Faruk Bildirici ideolog değil ombudsman...
Bir köşe yazarının bir kişi ya da kurumu taltif veya takdir etmesinin, gazetecilik ilke ve ahlâkı açısından sakıncası yoktur.
Bir köşe yazarı sadece olumsuz eleştiri yapmaz…
Gerekiyorsa taltif ve takdir de eder, etmelidir
de…
*
Bir köşe yazarının bir kişi ya da kurumu
taltif veya takdir etmesinin, gazetecilik ilke ve ahlâkı açısından sakıncası
yoktur.
*
Bir köşe yazarı, kendine ait o sütunlarda gazetecilik ilke ve ahlâkına uygun, kurumsal aşınmaya sebep olmayacak her türlü kişisel görüşünü yazma hak ve özgürlüğüne sahiptir.
*
Bir köşe yazarı (Ve tabii ki bir
gazeteci.); ulusal ve küresel kamuoyunda
“Saygınlığı ve başarılarıyla”
tanınan her firmanın davetine katılma,
katıldığı davetten (Firmanın adını da anarak ve hatta
takdir de ederek.) bilgi (haber) verme hak ve özgürlüğüne de
sahiptir…
*
Ancak…
Bir köşe yazarı (Ve tabii ki bir gazeteci.), dünya ve ulusal
kamuoyu nezdinde ayıpları, yolsuzlukları
ve halen sürmekte olan yargılamaları
olan, başarısız bir kişi ya da kurumu taltif edemez, hakkında övgüler düzemez…
*
Sevgili Faruk Bildirici buraya kadar sanırım mutabıkızdır…
Aksi halde…
Yani…
Ulusal ve küresel kamuoyunda “Saygınlığı ve başarılarıyla”
tanınan bir firmanın bir köşede adının
anılması, takdir edilmesi gazetecilik ilke ve ahlâkına aykırı
ise…
Başarısız bir firmanın reklâmını alıp yayımlamak da
kamuoyunu aldatmak, kamuoyuna karşı hile
yapmak demektir ki…
O firmanın reklâmının yayınlanması, köşe yazarının yaptığından
çok daha fenadır.
Çünkü…
*
Köşe yazarını tüm gazete okuru
okumaz…
“Bakar” geçer…
Tam sayfa gazete reklâmlarını tüm
gazete okuru görür…
*
Bir köşe yazarının davetli ya da davetsiz, gezdiği bir fuarda gördüklerini okurlarıyla
paylaşırken firmanın adını da geçirmesi hatta taltif ve takdir etmesi okur için “kişisel bir görüştür”
sadece…
*
Yazarın köşesinde ürünlerin:
- Teknik özellikleri,
- Rakiplerinden olan ayrıcalıkları,
- Satış politikaları,
- Garanti şartları,
- Satış sonrası servis avantajları v.b. gibi “reklâm” sözcükleri yer almaz.
*
Oysa…
Reklâmlarda her türlü bilgi okurla/izleyiciyle paylaşılır.
Reklâmı yayımlayan gazete; üretici firmanın
sektörel veya küresel başarısıyla ilgilenmez…
Hatta…
Ürünün çürük çarık olmasıyla; patronun karakter özellikleriyle de
bakmaz olaya…
*
Yani değerli
kardeşim…
Olaya
senin pencerenden bakmak; “Adam para verdi; biz de okurlarımızı
aldatmasına izin verdik” demek olur ki; bu bir
felâkettir…
*
NOT:
Sevgili Bildirici;
Dünkü Hürriyet’te “Ensesti böyle mi
konuşmalıydık?” ve “İncitici Üslup” başlığı altında yayımlanan iki yazın gayet
haklı gerekçeleri olan denetimlerdi, tebrik
ederim.
ONUN İÇİN ANA HABER REYTİNGLERİNDE
BİRİNCİ
Biliyorsunuz…
Türkiye’de kimi yargılamalarda
fotoğraf ve video çekim yapmak yasak…
O nedenle, Adalet Bakanlığı tarafından görevlendirilmiş
ressamlar duruşmaları kara kalem
çiziyor…
*
Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Kadri Gürsel de Türkiye Hukuku’nun bir ayıbı olarak tutuklu
yargılananlardan…
Gürsel’in aynı ressamlar tarafından çizilmiş kara
kalem bir resmi geliyor ekrana…
Ankorman şöyle diyor:
“Ekranda Kadri Gürsel’in karikatürünü
görüyorsunuz”…
*
Kara kalem resimlere
“karikatür” diyen Ankorman kim mi?..
Söyleyeceğim:
Fatih Portakal…
*
Ana haber reytinglerinde neden birinci olduğunu şimdi anladınız mı?..
KALDIRIN ATIN O ZAMAN BİRADER…
Didem Arslan Yılmaz ve konukları HaberTürk TV’de, tarikatlar ve dini cemaatlerin devletle ilişkilerini tartıştı…
*
Çok fazla dayanamadım
izlemeye…
Çünkü…
Ve gördüm ki…
*
Konukların neredeyse tamamına
göre dini cemaatler ve tarikatlar çok
masum…
Ve sıkı durun…
“Müslüman” halka İslâmiyet’i
öğretiyorlar…
*
Vay be…
Demek ki halkının yüzde doksan dokuz buçuğunun
“Müslüman” olduğu iddia edilen ülkede
dinini bilen yok…
*
Eh yani…
Kaldırın atın o zaman Diyaneti
birader…
BİR GÜZEL PATAKLIYORLAR…
Milliyet’te, Ali Eyüpoğlu’nun köşesinde okudum.
Hollywood Forever Mezarlığı’nda piknik yapılıp, film izleniyormuş.
*
Düşünebiliyor musunuz?..
Aynı şey Muhsin Ertuğrul, Ö. Lütfü Akad, Atıf Yılmaz,
Hulki Saner gibi, kaybettiğimiz ustaların kabirlerinin
bulunduğu mezarlıklarda yapılıyor…
Ve…
*
Rahmetliler o kadar kızıyorlar ki…
Kefenleriyle fırlayıp, o anda orada “sanatçı” unvanıyla bulunanları
bir güzel
pataklıyorlar…
*
Sonra bunun bir kamera şakası olduğunu
anlıyoruz…
Şakayı düzenleyen de Cem Yılmaz…
Olur mu olur valla…
BUNA DA ŞÜKÜR YANİ…
Adam okul servis aracının direksiyonunda…
Trafik polisleri çevirme yapıyor…
Ehliyet istiyor…
“Ben tamirciyim, arkadaşın işi vardı ben
götürüyorum aracı” diyor…
Yani…
Ehliyeti yok…
*
İyi ki
polislere:
“Ehliyet
mi verdiniz ki istiyorsunuz memur bey” diye kafa tutmadı…
Buna da şükür yani…
BİRİ ÇOK YAŞLI DİĞERİ ÇOK GENÇ…
Bizim siyasetçilerimiz lütfen alınmasın…
Yaptığım durum tespiti sadece bizim değil bütün dünya siyaseti için
geçerli…
*
Ne mi bu geçerli olan?..
Söyleyeyim…
*
Dünya ekonomisindeki özel sektör aktörleri
ve CEO’larının gelişimi, siyasetçilerin gelişiminden çok daha hızlı
oldu…
Yani…
*
“Dünya” isimli arabanın bir yanındaki
at çok yaşlandı (Siyasetçi), diğeri ise (Özel sektör
aktörleri.) fazla genç…
ÜÜÜÜÜÜÜ…..
Televizyon muhabiri, orta yaşın üzerinde bir
yurttaşa sordu:
- Kredi kartınız var mı?..
- Var…
- Borcunuz var mı?..
- Üüüüüüü…..
*
Yurttaş ne demek istedi
acaba?..