Fatih Altaylı ve Nihat Doğan show!..

İyi ki Nihat Doğan'ı neden davet ettiğinizi o kadar samimiyetle açıkladın... Ya ben de HaberTürk ekranında konuk olsaymışım?..

ADNAN BERK OKAN

"Türkiye medyasında hem en doğruları yazıp ama hem de birkaç öfkeli cümle de edebilmek uğruna bütün yazıp söylediği doğruları paramparça eden kimdir?"
diye sorulsa hiç duraksamadan vereceğim isim: "Fatih Altaylı" olur...


Ama...
Yok mu o benden beter öfkesi!..
Yok mu o Erdoğan'ı bin kere aratır hiddeti!..
Yok mu o Bahçeli'yi andıran şiddeti...

Bunu Fatih'ten duymak

Nihat Doğan Fatih'e, Türkiye medyasının kendisini çok fazla haber yaptığını söyledi...
Fatih hemen yapıştırdı cevabı:
"Söylediklerinin altı boş olduğu için  seninle daha çok ilgileniyoruz"...


Türkiye medyasının ne olduğu bundan daha güzel anlatılamazdı...

Yani...
Türkiye medyası, söylediklerinin altı dolu olan kişileri ciddiye almıyordu...
Türkiye medyası söylediklerinin altını doldurabilecek bilgi zenginliğinde bulunan insanların düşmanıydı...
Ama...
Kim ki "boş" şeyler söylüyordu; ekranlar onlara emanetti...

Biliyor musunuz?..
Bunu Fatih'ten duymak beni ayrıca mesut etti...

Neden mi?..
Çünkü...

Bir süre önce HaberTürk'te Balçiçek İlter beni "Söz Sende"ye konuk etmek istediğini söyledi...
6 Ekim akşam üzeri için sözleştik...
Programın yayınlanacağı akşamdan bir gün önce Balçiçek telefon etti...
Kanalın genel yayın yönetmeninin benim konukluğumu veto(!) ettiğini söyledi...
Normal karşıladım...
Sebebini bile sormadım...
Bir medya sitesinde önüme geleni eleştiriyordum; o genel yayın yönetmeni de kazanıma düşenlerden biriydi...
Ne var ki ben hem köyüme dönüşü ertelemiş hem de erteleme gerekçem olarak Balçiçek'in davetini bildirmiştim dostlarıma...
Söyleyebileceklerimi dinlemeye hazırlananlardan biri de genel yayın yönetmeniyle ortak bir dostumuzdu...
Konukluğumun genel yayın yönetmeni tarafından iptal edildiğini ona söylediğimde inanamadı...
Birkaç gün sonra da beni aradı...
"Haklıyım" dedi...
Genel yayın yönetmeni vetonun kendisinden gelmediğini, patronajın beni istemediğini bizzat söylemişti...

Patronajın beni kendilerine ait ekranda neden görmek istemediklerini şimdi daha iyi anlıyorum...
Demek ki onların ekranına çıkabilmek için söylediklerimin altının "boş" olması gerekiyormuş...
Teşekkürler Fatih...
İyi ki Nihat Doğan'ı neden davet ettiğinizi o kadar samimiyetle açıkladın...
Artık daha da rahatladım...
Ya ben de HaberTürk ekranında konuk olsaymışım?..
Adım kötüye(!) çıkacakmış az daha...


Nazım'ın "Çekilmez Adam" şiirini hatırlıyor musunuz?..
"Çekilmez bir adam oldum yine" diye başlayan ve "Uykusuz, aksi, nâlet" diye devam eden...
Hatırladınız mı?..
Fatih de bazen aynen Nazım gibi "çekilmez bir adam" oluyor...
Bir bakıyorsunuz ki (ekranda) ana avrat sövüyor gibi
; azgın bir hayvan dövüyor gibi...

Yani...
Bazen “berbat, sevimsiz, çekilmez, acımasız, küstah, ukalâ” bir herifin teki olup çıkıyor…

Kimi zaman da dünyanın “en sevimli, en keyifli, en neşeli, en samimi, en dost canlısı insanı” olarak arzı endam ediyor ekranlarda…
Keyfi yerindeyse fıkra anlatmayı bile deniyor…

Ey güzel insanlar!..
Ey Fatih'in gerçek dostları!..
Ben söylersem nasıl olsa dinlemez...
Ama...
İçinizde, onu en çok etkileyeniniz öfke geldiğinde gözün, gittiğinde ise yüzün kızardığını mutlaka hatırlatmalı...

Ben nereden mi biliyorum?..
Geçenlerde Beyaz TV'de Nagehan Alçı ile Latif Şimşek'in konuğu olduğum gece o yüz kızarmayı bizzat yaşadım da oradan...
Öfkemden kendim utandım...
Kendimden nefret ettirdi öfkem beni...

Efendim;
Hiçbir bahanem yok, olamaz da...
Beni öfkelendiren kişinin "itibar kaybetmiş bir siyasetçi eskisi" olarak siyasetten dışlanması, öfkemi nasıl haklı kılmıyorsa; hiçbir eleştiri ya da aymazlık da Fatih'in öfkelerini masumiyete dönüştüremez...

Geçen gün bir makalesinde Mehmet Baransu'yu o kadar güzel, sakin, olgun bir dille eleştiriyordu ki Fatih; katılmasam bile eleştiri diline hayran kaldım...
Bir gün sonra okuduğum bir diğer yazısında da
Dersim olaylarına tek gözle bakanları ve CHP'yi tenkit ediyordu...
Dikkat çektiği gerekçeler o kadar sahici ve ikna ediciydi ki; okurken bir yandan da "helâl olsun be Fatih" diyordum...

Ta ki en son cümleye kadar...

O en son cümleyi okurken kanım dondu damarlarımda...
Öylece kaldım...

Çünkü ondan sonra şöyle diyordu Fatih Altaylı:

Geçmişte eline aldığı iki tabanca ve duvara sürdüğü iki boyayla Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkacağına inanmış birileri bugün de her şeye inanabilir. Bu ağır bir salaklığın göstergesidir. O ağır salaklık, bugün de ortaya çıkabilir. Bunlar o günkü fikirlerinden vazgeçmezler.


Halbuki "salaklık" yerine "ağır bir öngörü fukaralığı" diyebilirdi...
Ve...
"Salak" yerine çok daha hafif bir eleştiri sıfatı kullansa söylediklerindeki inandırıcılık hiç yara almayacağı için çok daha etkili olacaktı...

Ama...
İşi hakarete kadar vardırınca tabii ki eleştirilerinin de bir hükmü kalmıyor...


adnanberkokan@gmail.com