Fatih Altaylı kızından ne cevap aldı?..

Fatih Altaylı'nın dünkü makalelerinden biri beni çok etkiledi... 10 yaşındaki kızı Zeynep'le bazen dizi film izliyorlarmış...

ADNAN BERK OKAN

Fatih Altaylı'nın dünkü makalelerinden biri beni çok etkiledi...
10 yaşındaki kızı Zeynep'le bazen dizi film izliyorlarmış...
Zeynep'in tercihi Arka Sokaklar ve Küçük Sırlar'mış...
Ama daha çok, Küçük Sırlar'ı izliyormuş...
Fatih de kızına olan sevgisinden onunla birlikte seyrediyormuş dizileri...
Ve fakat...
Şöyle diyor Fatih:
"10 yaşındaki kızınızın bu diziyi seyretmesi pek hoşuna gitmiyor insanın.
Çünkü dizide gösterilenler, çok açık bir 'olumsuz davranış' örneği."
Geçen gün dayanamayıp "Zezo bak bunlar çok kötü hareketler. Bir insan asla böyle olmamalı ve herkesin de iyi niyetli olmadığını görüyorsun değil mi?"
demek zorunda kalmış.
Alığı cevap muhteşem:
"Baba merak etme, ben dizideki kızlar kadar salak değilim"

İşte bu satırları okuyunca kendi çocukluğumu hatırladım...
Biz dizi film falan izlemiyorduk ama galiba biz de salak değildik...
Ya da kendimizi "uyanık" sanıyoruk...
O halde kendi çocukluğum ve o dönemin kandırılma yöntemleriyle ilgili masum yalanları hatırlatayım...

Biliyorsunuz; Medyada ve Politikada ve tabii ki iş dünyasında "kandırma" ve "kandırılma" olmaz...
Her üç sektörde yer alan oyuncular, melek suyuyla yıkanıp öyle almışlardır ilk nefeslerini...
Haliyle sözüm bu iplerde oynayan dostlara değil...
Ben, benim gibi sıradan dostlarla sohbet etmek istiyorum bugün...
Çünkü canım öyle istiyor...
O halde başlıyorum...

Lütfen itiraz etmeyin...
Hayatınız boyunca (mutlaka) en az birkaç kez kandırılmışsınızdır...
En azından çocukluğunuzda, büyükleriniz tarafından:
“Uyu bakiymmm... Yoksa seni şimdi öcülere veririm” denilerek kandırılmışsınızdır...
Sanki sizden önce öcüye verilmiş çocuk varmış gibi...
Öyle olsaydı sizden önceki büyüklerinizin hiç birisinin olmaması gerekirdi...
Herkes bir öncekini öcüye verince öcülere kalmış bir dünyada yaşayacaktık...

Yine birçoğumuz, bizden sonra gelen kardeşlerimizi leyleklerin getirdiğine inandırılmıştık...
Annelerimizle babalarımız el ele tutuşup; "Allah'ım leyleklerinden biriyle bize nur topu gibi bir bebek gönder" diyerek dilekte bulunuyorlardı...
Ve...
Bir süre sonra uzun bacaklı, uzun gagalı bir leylek, evimizin bacasının bulunduğu yere kardeşimizi bırakıp gidiyordu...
Akla yatkın bir yalandı bu...
Çünkü bizim dönemimizde evlerimizin bile bacalarında bir leylek yuvası görmek mümkündü...
Hele bir de o evde bir bebek doğmuşsa, o günkü seks ve biyoloji bilginiz ile gelin de inanmayın...

Şimdi olsa...
7 yaşındaki bir çocuk bırakın kardeşini leyleklerin getirdiğine inanmayı; o kardeşin gelişine sebep olan ilişkinin nasıl yapıldığını bile çok iyi biliyor...

Yeğenim, karısı ve biri 10 yaşında erkek, diğeri ondan 2 yaş küçük kız iki çocuğu ile beraber "geçmiş olsun" ziyaretine geldiler...
Ben ve eşim de oğlumuzun evine çıkmıştık hasteneden...
Aynı gece Galatasaray - Beşiktaş maçı da vardı...
10 yaşındaki oğlu da bizimle beraber izliyordu maçı...
Bir ara hanımlar, o çevrede efemine olarak tanınan bir işadamının karısının bir erkek çocuk doğurduğundan söz ettiler...
Yeğenimin 8 yaşındaki oğlu, maç izlemeyi bırakıp babasına döndü:
“Baba ya!... O adam .bne değil mi?..”
Benden 25 yaş kadar genç olan yeğenim utandı...
“Afedersiniz” der gibi yüzüme baktı....
Ben hiçbir şey söylemedim...
Elimle havayı dövüp, duymazdan geldim...
Ve daha beterini 7 yaşındaki kızı söylemesin mi?..
 “Akıllım...  ....... teyze o bebek için  .......dan hamile kalmış...”
Vaaauuuvvvv....
      
Şimdi bir de benim çocukluğuma döneyim...
Benden 3 yıl sonra dünyaya gelen kızkardeşim Bahar’ı leyleklerin getirdiğine uzun bir süre inandım...
Net hatırlamıyorum ama, Bahar’ı leyleklerin getirdiğine inandırılışım, belki de ilk kandırılışımdı...
Bahar’ın doğumundan 6 yıl sonra kız kardeşimiz Beyhan dünyaya geldiğinde, artık leylek hikâyesinin bir kandırmacadan ibaret olduğunu biliyordum...
Bahar ise leylek muhabbetinin tam da göbeğindeydi...
Ballandıra, ballandıra anlatıyordu leyleğin nasıl geldiğini...
Leylek gelmiş ve bizim evin damına konup Beyhan’ı bırakmıştı...
Bunları anlatırken gülüyor, güldükçe gamzeleri iyice ortaya çıkıyordu...
Ben ise Beyhan’ın üretim plânlaması ve üretim safhasına kısmen tanıklık etmiş biri olarak kendimi bayağı deneyimli kabul ettiğim için Bahar’ın leylek muhabbetine çaktırmadan gülüyordum...
Bir yandan da dokuz yaşında bir delikanlı(!) olarak, sürekli "sakın yalan söyleme, öbür dünyada dilin ensenden çıkar, arkadan gelenler diline basarlar" diye beni korkutan annemi eleştiriyordum içimden...
Beyhan'ı leyleklerin getirdiği yalanıyla onun dili benden daha çok sarkacaktı ensesinden...

Siz düşünün bakalım...
“Kandırma, kandırılma, kanma” kelimelerini ilk ne zaman ve niçin duydunuz?..
Nasıl kandırıldınız?..
Veee...
Niçin kandırıldınız?..
Çocuklarınızı kandırırken de aynı yöntemi mi kullandınız?..
Şimdiki genç anne-babalara ise hiç lâfım yok...
Çünkü onların çocuklarını TV'ler ve diplomatlar eğitecek(!) bu gidişle...

adnanberkokan@gmail.com