Fehmi Koru, Ayşenur Arslan’a ne demek istedi?
Fehmi Koru’yu çok ciddiye alırım… Yazdıkları, söyledikleri boş kuyuya atılmış taşlar değildir…
ADNAN BERK OKAN
Fehmi Koru’yu çok ciddiye alırım…
Yazdıkları, söyledikleri boş kuyuya atılmış taşlar değildir…
Öyle olmadığını “Doğan Gurubu Kuyusu”na attığı taşlardan anladık…
Boş kuyudan geriye kuru bir ses gelir ama kuyuda su varsa aşağı inmeye değer…
Fehmi de aynen öyle yaptı…
Aydın Bey’in kuyusunu taşladı sürekli…
Sonra aşağı indi ve önümüzdeki günlerde Aydın Doğan’ın kuyusundan çekeceği suları içecek…
Ama…
Bana göre çok daha önemlisi, Aydın Doğan’ın CNNTÜRK isimli kanalında Ayşenur Arslan’a söyledikleri…
Bakın ne dedi Fehmi:
“Bugün Ak Parti’nin yeniden iktidar olacağı ve % 50 oy alacağı söyleniyor ama ben seçimlere yaklaştığımız zaman bu rakamı, bu oranı aşağıya doğru çekecek gelişmeler bekliyorum”…
Fehmi’nin Mısır’la ilgili söylediklerinden sonra bir de bu cümlelerini duyunca aklıma hemen WikiLeaks sızıntıları geldi…
WikiLeaks sızıntıları bizde ve bütün dünyada yayımlandığında Türkiye, Tunus, Mısır ve Ürdünlü devlet adamlarına yönelik dedikodular dikkatimi çekmişti…
Ve dedim ki:
“Bu sızıntı Amerika – WikiLeask ortak yapımı… Önümüzdeki günlerde bu dört ülkede gelişmeleri birlikte izleyelim”…
Yani şimdi işte o planlar yürürlükte…
Tunus halkının gönlü yapıldı…
Mısır’ın gönlü yapılmak üzere…
Ürdün halkı da çok yakında mutlaka sevinecektir..
Ya Türkiye?..
Efendim son 9 yıldır bizden iyisi Şam’da kayısı…
1997 28 Şubat sürecinde birileri bizim millete gelse, “En geç 2006 yılı sonunda paranızdan 6 sıfır atacaksınız, enflasyon ve faiz oranları tek haneli oranlara düşecek” deseydi, hangimiz inanırdık…
Ama oldu işte…
Kulaklarımızdan bile döviz fışkırıyor…
Merkez Bankamızda 80 milyar doların üzerinde döviz rezervi var…
Ama…
Bir de WikiLeaks sızıntısı ile Başbakan’ımızın başının üstünde sallanan bir Demokles Kılıcı…
Ne mi?..
“İsviçre bankalarında 8 ayrı hesabı var”…
Fehmi Koru’nun "seçime gidilirken Ak Parti’nin oylarını aşağı çekecek olan gelişme" dediği sakın bu “önceden duyurulmuş dedikodu” olmasın?..
Sakın seçimlere birkaç gün kala Erdoğan bazı konularda (ille de İsrail – İran) ikna edilemezse ortalık, İsviçre bankalarından sızdırılmış banka hesap numaraları ve dekonttan geçilmez olmasın?..
Fehmi Koru durduk yerde neden söylesin o sözleri?..
Sıradan biri değil ki…
Cumhurbaşkanı Gül’ün kan kardeşi…
Yazın bir kenara…
Küresel Derin Devlet işin neresinde?
Ve…
Vaktim çok işim yok ya…
Oturdum bir analiz yaptım…
Daha doğrusu “bir öngörü denemesi”…
Fazla mütevazı olmayayım da uyarayım…
Bu yazıyı bilgisayarınızın bir yerine kopyalayıp, saklayın…
Evet, yolculuğumuz başlıyor…
Kim demiş ABD, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ve KAP (Kuzey Afrika ülkelerinin demokratikleştirilmesi Projesi) konusundaki çalışmalardan vazgeçti diye…
Hiçbir zaman vazgeçmedi, vazgeçemez de…
Çünkü o iki büyük proje barış içinde bir dünyanın “olmazsa olmaz”ı…
Bakın…
İlk iki örnek Tunus ve Mısır...
Arkası gelecek...
Küresel Derin Devlet, Obama ve ekibi vasıtasıyla Cumhuriyetçilerin, sorunları savaşla çözme yöntemlerini terk etti, uzlaşma ve gerekirse küçük ama karşı tarafı onurlandırıcı tavizler verilmesi stratejisine geçiş yaptı.
Silâh üreticilerinin “Birleşik Devletler savaşmaktan korkuyor” yalanını dünya kamuoyuna yaymaları sebepsiz değil yani...
Silâh tacirlerinin Türkiye'deki uzantıları ise iki muhalefet partisinde bol miktarda mevcut...
Yöntemler değişir, ilke ve amaçlar asla!..
Hâsılı...
Obama başkanlık koltuğuna oturduğu günden itibaren kendisinden önce çizilen hedefleri aynen korudu.
Unutmayın…
Birleşik Devletlerin geleneklerinde yöntemler değişebilir ama ilke ve amaçları değiştirmeye hiçbir başkanın gücü yetmez.
Obama seçimlerden önce katıldığı tüm TV programlarında ve panellerde:
“Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde yer alan ülkelerde gerçek demokrasiye geçilmeden ve bölge halklarının adil bir gelir dağılımı içinde yaşamaları sağlanmadan terör bitmez” diyordu, hatırladınız mı?..
Terörün en önemli sebebinin, yoksulluk ve eğitimsizlik olduğuna inanıyor, en başta da "dini eğitimsizlik" olduğunu söylüyordu...
Buyurun o halde...
Despot Müslüman ülkelerdeki rejimlerin demokratikleştirilme süreci başladı.
Zira o ülkeler halklarının tüketim zevkleri gelişmeden; pazar genişleyemez.
Daha çok insan tüketmez, pazar daha fazla genişlemezse ekonomik sakıntılar daha uzun yıllar sürer.
Ortadoğulu Müslüman ülkeler ve Kuzey Afrikalı Müslüman ülkelere demokrasinin gelmesiyle pazar genişleyecek, ekonomik durgunluğun yerini yeniden büyüme dönemleri alacak.
Hemen mi?..
Hayır...
Elbette bugünden yarına değil ama hesap bu hesap...
Şimdilik uygulama gayet iyi başladı...
Şimdi sırada AB ülkelerinin, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesine daha büyük destek vermeleri var.
Buna karşılık Birleşik Devletler de önümüzdeki süreçte AB’den yaptığı ithalâtı arttıracak...
Böylece AB ülkeleri ekonomileri de yıllardır özledikleri yeni bir büyüme trendini yakalayacaklar.
Petrole alternatif enerji kaynakları...
Geleyim Çin'e...
Çin, Liberal ekonominin yarattığı devinim ve bir buçuk milyarı aşkın nüfusu ile A.B.D. ve Rusya ile ortak hareket ediyor.
Keza Hindistan da...
Ama unutmayın ki bu iki insan bolluklu ülkede tüketim akıl almayacak ölçekte artış gösteriyor...
Bu tüketim öncelikle petrol ürünlerinde yeni talepler ve haliyle fiyat artışları getiriyor...
O halde önümüzdeki süreçte petrole alternatif enerji kaynakları yine dünyanın enerji devleri tarafından pek fazla olmamakla birlikte piyasaya sürülmeye başlayacak.
İlk aşamada petrol ürünleriyle aynı fiyattan satılan yeni enerji ürünleri (müjde) giderek ucuzlayacak…
En önemlisi, yeni piyasaya sürülen enerji kaynakları sayesinde, Çin ekonomisi tamamen kontrol ve denetim altına alınmış, Çin’in yarattığı ek enerji talebi dengelenmiş olacak…
Aynı şey, tüm dünyanın bilgiişlem merkezi gibi kullanılan Hindistan için de geçerli...
Hindistan, bilgiişlem gelirleri ile ekonomisinde büyük rahatlama yarattı, fukaralık giderek azalmaya başladı. Bir milyarı geçen nüfusu ile gelişmiş ekonomiler için iyi ve vazgeçilmez bir tüketim pazarı olmayı başardı.
Demokrasi konusunda zaten sorun yok…
Adil gelir dağılımı ise eskisine nazaran bayağı iyileşecek…
İyileşme başladı bile…
Beşar Esad kazanacak ama...
Suriye de eskiden olduğu kadar oyunbozanlık ve asilik etmiyor.
Beşar Esad bile Mısır ile Tunus'un başına gelenleri görünce reform sözü veriverdi...
Önümüzdeki devlet başkanlığı seçimleri Amerika’nın istediği kadar özgür bir ortamda geçecek olmasa da ilk kez ve gerçek bir rakip, Beşar Esad’la mücadele edecek.
Seçimi tabii ki Beşar Esad kazanacak…
Ama…
Rakibine karşı göstereceği hoşgörü ve babasından miras kalan yaşlı kadroların hemen tamamının tasfiyesi hepimize parmak ısırtacak...
Veeee...
Buraya dikkat!..
Suriye'yi artık İsrail nefreti ve kini ile yaşamış bürokratlar değil, değişen dünyayı yaşayarak öğrenen genç politikacılar yönetecek.
Önümüzdeki günlerde Suudi Krallığından da iyi haberler bekleyin...
Şer’i hükümlerin yumuşayacağına, kadınların otomobil kullanmalarına izin verileceğine tanık olacağız…
Ondan sonrası, halkın oylarıyla belirlenen meşruti bir meclis oluşturmak olacak…
Tabii yine Birleşik Devletler'in gözetiminde...
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin yerine, daha çok insanın milli gelirden daha eşit pay aldığı bir sisteme geçilecek, çünkü bu büyük değişime direnebilmeleri mümkün değil.
Ne zaman mı?..
Bu yıl değil tabii ama çok yıl sonra da değil…
Kaddafi bırakıyor...
Geleyim Libya’ya...
Muammer Kaddafi koltuğunu resmen değilse de fiilen oğlu Seyf - el İslâm’a devredecek.
Biliyorsunuz...
Oğul Kaddafi başta babasının bizzat yazdığı Yeşil Kitap olmak üzere ülkede uygulanmakta olan antidemokratik uygulamalara da açıkça cephe almasıyla tanınıyor.
Muammer Kaddafi buna rağmen yönetimi fiilen oğluna bırakmaya hazırlanıyor...
Yarın mı?..
Hayır ama oradaki değişim de çok uzun sürmeyecek...
Görünen o ki, tüm dünya Amerikan ahlâkı, Amerikan toplumsal ve ekonomik değerleri yörüngesine girecek (Wilson Prensiplerini hatırladınız mı?).
İran mı?..
Dokunmayın İran'ıma yazıktır...
O hep öyle kalacak...
Bırakılacak...
Kâh kavgalı, kâh barışık...
Anladınız onu...
Nazar boncuğu...
Herkes iyi olursa birilerine kim "hayır" diyecek?..
İşte o "Müzmin Hayırcı" İran'dır...
Pekiiii...
Bu süreçte Türkiye'de ne olacak?..
Söyleyeyim...
Rüya gibi şeyler olacak...
Allah'ın bile çok istediği halde bir türlü mutlu edemediği Türkleri de büyük zenginlik bekliyor ama hepsini değil...
Kimleri mi?..
O halde geleceğin Türkiye'sini de bugünün aynasına bakarak anlatayım...
“Abovizyon!”…
Ama lütfen “Komplo Teorisi” demeyin…
Peki ya ne?..
Hani ne diyorlar ona?..
Buldum…
“Vizyon” deyin…
“Abovizyon!”…
Yani; Adnan Berk Okan Vizyonu…
O halde buyurun…
Dünya, Küresel Derin Devlet’in kurguladığı bir strateji gereğince olağanüstü gelişmeler yaşayacak.
Meselâ İstanbul’da baş döndüren gelişme ve değişim, o stratejinin gereğidir…
Gecekonduların yıkılması (hem de gecekondudan gelen bir Başbakan’ın iktidarında), ulaşımı rahatlatacak yatırımlar, devasa gökdelenlere izin verilmesi vb…
Ne dersiniz?..
Bütün bunlar Türk’ler için mi yapılıyor?..
Yoksa…
Küresel sermaye ve küresel sermaye ile uyum içinde yaşayan, bundan sonra da yaşamayı kabul edecek olan Türkiye elitleri için mi?..
Bu soruma cevap düşünedurun lütfen…
Örneğin, Londra’yı düşünün.
Bir hafta bile yaşanmaz…
Havası sürekli sisli, yağmurlu ve puslu olan bu şehirde insanın bahçeye çıkası gelmez…
Herhangi bir Fish and Grill restoranından içeri girdiğinizde, burnunuza gelen yoğun yanık yağ kokusundan tiksinirsiniz...
İstanbul’un elit restoranları ise Karadeniz’in lüferi, Marmara’nın levreği ile donatılmıştır. Dahası, bizim restoranlarımızda 20 Pound’a yenilen en kralından balığın üvey evladını bile Londra’da 50 Pound’dan aşağı yiyemezsiniz...
Sözün özü Türk sosyetesi istese ömrünün her gününü Londra’da, Paris’te, Dortmund’da, Milano’da geçirir ama geçirmiyor…
Neden?..
Çünkü dünyada İstanbul gibi güzel bir kent yok!..
İstanbul, Hong Kong olacak.
Şehir dışında ve metro hattı çevresinde inşa edilen yeni sitelere gelince…
Hepsi, İstanbul’un müstakbel yeni zenginlerine hizmet verecek olanlar için yapılıyor...
Kimisi rezzidanslarda, kimileri ofislerde...
Yani…
Şehrin merkezi bölgelerindeki pahalı evlerde, rezidanslarda bin bir millettin zenginleri sürdürecek yaşamlarını…
Kent dışındaki bu modern ama ucuz, küçük dairelerden oluşan sitelerde de müstakbel yabancılara hizmet etmekle görevli Türkler yaşayacak...
Hâsılı İstanbul, tıpkı Hong Kong gibi kent devlet olacak...
Giriş çıkışlar yasaklanacak, vize şartı getirilecek (Erdoğan bunu 7 yıl önce söylemişti ama sonradan uyarıldı ve bir daha hiç telâffuz etmedi)...
Başta Avrupalılar olmak üzere Amerikalılar ve zengin Ruslar, İstanbul’da kendileri ve İstanbul seçkinleri için sağlık sistemleri kurduruyorlar; süper lüks oteller, okullar, restoranlar yaptırıyorlar...
Ve…
İstanbul giderek, dünyanın en kaliteli sağlık kurumlarına sahip kenti oluyor...
Salambo’nun yazarı ünlü romancı Gustave Flaubert 19. yüz yılın ilk yarısında İstanbul’u gezip gördükten şöyle demişti:
“İstanbul 200 sene sonra dünyanın başkenti olacak…”
Flaubert haklı çıkacak…
Bu sözü ettiği tarihten bu yana geçen süre 200 yıla yaklaşıyor…
İstanbul’da beş yıldızlı otellerden çok daha üst düzey kaliteyi yakalamış hastaneler var.
Sadece teşrifat olarak değil, verilen sağlık hizmeti ve doktor açısından da dünyanın en kaliteli özel hastaneleri bunlar…
Sadece İstanbul’da, yüz seksen üç tane alış veriş merkezi var...
En az yetmiş tane daha yapılmakta olanı sayarsak, önümüzdeki birkaç yıl içinde alışveriş merkezi sayısı iki yüz elliyi geçecek…
Bu alışveriş merkezlerinde, dünyanın en kaliteli ürünlerinin satıldığı büyük mağazalar ardı sıra açılıyorlar...
Bu mağaza açılışları boşuna mı?.
Avrupalı elitler elli bin, yüz bin kişilik kitleler halinde İstanbul’a yerleştiklerinde giyim gereksinimlerini karşılamak için Londra’ya, Paris’e, Milano’ya mı uçsunlar?.
Elbette bu devasa gökdelen alışveriş merkezlerine gidip espressolarını, makiatolarını yudumlarken, en kaliteli viskilerini içerken bir yandan da Pal Zileriler, Paul and Sharklar, Ralph Louraint’ler, Brioniler, İsialar’dan satın alıp giyecekler...
Juicy Couture, True Religion, Paige Adams, Yanuk marka kotların içinde en estetik, en seksi olanları seçip satın alacaklar.
Kusura bakmayın ama bazı romantik Müslüman demokratlar bütün bunların, kendileri (!) için yapıldığını zannediyorlar…
Zavallı ağızları çorba kokanlar(!)…
Özetle Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerindeki kentler bu küresel başşehre bağlanarak bu topraklarda A.B.D.’ye bağlı bir dünya devleti kurdurulacak…
İstinyedeki Pentagon...
Sahi…
Amerika, İstanbul konsolosluğunu Tepebaşı’ndan, İstinye’deki o küçük Pentagon’a taşırken bu günlerin hesabını yapmamış olabilir mi sizce?..
İstinye, yenidünya düzeninde Amerika’nın Türkiye’deki başkenti, İstanbul’un hükümet merkezi olacak...
Ak Parti Hükümeti de belediyeler aracılığıyla İstanbul’u küresel sermaye için hazırlıyor...
Gecekondudan çıkan başbakanın, gecekondu bölgelerini yıktırarak yerine modern şehirler kurdurma çalışmaları da bu plânın bir parçası...
Bu küresel devlet başta Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Asya olmak üzere Avrupa’yı da İstanbul’dan yönetecek ve denetleyecek...
Amerika’nın yönetiminde ve tamamen Amerika’nın kontrolü altında yeni Roma İmparatorluğu kuruluyor...
Başbakan’ın en sevdiği gazeteci unvanını kimseye kaptırmayan Yiğit Bulut ne diyor?..
“Türkiye genleşiyor” diyor…
Doğru, Türkiye genleşecek ama bu genleşme Türk bayrağı altında olmayacak…
Yeni bir Amerikan İmparatorluğu bayrağı altında genleşecek…
Bir başka deyişle İstanbul, Yeni Roma İmparatorluğu'nun başkenti olacak…
Yani sevgili meslektaşlarım…
İstanbul halkının milli bir kimliği olmayacak!
Şaka, şaka, şaka…
Sadece gelecek bilimine katkı yapmak istedim…
Yani…
Sakın ola kimi generallerimiz bu yazdıklarımı sahi zannedip de harp oyunu oynamaya falan kalkışmasınlar…
adnanberkokan@gmail.com