<font color='#FF0000'>MİT olayı ikinci Uludere faciasıdır!</font>

Günün bomba yorumları da Ruşen Çakır'ın köşesini açtığı eski MİT'çiden geldi. Bu söyleşiyi okuyun deriz.

GAZETECİLER.COM - Ruşen Çakır, son krizi, Emre Taner ’in MİT Müsteşarı olduğu dönemde yardımcılığını yapan Cevat Öneş’le konuştu. Türkiye’de Kürt sorununu en iyi bilen “akil” isimlerden olan Öneş, durumu şöyle değerlendiriyor;

"Bir savcı böyle bir yaklaşım gösteremez. Hatta bir mahkeme, bir hakim bile böyle bir yaklaşıma giremez. Bu olayı ‘ikinci Uludere olayı’ diye adlandırıyorum."
CEVAT ÖNEŞ KİMDİR?

1942 doğumlu Cevat Öneş, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra MİT’e girdi. Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok önemli görevde bulundu. 1989-1991 yılları arasında MİT Diyarbakır Bölge Başkanlığı yaptı. Sönmez Köksal’ın MİT Müsteşarlığı’na gelmesinin ardından Psikolojik İstihbarat Başkanlığı görevine getirildi. Köksal’ın yönetiminde MİT’in sivilleşmesi sürecinin aktörlerinden biri oldu. En kıdemli “Başkan” olarak bazı dönemler Köksal’a vekâlet etti. Şenkal Atasagun’un müsteşarlığı döneminde bir süre Personel Başkanlığı yaptı. 2000 yılında İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı’na terfi etti. Aynı dönemde Operasyondan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı ise bugün ifadeye çağırılan eski müsteşar Emre Taner’di. Öneş, 2005’te 64 yaşındayken MİT’ten emekli oldu. Cevat Öneş emeklilik sürecinde birçok istihbaratçının aksine kamuoyu önünde bir isim oldu. Özellikle Kürt sorunu konusunda birçok çalışmaya katıldı ve fikirlerini belirtti. Öneş, Kürt sorununun demokratikleşme olmadan çözülemeyeceğini söyleyen önemli isimler arasında bulunuyor. Cevat Öneş’in Kürt sorunuyla ilgili “Türkiye’nin Ekseni-Tabular Yıkılırken” adıyla yayımlanmış bir kitabı da bulunuyor.


İşte neler oluyor sorusuna mercek tutan günün şöyleşisinden öne çıkan satırlar;

Özel Yetkili Savcılık tarafından MİT Müsteşarı hakkında celp çıkarılması, anlaşılması, hatta değerlendirme yapılması bile çok güç bir gelişme. Çünkü bu celp olayında başsavcı “haberdar değilim” diyor, başsavcı yardımcısı önce “haberdar değildim” sonra “haberdardım” diyor, Başbakan Yardımcısı “haberdar değilim” diyor ve kabine içerisindeki önemli isimler haberdar değildik diyerek, değerlendirmeler yapıyorlar. Böylesine bir olayda devlet adabı görülmediği gibi hukuki kurallar da dikkate alınmıyor ve özel yetkili savcı sanki bireysel bir değerlendirme çerçevesinde böyle önemli bir karara imza atıyor. Bunu izah etmek mümkün değil.

MİT Müsteşarı’ndan alınması gereken bir bilgi varsa onu kendisiyle önceden iletişime geçerek alınması daha doğru olurdu veya bunun bir idari araştırma konusu yapılarak, ortaya çıkan sonuçlar çerçevesinde bir bulgu bulunuyorsa Başbakan’ın izniyle bir yargılama yapılması gibi normal bir prosedürün uygunlanması gerekirdi.

MİT'İN İŞİ SIZMAK

Medyadan öğrendiğimiz kadarıyla şüpheli olarak çağrıldığını biliyoruz. KCK operasyonları sebebiyle çağrıldığını gördük. Bazı gazeteler ve televizyon programlarında MİT’in kullandığı elemanların KCK’nın çeşitli kademelerinde görevlendirildiği konuşuldu. Bir istihbarat teşkilatının görevi nedir? Şimdi KCK eğer PKK’nın bir şemsiye örgütüyse, yasa dışıysa bu örgüte içine sızmak MİT’in görevidir...

KCK'YA SIZMAYI SAVCI DEĞERLENDİREMEZ

MİT kendi görevlilerini örgütün içine sokmuyor. Genellikle tüm dünyada, Türkiye’de de aynısıdır, örgüt içinden o örgütün elemanı ile ilişki kurulur, o eleman faaliyetlerini sürdürürken ondan bilgi alma yoluna gidilir. O elemanın örgüt içindeki faaliyetlerinin engellenmesi onu örgüt nezdinde şüpheli kılar ki buna zaten örgüt izin vermez. Haber alma faaliyeti içerisinde iletişime geçilen örgüt üyesi örgüte inanmıştır, hizmet etmektedir ancak çeşitli motivasyonlarla teşkilat tarafından kazanılabilirse örgütün çalışmaları hakkında bilgi verir. Bu bilgi verme durumunun derecesi teşkilat lehine midir, örgüt lehine midir, yoksa karşılıklı bir fayda mı vardır, bu duruma göre değişebilir. Bunu bir savcı değerlendiremez.

O BANT BİR KURGU

Bu olay bir savcının veya dosyayı hazırlayan emniyetse, emniyetin, mevcut siyasi iktidarın siyasi tercihine müdahalesidir. Çünkü Oslo süreci siyasi bir karar ile başlamıştır. Hatta Hakan Fidan, MİT mensubu olmadığı halde bu görüşmelere katılmıştır. Bu görüşmeler de, örgütle iletişim kurma, güven kazanma ve barış şartlarını oluşturma konusundaki önemli bir çalışmanın parçası olmuştur. Bu tamamen siyasi bir karardır ve barış için önemli bir aşamadır. Siyasi iktidar için önemli bir risktir ama bunu bir savcı sorgulayamaz. Sorguladığı takdirde görevini kötüye kullanmış olur.

Bu siyasi kararın bir parçası olarak Hakan Fidan oradadır. Oslo görüşmelerinde ortaya çıkan bandın kurgulandığını biliyoruz. Gösterilmek istenen şey belli ama görüşmelerdeki amaç açık. Amaç barış şartlarını geliştirmek. Orada kullanılan “sayın, önderlik” gibi laflar karşılıklı güven için kullanılan ifadelerdir. Bana göre önemsizdir.

HAKAN FİDAN BAYRAĞI DEVRALDI

Devlette devamlılık esastır. PKK ile mücadele süreci 2010 yılında başlamış bir mesele değildir. Müsteşarlığın çalışmaları Hakan Fidan göreve geldiği andan itibaren kendisine devredilmiştir. Hakan Fidan da bu bayrağı alıp, devam etmiştir. Temennimiz başarılı olmasıdır.

ŞİMDİ NE OLACAK?

Polis, jandarma, MİT ve askeri istihbarat gibi yapıların karşılıklı güvensizliği tarihsel bir süreçle ortaya çıktı ve bugün de varlığını sürdürüyor. İlk defa vesayet sisteminin zayıflaması, kırılması ile karşı karşıyayız ama bitti diyemeyiz. Başbakan’ın tam güvendiği ilk MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dır. Bununla birlikte MİT ile siyasi iktidar arasında güven oluştu. Bu son yaşanan olay sanki emniyetle MİT arasındaki bir çekişmenin devam ettiği sonucu ortaya çıkartıyor. Aynı durumun diğer kurumlar arasında da sürdürdüğünü söyleyebiliriz.