Fatih Altaylı için...

“Yalan yazma, taraf tutma, hakaret etme (ne yazarsan yaz)…”

Gerçek “Gazeteci” olmak isteyenler…

Ve mesleklerini; insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkesini önceleyerek yapmak amacından taviz vermeyenler iş hayatları boyunca çile çekeceklerini bilirler…

Ama…

Buna rağmen vazgeçmezler o ilkeleri öncelemekten…

Gerçek medya patronları da bu ilkelerden asla sapmayan yazarlarını, çalışanlarını siyasal güce karşı (İktidar ya da muhalefet; fark etmez) korurken, Turgay Ciner’in Fatih Altaylı’ya söylediklerini söylerler:

“Yalan yazma, taraf tutma, hakaret etme (ne yazarsan yaz)…”

Fatih Altaylı da gerek HaberTürk gazetesi genel yayın yönetmenliği sürecinde ve gerekse sadece “başyazar” olarak devam ettiği şu son dönemde, iktidara yağcılık yapanların bile imrendiğini bildiğim kadar çok yaşıyor özgürlüğün tadını ve gücünü…

Oğlum; Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök ve Hıncal Uluç için, “o kadar güçlüler ki sahip oldukları tarafsızlıkları ve fikrî vicdanlarının yüceliğiyle; patronları onları kovamaz, giderlerse onlar kendileri giderler” der lâf açıldığında…

Fatih, bugünkü HaberTürk Gazete’de “Kovun şu adamı” ana başlığı altında yayımlanan makalesinde ve diğer, “güçlü ve güvenilir gazeteci” olmaya giden yolun nereden geçtiğini öylesine güzel anlatıyor ki, bayıldım…

Bu arada…

“Dönemin başbakanı çok istedi kovulmamı ama bakın halen HaberTürk’te yazıyorum” diyerek patronunun (Turgay Ciner) ve Medya Gurup Başkanı’nın (Kenan Tekdağ) da “Önce Gazetecilik” ilkesinden vazgeçmediklerine dikkat çekiyor…

Hâsılı…

Bugün Fatih Altaylı’yı alkışlıyorum?..

Diyeceksiniz ki?..

“Neden?.. Sadece HaberTürk’te yazdığı için mi?”…

Elbette sadece onun için değil…

İşte şunları yazdığı, yazabildiği için:

“Üzerimde bir gazetenin sorumluluğu olmadan…
Sadece kendi vicdanıma karşı sorumluluk taşıyarak...
Bu yüzden de genelde ne İsa'ya, ne Musa'ya yaranamayarak.
Taraf tutmamanın bedelini ortak bir nefret objesi olarak ödeyerek…
Ama kendi ‘vicdan ülkesinin’ kralı olmanın rahatlığı içinde…
Haa, şunu da söylemem lazım.
Hem burada, hem başka çalıştığım gazetelerde, siyasetçiler pek çok defa kovulmamı istediler.
O siyasetçilerin çoğu artık yok.
O siyasetçilere boyun eğen patronların ise tamamı basın sahnesinden silindi gitti.
Bu dönemde ‘güç yoğunlaşmasından’ ötürü bu talepler daha ağır. Daha sert olabiliyor ve bu talepleri dinlememenin bedeli patronlar için çok daha ağır.
Biz de gazete sahiplerinin bizim için katlandıkları sıkıntıları biliyoruz.
Bir gün kovulsak bile o güne kadar yazdığımız her satır için minnettar olmalıyız.”

Ne dersiniz?..

Siyasi güç yoğunlaşmasının en acımasızca kullanıldığı bu günlerde…

“Bitaraf olan bertaraf olur” diyen Başbakan’ın bugün daha da yukarı (Cumhurbaşkanlığı makamı) çıktığı bir süreçte “ne İsa'ya, ne Musa'ya yaranamamak” kolay mı?..

Ey güzel insanlar!..

Fatih Altaylı’yı…

Bitaraf olma tehlikesi başının üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanırken bile ilkelerinden vazgeçmediği için alkışlıyorum…