Fatih Çekirge meğer bir deniz tutkunuymuş

Hurriyet.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge'den ilginç açıklamalar. Çekirge nereye gidiyor?

Hurriyet.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge bir yelken tutkunu. Hem de öyle böyle değil! Anlatırken bile sırtında rüzgar, gözünde deniz var.  Siz dinlerken de burnunuzda balık, alnınızda güneş, yelkenler fora! Her denizci gibi deniz sürekli çağırıyor onu da. Bir de Sadun Boro... O çağırınca akan sular duruyor! Tartışmasız, pazarlıksız derhal yola çıkılıyor. Çekirge, yelkeni anlattı bütün maviliğiyle...

Nerelisiniz? Bu yelken tutkusu nereden geliyor?

Ben üç yerde birden büyümüşüm: Ankara ve İzmir ve Erzincan. Ama yelken serde var... Star gazetesini çıkarmak için İstanbul’a ilk geldiğimde ev arıyorum. Gittim, Büyükçekmece’de tam gölün kenarında bir ev kiraladım. Göle bakıyoruz ediyoruz derken, canım sıkıldı. Panayır gibi bir şey vardı, kataloglar falan var. Bir tane 4,5 metrelik Catalina gördüm o dergilerden birinde. “Al kardeşim parasını, getir” dedik. Bir ay sonra geldi. Biz iki kişiydik, ikimiz de bilmiyoruz yelken falan.. Bir milli yelkenci var Fatih diye, onu çağırdık. Üçümüz beraber parçaları yerleştirdik, kurduk tekneyi. Ondan sonra göle açıldık. Böylece kışları bile, her cumartesi, pazar yelken yapmaya başladım. Kışın, yelkene kar dolduğunu hatırlarım. Müthiş bir zevk!

Hiç battınız mı?

Battım. Bir gün yine tek başıma çıktım, gölde yelken yapıyorum. Cesaret de arttı tabii, öğrendik ya! Hava nasıl kötü, bulutlu... Karardı hava. Ve devrildi tekne! Ben battım suya. Soğuktan hiç kıpırdayamıyorum, felç! Tatlı su soğuğu kadar felç edici bir soğuk yoktur. Dedim ki: “Fatih, buraya kadarmış. Ne yaşadıysan yaşadın. Allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın! Bula bula gölü buldun boğulacak, deniz bile değil!!” Hakikaten gidiyorum böyle yavaş yavaş... Arkadan bir ses duydum, döndüm; göl balıkçıları. Kancayı taktılar, çekiyorlar beni. Robot gibi çıkardılar, bindirdiler tekneye. Karşı tarafta onların kulübesine gittim. Masanın üstüne gazete kâğıdını sermişler, çay fincanlarında rakılar, gölden alınmış havyarlar, soğan, ekmek, sobanın başında... Bir ihtiyar girdi: “Gel bakalım rüzgarlı, otur buraya!” dedi. Hep beni izliyorlarmış meğer onlar, yelkenliye ‘rüzgarlı’ diyorlar. “İç bakalım şu rakıdan” dediler, içtik hep beraber. Çok fakirlerdi. O günden sonra her pazar ben bir şişe büyük rakı alırım, tekneye binerim, gideriz, kulübede onlarla sohbet ederiz.

En uzak nereye gittiniz?

Bir dönem Star’dan ayrıldıktan sonra iki sene işsiz kaldım. O ara okyanus geçebilen ilk teknemi aldım, hatta yeni sattım şimdilerde. Onunla Kuşadası’ndan Fethiye Körfezi’ne kadar olan bütün koyları tek tek gezdim.

Tek başınıza mıydınız hep?

Çoğunu tek başıma gezdim. O zaman Osman Atasoy – ki şimdi tekneyle ikinci dünya seyahatini yapıyor-  Haluk Karamanoğlu -o da dünya seyahatçisi- Sadun Abi (Boro), ben ve Can Pulak; Gökova Yelken Kulübü’nü kurduk. Koy koy gezdik. Baş pirimiz her zaman Sadun Boro’dur. O telefon açıp çağırdığı zaman herkes oraya gider.

Ne olursa olsun mu?

Tabii. Mesela bir kış, yılbaşından beş gün evvel telefon açtı: “Arkadaşlar, yılbaşı gecesinden bir gün önce Okluk Koyu’nda buluşuyoruz” dedi. Tartışma yoktur o konuda! Teknesine atlayan oraya geldi. Sanıyorum 2000 ya da 2001 yılıydı. Gece saat 11, yukarıda muazzam bir ay, deniz, bulutlar... Ay yansıyınca, ay denizin altında kalıyor, bulutlar üste yansıyor, sen bulutların üstünde gibi oluyorsun, başın dönüyor tekneden bakınca. Ben böyle bir manzarayı hayatım boyunca görmedim. Dedi ki Sadun Abi: “Sizi özellikle çağırdım, bu her zaman olmaz. Şimdi bu yılı eda edeceğiz.” Öyle der o; eda etmek... Kadehler kalkıyor.  Derken bir süre sonra: “Beyler, benim vaktim kalmadı, çok yaşlandım, ne olur, ne olmaz şu önümüzdeki yılı da eda edelim” dedi. Beş yılbaşı gecesi birden kutladık o sene.

Sürekli gidemez ya insan, ama deniz de çağırır habire... “Vakit geldi gitmek lazım” zamanlarında ne oluyor?

“Vakit geldi gitmek lazım” çok tutuyor insanı, evet. O yüzden de ne oluyor biliyor musun? İlişkilerini, her şeyi bırakıp gidiyorsun. Denizcilikte olan şey, karayı ve karada bulunan sizinle ilgili ne varsa arkanda bırakma duygusu. Bu duygu bizde çok kuvvetli. Arkada bıraktığın şey acı veya tatlı... Ne olduğu, kim olduğu önemli değil. Hele de yelkencilikte, ayrılırken en önemlisi motor gürültüsü yok. Rüzgarla birlikte o dalga sesi, rüzgar, iyi trimlenmiş bir yelken birleşince bitti... O duyguyu bilmek, o duygunun seni çağırıyor olması da ayrı bir zevk. Her defasında gitmek mühim değil.

Teknesi olan insanlar şehirde lüks içinde yaşar. Ama tekne öyle değil. Deniz hayatına adapte olmanız ne kadar sürüyor?

Bazıları var; üç-dört gün sonra bunalırlar tekneden. Küçük gelir. Biz tam tersi. Kaldıkça tekne büyür bize. Sen eğer tekneyi denizin üstünde bir kabuk, bir parça, gibi görürsen, tekne küçülür. Halbuki sen onu denizle birlikte yaşarsan tekne büyümeye başlar. Bir de şu tipler var: Buradan atlıyor uçağa, iniyor. Kaptan teknesini götürmüş, gidiyor tekneden iki gün denize giriyor, geliyor. Yani tekneyi iskele gibi kullanıyor. Biz öyle değiliz, mutlaka karadan kurtulacağız. Onları Roventa ütüye benzetiriz. Onlardan pek hazzetmeyiz, onların olduğu yerlere de gitmeyiz.

Gizli koylarınız var mıdır?

Bazı deniz haritaları vardır Sadun Abi’nin kitabında, derinliği az yazılıdır; 1,5 metre, bir metre, 80 santim... Halbuki orası beş metredir. Bunların isimleri bizde gizlidir. Küçük yazıldığı için kitaba bakanlar oralara gelemez. Biz gece gideriz o koylara görünmeden, feneri falan yakmayız. Öylece keyif yaparız. Sabahleyin de kalmayız ki görmesinler. Neden biliyor musun? Kıymetlidir o koylar... 15 metreden aşağıya baktığın zaman pavuryaları eşelenirken görürsün, pırıl pırıl.

İyi balık tutar mısınız?

Çok iyi balık tutamam. Ama stoklarımız oluyor. Sadun Abi çok güzel ahtapot yapar. Ahtapotların yerlerini bilir, büyümesini bekler, kolunu atar, çıkarır denizden. Zaten oltayı atınca, mutlaka bir şey gelir. Onu da kızartmayız, tava, ızgara yok! En güzel balık; zeytinyağı, limon, biraz tuzla yapılandır. Limon, zeytinyağı ve tuz, balığı 15-20 dakikada yavaş yavaş pişirir. Balık beyazlandığı an, pişmiştir.

Her şeyi bırakıp bir gün tamamen teknede yaşama hedefiniz var mı?

Teknede değil de tekneyle birlikte bir deniz kenarında yaşama hedefim çok net. Muhtemelen Hisarönü’nde, Martı Marina yakınlarında.

Yeni teknenizi ne zaman almayı düşünüyorsunuz?

Yakında. En güzel şey nedir biliyor musun? Bir, tekneyi almadan önceki hayalin. O hayali seçmeye başlamak. Fuarlar, kataloglar... O seçme dedikodusu muazzamdır! Sonra el sıkışmalar, bekleme süresi. Sonra teknene ilk bindiğin an. Aman Tanrım! İlk gece uyuyacaksın teknende, onunla bir sevişeceksin, sarılacaksın, o da seni sevecek mi, sevmeyecek mi... Bunların hepsi ayrı heyecanlar...

(Selin AKINCI - MediaCat)