Fethullah Gülen ve Taassub…
Koyu bir din taassubuyla; içselleştirilememiş bir cumhuriyet anlayışı arasına sıkışmış kalmış halk; eskimiş, çağın gerisine.....
ADNAN BERK
OKAN - HABER ANALİZ
1789
Fransız Devrimi, Avrupa Halklarını Hıristiyanlığın geri
kalmış, baskıcı ve öbür dünyacı anlayışından kurtarmış;
“Dünyevi Hayatın” çekiciliğiyle tanıştırmıştı.
Bu aynı zamanda “Çağdaşlaşma” idi.
Osmanlı 1789 Devriminin benzerini 1839’da denedi
ama beceremedi…
Ancak 1923 yılında Mustafa Kemal
ve arkadaşları gerçekleştirdi o devrimlerin benzerlerini.
Ama bu sefer de Türk – Müslümanlığının bazı
özellikleri göz ardı edildi…
Din taassubundan kurtulmak amacıyla gerçekleştirilen bazı
devrimler, çizmeyi aşarak “Din Düşmanlığı”na
dönüştürüldü.
Dinin; insanların vazgeçemeyecekleri bir kurum olduğu unutuldu…
Dini duyguları, inançları özgür bırakılmayan; baskı altına alınan
halk; “din Elden Gidiyor” tahrikiyle devlete
düşman edildi.
İslâm dini; kutsal kitaplar dışında sadece hadislerle yorumlanmaya
başladı…
Çünkü…
Halk Kuran’ın Türkçeleştirilerek anlaşılabilir
kılındığına değil, değiştirildiğine; yepyeni ve uyduruk bir
Kur’an yazdırıldığına inandırıldı…
Hükümetlerin baskısı, din yobazlarının ise “din elden
gidiyor” tahrikleri 1950 seçimleriyle
birden boşalınca frenler tutmadı…
Halkın cumhuriyet devrimlerini sahiplenen bir bölümü dünyevi yaşamı
“vazgeçilmez” kabul ederken; 27 yıl dinini
doyasıya yaşayamadığına inandırılmış diğer ve çok daha büyük bir
bölümü ise “Kıyametten sonra başlayacak ebedi”
hayatın vazgeçilmezliğine olan inancını arttırarak
sürdürdü.
Türkiye’yi son altmış yılın çok büyük bir bölümünde;
ikincilerin iktidara taşıdığı partiler yönetti…
Sonuç?..
Akademik unvan sahibi
bir baba, İsrail saldırısında hayatını kaybeden 19
yaşındaki oğlu için, “Şehit olduğu haberini aldığımızda
evimizde güller açtı” dedi…
Diyebildi…
Aynı günlerde bir başka baba; yine aynı yaşlardaki oğlunun
içine cin girdiğine inanarak yobaz bir din adamına
başvurdu…
Ve gencecik oğlu, o din yobazının elleriyle ve gözlerinin önünde
öldürüldüğünde; yobaz şöyle diyordu: “Zor oldu ama sonunda
içindeki cini çıkardım.”
Ve…
Bu koyu din
taassubu giderek koyulaşıyor…
Öyle ki, Fethullah Gülen gibi bir sevgi sembolü,
“İslâmiyet Düşmanı” gibi tanıtılmaya
çalışılıyor…
Ve koyu bir din taassubuyla; içselleştirilememiş bir cumhuriyet
anlayışı arasına sıkışmış kalmış halk; eskimiş, çağın gerisine
düşmüş adetlerine, törelerine sahip çıkıyor da; yıllarca peşinden
koştuğu ya da koynuna girip, koynuna aldığı eşlerini, dostlarını;
kıldığı namazını borçlu olduğu Mustafa Kemal’i bir kalemde silip
atabiliyor…
Buyurun
işte…
Deniz Baykal bir ay öncesine kadar partililerinin gözünde
ilâhtı…
Bugün ise patlayacağından korktukları bir silâh…
Birkaç ay önce Deniz Baykal, Önder Sav’ı şikâyet
edenlere karşı göğsünü siper ediyor; “O benim 40 yıllık
dostum” diyordu…
Bugün aynı Önder Sav, Deniz Baykal’dan kurtulmak
için nasıl stratejiler hazırladığını anlatıyor…
Gazze’de
İsrail’in zulmü altında yaşayan Gazzeli
Müslümanlar için savaşı göze alan Başbakan
Erdoğan, yıllardır Ermenistan
işgali altında evinden, ocağından olmuş Azeri
Türk’ü ve Müslüman’ı için parmağını
oynatmıyor…
Daha da fenası, Ermenistan ile kardeş rolü
oynuyor…
Ermenistan’la barışa karşı değilim ama ikiyüzlülüğe
dayanamıyorum…
Gülen, İslâmi Medya ve kurumlar…
Bütün bunları
bazı kurumlarımız için yazdım…
Fethullah Gülen’in adına kayıtlı bir dikili ağaç bile
olmadığından eminim.
Böyle bir insanın bir devletin başına belâ olacağını düşünmek
“vehim”den öte
“paranoya”dır.
Cemaat Holding ise şekilde görüldüğü gibi (ya da bazı
uyarılarımız sonucu) taassup dininden hemen uzaklaşmış, gerçek
Kuran dininin ve Gülen’in yanında
yer almıştır…
Demek ki istenilir ve olası yeni bir iktidar döneminde köşeye
sıkıştırılmayacağından emin olursa yeni yapılanmalarda konumunu
değiştirebilecektir…
Hâsılı:
Asıl tehlike Gülen Hareketi değil; 1400
yıl öncesine sıkıştırılmış kalmış ve kasten
köhneleştirilmiş din anlayışıdır…
Sağlam inançlı halk sigortadır
Dikkat ediyor
musunuz?..
Ünlü bir sanatçı, sadece kalçalarını sigorta
ettiriyor…
Çok pahalı bir futbolcu ise ayaklarını ve
bacaklarını…
Bir şarkıcı ses tellerini…
Neden bütün bir bedeni değil de sadece; kalçalarını, bacaklarını
veya ses tellerini?..
Çünkü o sanatçı ya da futbolcu biliyor ki, kendini oluşturan tek
şey o organları…
Onlar olmayınca zaten hayatın bir anlamı kalmıyor…
Çok iddialı olacak
belki ama Devletlerin en hayati organı da halk ve
halkın inançlarıdır.
İnançlarının nasıl, hangi temeller üzerine oturduğu, o devletin
hayatiyetinin sağlamlığı üzerinde etkin rol oynar…
İnançları sigorta ettirilmemiş bir halka sahip Devlet ise çok sık
yatağa düşer…
Yatağa düştüğünde de yanında kimseyi bulamaz, zor günler
yaşar…