Ertuğrul Özkök’ü döveceğiz (!)…
Madem "gönüllü" yiyeceksin dayağı… Bırak da o keyfi biz yaşayalım... Bırak biz tadalım o sadistik zevki...
GAZETECİLER.COM -
Ertuğrul Özkök’ün bu Pazar
yayımlanan yazısı “bilindik-alışıldık pazar yazılarından
değil"...
Bu gün bir “kaçış”ın, satır
aralarına gizlenmiş senaryosu var…
Bu gün sitemler örüyor
kaderin âhını…
Hem de en ağır küfrü etse, en
müptezel düşmanının bile “ne yaptın Ertuğrul?” diye sorgulamayacağı
birilerine ediyor sitemini…
Sessizce…
Ağırbaşlı…
Hatta vakur…
Bakın nasıl başlıyor
ayin…
BUNDAN 4 yıl önce bir dolunay
gecesi, Akbük’teki köyde, iskelenin ucunda oturmuş,
düşünüyordum.
Her şeyi
düşünüyordum.
Geldiğim yeri, gideceğim yeri,
bulunduğum yeri.
Haruki Murakami’nin "İmkánsızın
Şarkısı" romanındaki gibiydim.
İlk sevgilisine dönen bir erkek
gibi, geride kalan her şeyime dönmeye çalışıyordum.
Hiçbiri artık döndüğüm yer
değildi, hiçbir şey ölmüş bir aşk kadar ölü değildi ve o iskelenin
ucunda yapabileceğim tek şey, şükretmekti.
Ve o gece orada kendi kendime söz
vermiştim.
Bir gün son nefesimi verirken,
eğer hálá gücüm kalmışsa, hayatımın bilançosunu çıkaracak ve
aldığım ilk nefes gibi, verdiğim son nefeste kendi kendime şunu
haykıracaktım:
"That was a good
life..."
Güzel bir hayattı...
O gece dolunayın içimden serbest
bıraktığı tuhaf ruhla bir şeye daha karar vermiştim.
Bir kitap yazacaktım ve adı şu
olacaktı:
"İskelenin ucundaki
mabet..."
İşte o “iskelenin ucundaki
mabed” yıkıldı…
Yıktırıldı…
Hem de kimseye zararı olmayan,
masum, sevimli, Akbük’ün insanı sarıp sarmalayan
turkuaz derinliklerine doğru uzanan bir mabetti...
Vakit Gazetesi
yıktırdı…
Yok, yok…
Ne doğayı kirlettiği vardı o
mabedin…
Ne de o güzelim akvaryum misali
salınan koya bir zararı…
İstemedi Vakitçiler
Ertuğrul’un kaçak yaşadığı mutlulukları içinde
hissetmesini…
Onu da işte böyle anlatıyor
Özkök:
Akbük’teki o iskele
yıkıldı.
Önümde bomboş bir deniz
uzanıyor.
Artık bu limanda ruhumu
bağlayabileceğim bir karış su kalmadı.
O yüzden nomad bir hayata
başlıyorum.
Bitmeyen, hiç bitmeyecek bir
yolculuğa çıkıyorum.
Bir gün bir yerde şunu okumuştum
ve kimbilir kaç defa oraya buraya yazmıştım.
Bazen yolculuk, gidilecek yerden
daha güzeldir.
Daha heyecan
vericidir.
Hatta bazen değil
hep...
O günden beri yolculuklara
hazırlanıyorum.
İç dünyam her an heyecan verici
bir yolculuk telaşında ve kalbim pırpır.
Ruhumun saatini işte böyle keyif
verici bir taşikardide ayarlıyor.
Ölmeden önce yapmak istediğim
şeylerin çetelesini tutuyorum.
Son durağı olmayan, terminussuz
yolculuklara çıkmak istiyorum.
Son durağı hep erteleyecek, geriye
itecek ara istasyonlar hayal ediyorum.
Ve başlıyor
Nerelere gideceğini…
Kimleri
dinleyeceğini…
Kimlerle olacağını…
Ama bütün bunları anlattığı her
cümlesi “tekil şahıs” eki ile bitiyor…
Yani “m” ile
bitiyor...
Hiçbirinde bile “z”
yok…
Yahu Ertuğrul…
Bir erkek bu kadar mı “bencil”
olur?..
Bu kadar mı “yalnız hayal eder”
yaşayacağı tüm güzellikleri?..
Gidilecek yerden daha güzel
olduğuna bizim de iman ettiğimiz o yolculuklar “kadınsız” ama
gönül dolusu bir sevgiyle “karım” dediğin “kadınsız” yaşanır
mı?...
Evet evet…
Hiç riyasız…
Hiç yalansız…
Hiç dolansız…
Hiç çıkarsız…
Hiç itirazsız…
En vefalı...
En sadık…
En sevecen…
En gönüllü…
En emniyetli…
“kadınsız” çekilir mi o yolculuklar?..
Çekiliyor ise…
Sen çekebiliyor isen…
Lütfen yazında yer alan şu bölümü
Türkiye’ye sakla…
Hangi bölümü mü?..
Buyur oku…
Senin yazından
alıntıladık:
Key West’e bir kere daha gidip,
Hemingway’in barlarından birinde maraza çıkartacak ve eşek sudan
gelinceye kadar dayak yiyeceğim.
İşte, bu bölümü Türkiye'ye
sakla...
Madem "gönüllü" yiyeceksin
dayağı…
Bırak da o keyfi biz
yaşayalım...
Bırak biz tadalım o
sadistik zevki...
Hayatının geri kalanında yaşanacak
en büyük mutlulukları, “kadınından ayrı” yaşamayı planlayan bir
hergeleyi dövmek bizim için büyük mutluluk olacaktır…