Fehmi Koru'nun jokeri Akbaba mı?

"Redford'un tuzakları birer birer başarılı olmaya başlayınca, Teşkilat'tan 'Öldür' emrini verenleri yoketmek zorunda kalır..."

ADNAN BERK OKAN

Fehmi Koru
sadece iyi bir "gazeteci" değil aynı zamanda çok iyi bir "kulis" yazarı, "arşivci" ve "komplo" üstadıdır...
Aynı örneği farklı zamanlar dilediği kalıba döküp sunmakta da pek mahirdir sevgili Fehmi...
Meselâ bundan 13 yıl önce yaşadığımız Kadir Sarmusak olayında da yine "Akbaba'nın üç Günü" filmini örnek vermişti...
Ama o zaman yazdığı "Kod adı 'Akbaba' " başlıklı makalesinde, Batı Çalışma Grubu belgelerini Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi'ne sızdırdığı gerekçesi ile hakkında dava açılan (yargılama sonunda beraat etmişti) Kadir Sarumsak"Akbaba" rolüne soyundurmuştu...
O yazısı şöyle bitiyordu:

" 'Akbabanın üç günü' filminin son sahnesinde, iyice köşeye sıkışmış Robert Redford, bütün dalavereyi açığa çıkartacak belgelerle New York Times binasının önünde görünür. Kendisini yok etmeye azimli ajan, gülerek, şu sözleri söyler: 'Bizleri suçlayan belgeleri verdin ama, yayınlayacaklarını sanıyorsan çok safsın.' Basın da o öğütücü mekanizmanın bir parçasıdır yani."

Hanefi Avcı'yı mahkûm etmek için kullandığı ise filmin (Akbaba'nın üç günü) anlatımı şöyle sona erer:

"Redford'un tuzakları birer birer başarılı olmaya başlayınca, Teşkilat'tan 'Öldür' emrini verenleri yoketmek zorunda kalır..."

Bu arada unutmadan söyleyeyim...
Bundan 13 yıl önce deniz onbaşı Kadir Sarumsak'ı savunmak için kullanılan "Akbaba'nın üç günü" isimli filmi anlatan Fehmi Koru idi...
Bugün Hanefi Avcı'yı mahkûm etmek için ayn filmi kullanılan yazının altındaki imza ise Taha Kıvanç'a ait...
Ve bir diğer fark şurada...

Şimdi Robert Redford'un (Akbaba) yerine iki farklı isim koyacağım:

" ... iyice köşeye sıkışmış (Akbaba) Kadir Sarumsak, bütün dalavereyi açığa çıkartacak belgelerle gazete binasının önünde görünür. Kendisini yok etmeye azimli ajan, gülerek, şu sözleri söyler: 'Bizleri suçlayan belgeleri verdin ama, yayınlayacaklarını sanıyorsan çok safsın.' Basın da o öğütücü mekanizmanın bir parçasıdır yani."

"
(Akbaba) Hanefi Avcı, tuzakları birer birer başarılı olmaya başlayınca, Teşkilat'tan 'Öldür' emrini verenleri yoketmek zorunda kalır..."

Nasıl ama?..
Gelin de Fehmi kardeşimin zekâsına hayranlık duymayın...

Sevgili Fehmi Koru'nun 13 yıl önce "Kod adı 'akbaba' " başlığı altında yayımlanan makalesi aşağıda...


Kod adı 'akbaba'

Bu cümleyi duyar duymaz ayıldım. Biz 'gerilim romanları sevenler' bir kulübün üyeleri gibiyizdir; karşılaştığımızda, bir yandan son okuduğumuz romanlarla ilgili görüş alışverişinde bulunurken, bir yandan da bir muhayyel romanın konusunu birbirimizin üstünde deneriz. Yıllardır tanıdığım ve evinin bir duvarının üç dilden polisiye ve gerilim romanlarıyla süslü olduğunu bildiğim eski dostun bu cümlesi, beni birdenbire kendime getirdi.

Konuştuğumuz konu, son bir kaç ayımızı tartışarak geçirdiğimiz gerilimin kaynağıydı. 'Köstebek', 'casus' gibi gerilim romanlarında sıkça rastlanan sözcüklerle konuşuyorduk. Birdenbire, gündemi taşıyan konuların kaynağı geliverdi dilimin ucuna; "Kim üretiyor bunu, nasıl ürüyor bu gerilim?" diye sormuşum.. Yüzümde patlayan cümle, Mayk Hammer'in bir romanından süfle edilmiş gibiydi; gerçek Mayk olsa, "İlham kaynağı sensin" dedikten sonra 'sersem' sıfatını da eklerdi mutlaka.

"Kod adı akbaba" muammayı çözen bir ipucuydu benim için. Nasıl bir yapıyla karşı karşıya olduğumu da, yapının nerelerle nasıl irtibatlı bulunduğunu da çözebilecek bir ipucu. Hepsi bir kaç cümlelik mükalememiz ve ardından benden çıkan hayret nidası etrafımızdaki herkesi müthiş şaşırtmıştır eminim.

Yönetmen Sydney Pollack'ın 1975'te Robert Redford ve Fay Dunaway'li bir kadroyla çevirdiği 'Akbabanın üç günü' filmini hatırlayanınız vardır mutlaka; bizim ticari televizyonlar bir ara çok sık tekrarlardı o filmi. Aslında, zihinlere kazınması için şu günlerde ekrana yeniden gelmesinde yarar var. Çünkü, 'köstebek' ve 'casus' gibi sıfatların bolca kullanıldığı günümüze her bakımdan uygun bir film bu.

Pollack, yazar James Grady'nin 'Six days of the condor' adlı romanını sinemaya uyarlamaya karar verince, seyircinin gerilimini sürekli ayakta tutmak için her şeyin üç günde olup bittiği bir senaryo yazdırmış. Gerçekten de, filmin açılışındaki 'temizlik' sahnesi ile sondaki New York Times önündeki sahne arasında geçen üç gün, dehşetli gerilimle yüklüdür. Gösterime girmesi, Amerika'da Watergate Skandalı'nın patladığı döneme rastgeldiği için, film, hasılat rekorları kırmıştı. Eminim, iyi bir reklamla duyurulsa, bizde de, şimdi, öncekinden daha büyük ilgi çekecektir.

'Akbaba' (İngilizcesi condor) Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı'na (CIA) ait bir araştırma merkezinde çalışan Robert Redford'un kod adıdır. Yaptığı işle hiç ilgisiz bir ünvanı vardır merkezin: 'Tarih araştırmaları grubu'. Burada çalışanlar asla casusluk veya ajanlık gibi işler yapmamakta, dolayısıyla silah taşımaları gerekmemektedir. Roman, bilimsel araştırma, makale okur, ilginç bulduklarını bilgisayarlara yükler burada çalışanlar. Okuduklarından anlamlı bir sonuç çıkarırlarsa, sonucu, CIA'nin merkezine bildirirler. Sıradan bir görevdir üstlendikleri.

Redford'un kısa bir süre için ayrıldığı bir sırada, merkez, elleri silahlı insanlar tarafından basılıp çalışanların hepsi öldürülür. Sadece 'akbaba' -o da tesadüfen- sağ kalır. Döndüğünde gördüğü manzara dehşete düşürecek, silahlı baskının sebebini araştırmaya başlayacaktır. Üç gün içinde, bir romanda karşısına çıkıp merkeze rapor ettiği bir bilginin, ona sahip herkesin temizlenmesini gerektirecek denli 'hassas' olduğunun farkına varacak ve katillerin adına çalıştıkları örgüt ile irtibatını da keşfedecektir 'akbaba'.

"Seni iyi okuyan bir kadro, bir kaç defa münasebet düşürüp bahsettiğin filmde gördükleri türden bir çalışma grubu oluşturmuşlar. Okudukları herşeyi bilgisayara yükledikleri gibi, geniş imkanlarıyla elde ettikleri bilgi ve belgeleri de toplamışlar. Son zamanlarda, emir zinciri içinde zor kullanarak eriştikleri istihbaratı da mevcuda eklemişler. Dehşetli bir bilgi havuzu oluşturmuşlar senin anlayacağın" dedi gerilim romanı okumayı seven ve bana çok az iltifat eden dostum. Gruba, kod adı olarak 'akbaba' kelimesini seçmelerini, ne yalan söyleyeyim, gönendirici buldum.

Bilgisayar destekli bir bilgi havuzu oluşturunca olayları manipüle etmek çok kolaylaşır. Bilgisayar, insan hafızası ve aklından çok daha iyi becerir konular arasında illiyet bağı kurmayı. Yüklediğiniz isimlerin geçmişte ne zaman ve ne amaçla yollarının kesiştiğini de kolayca çıkarıverir. İnsanların kendilerinin unuttukları çok gerilerde kalmış olayları unutmaz bilgisayar...

Bilgisayarın kendisine önceden yüklenmiş bilgileri gayri nizami biçimde altalta sıralaması sorunu çözmeye yetmez elbette. Nitekim, 'kod adı akbaba' olan grubun imzasını taşıyan dosyalarda ve gazete manşetlerine tırmanan haberlerde bir tahlil eksikliği hissediliyor. Bilgiler orada, hatta yeterince belge de var, ama çıkartılan sonuç sağlam bir tahlil gücünün eksikliğine işaret ediyor. Demek ki, 'akbabalar', Robert Redford'un filmde canlandırdığı 'araştırmacı' gibi bu amaçla eğitilmemişler. Muhtemelen özenti onlarınki.

Redford'un çalıştığı merkezin bazı görevlilerinin bir işi de, elde ettikleri bilgilerden bir bölümünü altüst edip takla attırarak gazetelere sızdırmaktı. Bazı bilgiler sağlam olduğu için, habere susamış çaylak gazeteciler aradaki yanlış bilgi ve tahlilleri de sütunlarına taşırlardı. Bizdeki merkez bunu da taklit ediyor anlaşılan; hatta bununla da yetinmeyip çok daha saygın kurumlara da sunuyor elindeki doğru-yanlış bulamacı bilgileri. Bazıları, ellerinin altındaki 'hassas' bilgilerden, bazı insanlar üzerinde baskı uygulamakta da yararlanıyor. 'Akbaba' işi çok ciddi. Bu sebeple, operasyonun şimdiye kadar sağladığı hava ve ortamdan yararlanıp ipleri ellerine geçirenler, "Artık merkeze ihtiyaç kalmadı, tasfiye edilsin" diyorlar. Bilgi bu, başka kimin akrabalarını ne biçimde yakalayacağı hiç belli olmaz.

'Akbabanın üç günü' filminin son sahnesinde, iyice köşeye sıkışmış Robert Redford, bütün dalavereyi açığa çıkartacak belgelerle New York Times binasının önünde görünür. Kendisini yok etmeye azimli ajan, gülerek, şu sözleri söyler: "Bizleri suçlayan belgeleri verdin ama, yayınlayacaklarını sanıyorsan çok safsın." Basın da o öğütücü mekanizmanın bir parçasıdır yani.

Gerilim romanı meraklısı dostumun verdiği bilgi beni nedense mutlu etti. Ayrılırken, "Kod adı akbaba ha!" diye bir kez daha teyit aldım.