Fatih Altaylı ne demek istiyor?..
Sosyal ve siyasal depremi önceden haber veren kimi “yüksek sezgi gücüne sahip” meslektaşlarımız ve siyasetçilerimiz her zaman oldu…
ADNAN BERK OKAN
Birimiz yazmalıydı bunları…
Ama o birimiz mutlaka bölgeyi de çok yakından bilen, insanlarını tanıyan, manevi yapılarını, duygularını da bilen birimiz olmalıydı…
Neyi mi yazmalıydı birimiz?..
Söyleyeyim:
Taksim Gezi Parkı protestocularıyla aynı zihni yapıda olan yaşıtlarının Güneydoğu bölgemizdeki mevcudiyetini…
Ve…
Bazı talepleri olduğunun unutulmaması gerektiğini…
Ve…
Erol Taş gibiyim... Geçenlerde Serdar Turgut; ABD'li psikiyatr profesörü Arnold Ludvvig'in adlı kitabıdan söz etti... Ludvvig, 2 bin lider hakkında 18 yıl boyu süren araştırma yapmış. Bunlar arasında 377 devlet
adamı/lider tespit etmiş ve bunları ayırmış.
Aslında bu çok kapsamlı ve
zor bir istatistik çalışmasıymış..
Ludvvig 200
kriter tespit etmiş ve bu 377 devlet adamına/lidere bu kriterleri
tek tek uygulamış.
Sonra onlara 1 'den 31 'e
kadar puan vermiş.
PGS (Political Greatness
Scale-Siyasi Büyüklük Ölçütü) olarak tanımladığı bu sıralamaya göre
Nehru 25, Roosevelt 30,
Fidel Castro 23, Lenin 28,
Churchill 22, Golda Meir 12,
Kennedy 1 5 puan almışlar.
31 puanı kim mi almış?.. Söyleyeyim: Mustafa Kemal Atatürk... Peki... Serdar Turgut'un bu muhteşem haberi diğer gazete ve teleizyonlar tarafından yayımlandı mı?.. Hayır, yayımlanmadı... Neden?.. Kıskançlıktan... Dün de yine Gazete HT'de Fatih Altaylı muhteşem bir haber/analiz yaptı... Yan sütunlarda kısmen okumuşsunuzdur... Link de verdim ki tamamını okuyabilesiniz... Peki... Fatih'in bu muhteşem haber/analizi diğer gazete ve televizyonlarda (hatta kendi 3 televizyonlarında da) haber oldu mu?.. Hayır... Yani, söyleyecek söz bulamıyorum... Medyamızın genelini eleştirince de Erol Taş merhumdan daha beter "kötü adam" oluyorum... Varsın olsun... |
Taksim Gezi Park’taki gençlerin ne istediklerini dinlemek yerine onlara polis şiddeti uygulamakla yapılan yanlışın; Güneydoğu bölgemizdeki gençlere yapılmamasını…
İçimizden biri çıktı ve cesaretle o beklenen yazıyı yazdı…
Güneydoğu bölgemizdeki gençlerin taleplerinin ve tavırlarının neler olduğunu; görmezden gelinirse doğacak tehlikelerin altını çizdi…
Hem de öylesine kalın ve parlak renkle çizdi ki…
İlerleyen günlerde olan bitenden sonra ortaya çıkıp da “aaa, haberimiz yoktu valla!” diyecek olanlara “yalancısınız!” diye bizlere haykırma hakkı verecek kadar…
Kim mi o biri?..
Söyleyeyim: Fatih Altaylı…
Halen Başbakan’la yaptığı son söyleşide takılıp kalanların sayısının çok olduğunu biliyorum…
Ama ey Gezi Park itirazcıları!..
Ey gerçekten kanları deli deli akan gençler!..
Fatih ağabeyinizin dünkü Gazete HT’de başlığı altında yayımlanan makalesini okuyun…
Göreceksiniz ki; bu ülkenin “en sorunlu bölgesi” olarak gösterilen topraklarında, sizinle aynı siyasi kulvarda koşmasalar da sizinle aynı zihni berraklığa sahip, geniş ve özgür düşünce otobanlarında hızla yol alan yaşıtlarınız yaşıyor…
Evet…
Altaylı yazısında “Gezi'yi meziyi bir kenara bırakıp Türkiye'nin daha önemli meselelerine odaklanmamız lazım” diyor ama bir şey daha söylüyor…
Ne mi?..
Bakın ne diyor:
“Gezi'yi önemsemediğimden değil, Gezi'yi Türkiye'nin geleceği açısından tehlike görmediğimden.”
Evet…
Gezi Parkı protestoları bu ülkede yaşayan, ileriye dönük yaşamak isteyen, muasır medeniyetleri yakalamak bir yana geçmeyi hedefleyen milyonlarca yurttaşın ufkunu açtı…
Demokrasilerin vazgeçilmezi ve demokrasilerin değerini ölçen mihenk taşı olan “şiddete dayanmayan silâhsız protesto/itiraz” hakkının kutsallığını ve bu konuda Türk gençliğinin üstün kalitesini bütün dünyaya gösterdi…
Fatih Altaylı ise;
bu ülkede kendilerini “Kürt gençliği” olarak tanımlayan milyonlarca vatandaşın yaşadığını da unutmamamız gerektiğini beyinlerimize kurşundan arınmış gazete sayfasıyla çaktı…
O delikanlıların da askere alınıp götürüleceğini…
Şimdilik “tüketici” olarak ama bir süre sonra da “gelir vergisi mükellefi” olarak vergi ödeyeceklerini unutmamamız gerektiğini…
Ve işte o gençlerin de talepleri olduğunu hatırlattı…
Evet; doğrudur…
Bugün yaşları henüz 17 – 21…
Ama…
On yıl sonra 27 - 31 olacak…
Yirmi yıl sonra kırklı yaşları yaşayacaklar…
Türkiye’nin yönetimine katılacak; bölgelerini yönetecekler…
“Genç PKK’lılar”
Fatih onları bugün “Genç PKK’lılar” olarak tanımlıyor…
İlk kez duydunuz bu terimi değil mi?..
Evet…
Haklısınız…
Ben de “ilk kez” duydum…
Ama…
Biz ilk kez duyduk diye onlar “hiç yaşamamış” değiller…
Ve bundan sonra da bilindiklerini bilerek yaşamlarını sürdürecekler…
Ve itiraf ediyorum…
Fatih’in makalesini okumaya başladıktan az sonra “dank!” diye bir şey düştü kafama…
Neden mi?..
Çünkü…
Fatih’in de dikkat çektiği gibi: “….. özellikle 1990'larda doğan "Genç Kürtlerin" politize olmuş kesimi Barış Süreci'ne katiyen inanmıyorlar.
Ne Öcalan umurlarında, ne de BDP.”
Pekiii…
Devleti yönetenler Fatih’in dikkat çektiği bu olgunun farkında mı?..
Hayır…
Nazım’ın Gülhane’deki ceviz ağacını hiç kimsenin fark etmediğini anlatan şiirindeki gibi…
Ne Başbakan bunun farkında…
Ne muhalefet…
Ne meclis…
Ve ne de medya…
Ve Fatih, Barış Süreci’nin başarılı devam edeceğinden her ne kadar “iyimser” olsa da bu gerçeği bizzat gözleriyle gördüğü, kulaklarıyla işittiği için “kaygılı” da…
Neden mi kaygılı?...
“Çünkü” diyeyim ve Altaylı’nın makalesinden alıntılayayım:
“…… Onlara göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile barış falan olmaz. Mevcut durum da bir barış süreci falan değil.
Onlar TC'nin yenildiğini ve bölgede artık kendi borularının öteceğini düşünüyorlar. “
Ey
güzel insanlar!..
Ve ey bu güzel ülkeyi yönettiklerini zanneden siyaset ve bürokrat kadroları!..
Barışa tabii ki “evet” ama kimin için?..
Benim gibi prostatı patlamışlar için mi?..
Gelecekten umudunu kesmiş orta yaş kuşağı için mi?..
Yoksa; kanları kaynayan yirmi yaş kuşağı ve onlardan sonra gelecek olanlar için mi?..
Eğer barışı her günleri “sağlık” muhabbeti yaparak, birbirlerine “ilâç tavsiye ederek” geçiren kuşaklar için yapacaksanız; bırakın kalsın…
Çünkü gelecek kuşakların sizin çizdiğiniz barış yolu projesinden “hoşnut” olacaklarının garantisi yok...
Eğer…
Barışı o genç kuşaklar için yapacaksanız; o halde Fatih’in yazdıklarını defalarca okuyun ve hemen “tedbir” alın…
Hemen gereğini yerine getirin…
Neden mi?..
O halde buyurun ve yine Altaylı’nın köşesinden okuyun:
“……. Daha önce öldürülmelerinden korkan aileler evlatlarının PKK'ya katılmaması ve dağa çıkmaması için çaba gösteriyorlardı.
Bugün ise durum tersine döndü.
PKK'nın bir süre sonra bölgedeki etkin siyasi güç olacağına ve bölgeyi PKK'nın yöneteceğine inanan gençler geleceklerini PKK'da görmeye ve PKK'ya katılmaya başladılar.
Dağa çıkmıyorlar belki ama PKK'ya yoğun biçimde katılıyorlar.
Hepsi ilerde Kürdistan'da iyi yerlere gelmenin yolunun bu olduğunu düşünüyorlar.”
Evet ey güzel insanlar!..
Tıpkı; daha on üç yaşındayken bugünün Türkiye’sini
yönetmeyi kafasına koyup faal siyasete giren ve bunu başaran
Recep Tayyip Erdoğan gibi o “Kürt
gençleri” de kendi geleceklerini
“Kürdistan” yönetiminde “etkin bir
mevki” kapmakta görüyorlar…
“Genç PKK’lılar” dediği o gençlerin yaşlarının henüz 17 ila 21 arasında olduğuna işaret eden Altaylı diyor ki;
“…. bu gençler şimdi ‘Özerklikçilik’ oynuyorlar.
BDP örgütü büyük bir iyi niyetle bu çocukları evlerine dönmeye ikna etmeye çalışıyor, demokratik süreçleri beklemeye ve saygılı olmaya davet ediyor. Ancak bu genç Kürtlerin bunu dinlediği yok.
BDP'nin yıllardan beri sıkıntısını çektiği konu yine gündeme geliyor.
Dağdaki Kürtler ya da dağı putlaştırmış Kürtler parlamentodaki Kürtleri takmıyor.
Adam yerine koymuyor.
Bu gençlerin sayıları çok mu?
Hayır değil.
Ama küçük sinekler olarak mide bulandırıyor, bir çuval inciri berbat etme potansiyelini ellerinde tutuyorlar.
Bu çocuklara dur denilmezse lümpen tavrın yaygınlaşması ve sayılarının artması kaçınılmaz.
Bunları bugün önemsememek, Özal'ın 80'lerin başında PKK'yı ‘Üç beş Mekaplı’ diye küçümsemesine benzer sonuçlar doğurabilir.
Ve efendiler!..
Depremi önceden haber veren bir cihaz henüz icat edilmedi…
Ama…
Sosyal ve siyasal depremi önceden haber veren kimi “yüksek sezgi gücüne sahip” meslektaşlarımız ve siyasetçilerimiz her zaman oldu…
Fatih Altaylı da bunlardan biri…
Çok hasar yapacak büyük bir siyasi ve sosyal depremin gelmek üzere olduğunu haykırıyor…
Lütfen kulak veriniz, tedbir alınız…
Hepimiz; küçük bir depreme bile dayanacak gücü olmayan, eskiden yapılmış, yığma tuğladan inşa edilmiş bir köhne binanın içindeyiz…
Bina yıkılırsa altından sağ çıkacak yurttaş sayısı; binanın altında kalacak olanın sayısının yüzde yirmisini geçmez…
adnanberkokan@gmail.com