Fatih Altaylı 'Deli' mi? Yoksa 'Dâhi' mi?
Yeteneği olmayan birini terbiye etmeye kalkışmak, kubbe üzerinde ceviz durdurmaya çalışmaktan zordur...
ADNAN BERK OKAN – HABER ANALİZ
Gazetenin hiçbir geçmişi yoktu…
Aynı adı taşıyan televizyonu vardı ama gazete olarak adı ilk kez duyulacaktı…
Eski bir gazetenin adına milyonlar ödenip de imtiyaz hakkı satın alınmış değildi yani…
Ve…
Daha ilk sayısından itibaren bir de risk alıyordu ki “evlere şenlik”…
Ebadı diğer gazetelerden küçük olacaktı…
Reklâmveren, “sayfa ölçülerin bize uymuyor” bahanesine sığınabilirdi isterse…
Yazar kadrosu az ama özdü yola çıkılırken çünkü “Yazar değil, muhabir ağırlıklı bir gazete yapacağım” diye söz vermişti…
Bütün bu olumsuzluklara rağmen çıktığı yolun daha ilk altı ayında kendini kabul ettirdi…
Önce takım gazeteleri arasına girdi…
Sonra, bakkal bayilerde, Hürriyet ve Sabah’la birlikte masa üstünde “ayrıcalıklı satışa sunulan” 3 gazeteden bir oldu…
Anladınız…
Gazete HT ve Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’dan söz edeceğim…
Fatih Altaylı 'Deli' mi? Yoksa 'Dâhi' mi?
Kimine göre bir “Deli”dir Fatih Altaylı…
Bana göreyse, duyguları hep aklının üstünde olan ama aklını sezgileriyle desteklemesi sayesinde “Mükemmel Bir Medya Yöneticisi” olmayı başaramış yetenekli bir "Gazeteci"…
Çünkü ne deliliği ilgilendiriyor beni, ne dâhiliği…
Yaptığı işe bakıyorum ben…
İşte, ilkyaz'ı da geçti (kuruluş yılı yazını saymıyorum çünkü ölçü olamazdı)…
Kırk yıllık gazetelerin bile yaz aylarında tiraj kaybettikleri bilindiğinde onun yönettiği Gazete HT’nin “sıfır promosyon”la tiraj alması ve aldığı tirajı koruması “BAŞARI” değilse ne?..
Oysa 2009 yılı yaz başında muhalifleri ve muvafıkları aralarında “O Yaz”ı geçirip geçiremeyeceği üzerine bahis oynuyorlardı…
Bırakın ilkyaz'ı; asıl zor olan bu yazı bile başarıyla bitirmek üzere…
Köşe yazarı ve bir TV programcısı olarak onu en çok eleştirenlerin başında geldiğim doğru…
“Doğru” ama…
Türkiye’nin “En Başarılı Medya Yöneticisi"nin Fatih Altaylı olduğu gerçeği de bir başka doğru…
Bugün onunla çalışmak istemeyecek bir medya patronu düşünemiyorum; Aydın Doğan ve Ahmet Çalık dâhil...
İçinizden, "ulan onu en çok eleştiren sen değil miydin?" dediğinizi duyar gibiyim...
Ama ben onun yöneticiliğini değil yazarlığını, zaman zaman kalkıştığı muhabirliğini ve TV programcılığını eleştiriyordum…
İki dudağı bir araya gelmeden, yeteri kadar düşünmeden (ya da beyni dilinden hızlı çalıştığı için) ve çoğu zaman öfkeyle yaptığı konuşmalar anlaşılmıyordu…
Haliyle söyledikleri değil, öfkesi kalıyordu akılda…
Yaşça ondan büyük, hayat deneyimi daha fazla eski bir ağabeyi olarak onun işte bu zafiyetleriydi tenkit ettiğim…
Oysa Fatih'i eleştirmek, onun zehir damlayan kaleminin de hedefi olmaktı aynı zamanda...
Ama umrumda bile değildi...
Çünkü benim kavga ettiğim kişiler hayatım boyunca kendilerinden korkmayacağım veya bir şeyler beklemeyeceğim kişilerdi...
Aksi halde dünyanın en sevimsiz şu işini yapmaya soyunabilir miydim?..
Akıl – Sezgi ortaklığı
Bazı insanlar “Yönetmek” için doğmuştur anasından…
Şeker ve sopayı yerine göre kullanmasını bilir…
Ne zaman ileri, ne zaman geri adım atması gerektiğinin hesabında hiç yanılmaz…
Kemeri sıkarken de gevşetirken de sezgilerini ve aklını bir arada kullanır…
Zaten sezgi – akıl ortak yapımı olan yönetimler başarılı olurken sadece akla veya yalnız sezgiye dayanan yönetimler zayıf bir mum ışığı gibi sönüp giderler…
Fatih köşe yazarken (bana göre) “kötü” çünkü sadece duygularına esir oluyor parmakları…
Fatih TV’de (bana göre) “iyi değil” zira çok çabuk öfkeleniyor, harfleri yutuyor, kendine bakmıyor…
Fatih, (sadece bana göre değil genelde) “Gazete genel yayın Yönetmeni” olarak "mükemmel"…
Akıl – Sezgi ortaklığını çok iyi dengeliyor…
Ne aklın öne çıkmasına izin veriyor, ne de sezgilerinin üstünlük kurmasına…
Onda akıl ve sezgi, tahtaravalliyi dengede tutan aynı kiloda iki oyuncu gibi…
Şeyh Sadi, Gülistan isimli eserinin bir yerinde, “yeteneği olmayan birini terbiye etmeye kalkışmak, kubbe üzerinde ceviz durdurmaya çalışmaktan zordur” diyordu…
Fatih’i medya yöneticiliğinde “başarılı” kılan şey doğuştan geldiğine inandığım “Yöneticilik” yeteneğidir…
Şöyle de diyebilirim:
İnsanlar içinde doğdu diye hiçbir “kurt” büyüyünce “insan” olmaz…
Fatih her ne kadar 73 milyon Türk'ün asla adam olmayacağı iddiasındaysa da ben onun iyi bir ailede doğduğunu biliyorum...
Ama kurtlar içinde büyüseydi de iyi bir medya yönetici olacağından şüphem olmadığını da biliyorum...
Risk alabilmek...
Fatih, risk almaktan korkmuyor ama bunu yaparken de asla “cahil cesareti” sergileyenlerden değil…
Öyle olsaydı yönettiği Gazete HT, henüz 60. sayıyı bulmadan 300 bin tiraj yakalayamazdı…
Risk almaktan korksa ya da hesaplı risk almayı denemese, yönettiği gazetenin satışının, bir uluslar arası denetim kurumu tarafından denetlenmesini göze alamazdı…
Ve…
O güvenle, tirajları balon olan diğer gazete yöneticilerine, “gelin siz de satışlarınızı bizim gibi bağımsız bir denetim kurumuna denetlettirin” diye meydan okuyamazdı…
Nefis bir orkestra...
Tabii ki bütün bunları tek başına başarmadı Fatih…
Öncelikle aldığı risklerin “Başarıyla birlikte İtibar” getireceğine inanan patronu Turgay Ciner hep arkasında durdu Fatih’in…
Maddi manevi hiçbir fedakârlıktan çekinmedi başarsın diye…
Değil Türkiye’nin, dünyanın en iyi kâğıda basılan gazetesinin yapılması için kesenin ağzını açtı…
İtalya’da yaşayan kızımın eski bir gazeteci olan müstakbel büyük kayınpederi Türkiye’den örnek gazete istediğinde; Hürriyet, Sabah ve Gazete HT’yi alıp verdim kızıma…
İtalya’ya döndüğüne şöyle diyordu telefonda:
“Büyükbaba, Habertürk’ün günlük bir gazete olduğuna inanamadı. ‘Dergi bu’ dedi”…
Başka bazı birçok medya kurumunda olduğu gibi Fatih’e ayak bağı olmak yerine “İtici güç” oldu…
Kimi hataları büyüten değil, görmezden gelen ve hatta ders alınmış olabileceğini söyleyerek moral aşılayan oldu…
Ve elbette gazetenin isimsiz kahramanları olan “MUHABİRLER”…
Rakiplerinin ajans gazeteciliğine saplanıp kaldıkları bir süreçte hep taze, hep ilgi çekici, hep kamuoyunu ilgilendiren haberlerin peşinde oldular ve yakaladıkları haberlerle Türkiye’nin gündemini belirlediler…
Fatih de arkadaşlarının haberlerine gereken değeri ve önceliği verdi…
Yıldızlarının parlaması için gerektiğinde cilâ oldu…
Tek tek isimlerini saymama gerek yok…
Hemen hepsi farklı siyasal görüşlere sahip…
Kimisi hükümetten yana (Yiğit Bulut) kimisi Türk medyasının en etkin hükümet muhalifi (Bekir Coşkun)…
Ahret yaşamının da en az dünyevi yaşam kadar önemli olduğuna inanan Nihal Bengisu Karaca ile sapına (gerçek manâda) kadar seküler Serdar Turgut gül gibi geçinip gidiyorlar…
Özel sektörün ekonomik büyümedeki payını da, buna karşılık ayaklarına pranga vurulduğunu da bilen ve hükümetleri ve bürokrasiyi, “özel sektöre ayak bağı olmayın” diye uyaran Yavuz Semerci ile özel sektörün "sütten çıkmış ak kaşık olmadığı"na iman etmiş Umur Talu kavgasız, gürültüsüz yazıyorlar aynı gazetede…
Gazetenin içindeki saatli bomba...
Ve Gazete HT’yi henüz bir buçuk yaşına gelmediği halde “Büyük Gazete” yapan en önemli özelliği: Gerçekten tarafsız oluşu…
Haberlerinde siyasal dengeyi son derecede adaletli bir ölçüde gözetiyor oluşu…
Ne iktidara “borazanlık” etmek ne de muhalefetin “yarı resmi sözcüsü” olmak gibi bir hata yapıyorlar…
İktidar partisi sözcüleriyle, muhalefet partisi sözcüleri Gazete HT’yi ellerine aldıklarında eşit yer kapladıklarını görüyorlar…
Köşe yazarları özgür…
İçlerinde, “vay sen niçin benim gibi düşünmüyorsun?” deyip birbirleriyle kavga eden yok…
Aksine; farklı düşündükleri halde kişiliklerini incitecek tartışmalardan kaçınıyorlar…
Yani…
Nefis bir “orkestra”, Gazete HT…
Fatih de akort bozulduğunda ortaya çıkacak olan şeyin “müzik” değil, “gürültü” olacağını bildiği için akordu hep “düzgün” tutuyor…
Ama…
Ya da “Bozmak” için görevlendirilmiş gibi…
Gazete HT’nin 18 ayda elde ettiği “Tarafsız” imajını yıkmak için adeta çabalıyor…
Özel sektörün en büyük kurumu ile kavga ediyor…
Reklâmverenleri incitiyor…
IMF ve Dünya Bankası’nın “Emperyalist” olduklarını iddia ediyor…
İstanbul sermayesini "Hırsız" olmakla suçluyor...
Hükümete ve Başbakan Erdoğan’a adeta “basın danışmanlığı” yapıyor…
Televizyonda “Sayın Başbakan” diye hitap etmesi gereken bir siyasetçiye onun memuruymuş gibi “Sayın Başbakanım” deyip karşısında eğiliyor, bükülüyor…
Çanak sorular sorarken, kişisel düşmanları hakkında "aşağılayıcı" sözler edip Başbakan'ın ihtirasını gıdıklıyor...
Kim mi?..
Tabii ki Yiğit Bulut...
Bütün bunları sokakta, Yiğit Bulut kimliğiyle yapsa sorun yok ama “HaberTürk” ailesinin bir ferdi hatta bir üst düzey yöneticisi olarak yapıyor…
HaberTürk ailesinin sloganı haline gelmiş olan “Gücü Özgürlüğünde” söylemini yerle bir ediyor…
Hâsılı…
Fatih Altaylı, işte böylesine büyük bir handikaba rağmen başarı yolunda emin adımlarla yürümeye devam ediyor…
Ancak son sözüm şu:
“Tandır sıcak iken ekmeğini pişiremediysen, yarın sabah kalktığında çok pişman olursun”…
adnanberkokan@gamil.com