Ertuğrul Özkök

Hürriyet

 

Evet…

Küçücük ama çok sevimli ve sessiz, hem ormanı hem de denizi olan; havası, suyu tertemiz bir köyde karıcığımla birlikte ve “yalnız ama huzurlu” bir yaşam sürüyoruz…

Ve bu arada işte bu “sevimsiz” işi yapıyorum…

Her tarafın vicdansızları (Bereket içlerinde “dostum” diyebileceğim hiç kimse yok) kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlar beni…

İktidara yandaş olanlar da, iktidarın “yeminli” düşmanları da “Kulaklarını sadece bize açık tut… Klavyen sadece bizim taraf için çalışsın” demeye getiriyorlar…

İki kulağım var…

İkisi de hassas birer stüdyo kulaklığı gibi…

Her yönden gelen sesi duyuyor…

Ben de onların birini kapayıp sadece diğerini açık tutmayı aklımın ucundan bile geçirmiyorum…

Evet karım da ben de gündüzleri ( O çiziyor, ben yazıyorum) yalnızız…

Ama ikimiz de “avare” değiliz…

İkimiz de üretiyoruz…

Ben…

Saatlerce okuyorum…

Yok efendim…

Keyif aldığım yok…

Ama zaten keyif almak için de okumuyorum…

Benim işim “önce okumak, sonra yazmak”

Yani, işimi yapıyorum

Yani mecburum okumaya…

Ne var ki, her şeye rağmen yine de “severek” yapıyorum bu “sevimsiz” işi; “vazifem” olduğu için……

Çok uzatmayayım…

Bundan sonra okuyacaklarınıza (Ne yazık ki dünyaya ve medyaya “makul bir okur” değil de “siyasetçilerin gözüyle” bakanların çoğu) kızanların sayısı, takdir edenlerden çok olabilir…

Ama…

Bunu bildiğim halde ben hem bugünün ve hem de dünün “Köşe Yazarı” olarak Ertuğrul Özkök’ü seçeceğim…

Neden mi?..

O halde anlatayım…

Birincisi; gazetecilik heyecanının büyüklüğü ve coşkusu…

Nereden mi çıkardım?..

Söyleyeyim…

Dün hem kâğıt baskı Hürriyet’te hem de gazetenin web sayfasında bir makalesi yayımlandı…

Yine dün öğleden sonra Hürriyet’in sitesine girenler manşette bir haberle karşılaştılar…

Aynen şöyleydi başlığı:

Yahu Allah aşkınıza söyler misiniz?..

Hepinizin yazdığı gazetelerin internet sitesi var…

Bugüne kadar kaçınız “Yarını bekleyemedim” deyip de telifini almadığınız, alamayacağınız bir yazı yazıp da gazetenizin site editörüne gönderdiniz?..

Ben hatırlamıyorum…

Varsa gönderin sizi de “Günün Köşe Yazarı” seçeyim…

Özkök’ün ise dünkü ilk değildi…

Sık sık okuduğumuz ama ne yazık ki ertesi günkü kâğıt baskı okurlarının okuyamadıkları kim bilir kaçıncı “Yarını Bekleyemedim” yazısıydı…

Ne mi yazıyordu Özkök?..

O halde önce yazısının başlığını paylaşayım sizlerle…

Evet…

Aynen bu başlığı atmıştı Özkök

“Vatan”…

Son zamanlarda neredeyse “ağza alınmayan” ya da ağzına alıp da dolu dolu haykıranlarla dalga geçilmesine sebep olan bir kutsal değer

Üzerinde bir milletin yaşadığı kutsal topraklar…

Şimdi de kısaca yazının konusunu hatırlatayım…

Ertuğrul, “öylesine gerçekçi, öylesine mütevazı, öylesine sahici, ‘üstümüzdeki statik elektrik patlattı fünyeyi” diyen; yüzünü gözünü kaybetmiş bir Binbaşı’nın asaletli duruşunun kendisinde uyandırdığı saygıyı ve tabii ki yaşadığı hüznü paylaşıyor okurlarıyla…

Kolay ağlayanlardansanız mendilinizi hazırlayın zira mükemmel bir ifadeyle anlatıyor Özkök...

Geleyim ikinci yazıya…

Ertuğrul dün kâğıt baskı Hürriyet ve sitesinde başlığı altında yayımlanan makalesinde ise bir takım tespitler yaptıktan sonra temennilerini paylaşıyordu okurlarıyla…

Ve şöyle diyordu:

Şimdi artık gerçekler önümüzde...
Devletin hataları yüzünden, biz bu ülkenin vatandaşları olarak, bize çok kötü bir 10 yıl vaat eden Ortadoğu gerçekleriyle baş başa kaldık.
Şimdi "restorasyon" diyorsunuz ha...
Hayır önce kafanızdaki ahlaktan değil, milletin gönlündeki kopmuşluktan başlayın.
Önce ülkenin içindeki öfkeyi restore edecek şeyler yapın ki, milletin iki yakası bir araya gelsin... Önce gönüller birleşsin.
Sonra da sınırlarımızın dışında barışa hizmet edecek, komşularının iç meselelerinden elini ve özellikle dilini çekmiş...
Mantıklı, kendi menfaatlerini her şeyin önüne geçirmiş bir Türkiye...
                       *     *     *
Evet kardeşim...
Belagat şehvetiyle geçen 10 yıl iyiydi de...
Sizi de bizi de çok yordu be arkadaş...
Lütfen biraz sükûnet, biraz sessizlik…
Biraz susun da, 60 yıldır çok partili hayatı oylarıyla yaşatan bu millet biraz da kendi sesini işitsin, tekrar komşusuyla sohbete dalsın.
                       *     *     *
Sınırımızın ötesinde başlayan ve en az 10 yıl sürecek bu cehenneme mücavir alanda başka bir ruhla ayakta kalamayız...
Bunu hepimiz bilelim.

Efendim, efendim?..

İtirazı olan mı var?..

Yok, hayır; “tespitlerine” demiyorum…

“Temennilerine” itirazı olan var mı?..

Varsa neresine?..

Ve ey güzel insanlar!..

Şimdi de geleyim Ertuğrul’un iki günde yazdığı üçüncü yazıya

O da bugünkü Hürriyet’te başlığıyla yayımlanan makalesine…

Lütfen okuyun…

Ve görün…

Hiç kompleks yok…

“Ey Beyaz Türk!.. Hani sen AKP’ye muhaliftin?... Bu ne şimdi böyle?” sorgulamasından korku hiç yok…

Neden?..

Çünkü “İlkeli olmak” demek; “haklıya hakkını vermek, adaletsize haddini bildirmek” demektir…

Ki…

Ertuğrul bugünkü yazılarından birinde AB konusunda olumlu adımlar atılacağına ilişkin açıklamalar yapan, umut veren Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı samimiyetle takdir ediyor, “sonuna kadar yanınızdayım” taahhüdünde bulunuyor…

Daha öte gidiyor…

Henüz Aydın Bey’in görmesine imkân olmayan yazısının içine “Bu yazdıklarıma Aydın Bey de eminim imza atacaktır” şeklinde bir cümle koyuyor…

Yani…

Bir bakıma Aydın Doğan’ı da iktidarın AB yürüyüşüne destek vermesi konusunda “taahhüt altına” sokuyor…

Amaaaa….

Bu arada itirazlarını da bildiriyor…

Bütün gazetecilerin yapması gereken de işte bu!..

Yani…

Hak ettiğinde siyasal iktidara (Veya muhalefete) tam destek…

Ama…

Apaçık ortada görünüyorken de “dudaklarının kenarındaki peynirleri siliver lütfen” diyebilmek…

Evet…

Hiç bu kadar uzun gerekçe yazıp da bir meslektaşımı “Günün Köşe Yazarı” seçtiğimi hatırlamıyorum ama ne yapayım?..

Kısaca “Ertuğrul Özkök günün köşe yazarı” deyip geçmek de bana ters geldi...