürüyor.
Demek ki hakkında yolsuzluk iddialarıyla açılan ve hâlâ sürmekte
olan davaları konuşmak iftira kapsamına girmekte. Yolsuzluk
iddiaları dediğime bakmayın, milyarlarca dolarlık miktarlardan söz
ediyoruz. Biri POAŞ, diğeri Türkmen petrolleri davası.
Davalar da ne hikmetse bir türlü hitama eremiyor. Hâkim ve
savcılarımız kılı kırk yarmakta 5-10 yıldır. Niyeyse
bilemiyorum.
Şerbetliyim ben kendi adıma. Keza Cem de öyle.
Bana 26 Ekim 2007'de 100 bin lira tazminat ve ceza davası
açmıştı.
Kâhyası Ertuğrul Özkök, “3-5 F-16; 30-40 sorti” ile “Kürtlere
tavsiyem” başlıklı yazılarında Barzani'yi ve Kuzey Irak'ı “Yakarız
yıkarız, rüyanızı kâbusa çeviririz satırlarıyla” tehdit etmişti
patronunun talimatıyla.
Ben de “Ordu Kuzey Irak'a girsin, POAŞ da tabii” başlıklı bir
yazıyla Kâhya'nın yazısının arka planını, yani patronunun gerçek
niyetini sergilemiştim.
Detayları hayli ilginç ve ayrı bir yazı konusu.
Yazı çıldırtmıştı Aydın Doğan'ı, komplo diyor, gönderdiği tekzipte
hakaretleri peş peşe sıralıyordu.
Şimdi uşağı Matti ya da Nikita'nın pespayeliğine baktığınızda hiç
yadırgamayın diye söylüyorum bunu. Bay Puntila da ağzı bozuklukta
ondan farksız anlayacağınız.
Ha bu arada açtığı davanın sonucu Yargıtay'dan 28 Şubat 2008
tarihinde çıktı.
Beraat!
Gerekçe, yazımın eleştiri sınırları içinde olması ve basın
özgürlüğü.
Yani Aydın Doğan'ın hiç tanışmadığı ama sanki çok istiyormuş gibi
davrandığı kavram.
Kendiyle ilgili yazılan ve söylenenlerle ilgili açtığı davalardan
anlaşılmıyor mu bu?