Ertuğrul Özkök PR'cı oldu
.“Da Vinci Şifresi” kitabının yazarı Türkiye'ye geliyor. Özkök reklam yaptı...
“Da Vinci Şifresi” kitabının yazarı Türkiye'ye
geliyor.
Kimden mi öğrendik bunu?
Ertuğrul Özkök'ten...
Bakın Özkök nasıl reklamını yaptı?
DAN Brown Türkiye’ye
geliyormuş.“Da Vinci Şifresi” kitabının yazarı, 9 Aralık akşamı,
Türkiye’deki yayıncısı Altın Kitaplar’ın düzenleyeceği yemeğe
katılacakmış.
Altın Kitaplar bu yıl kuruluşunun
50’nci yılını kutluyor.
Bu yayınevinin arkasında, bir
ailenin yayıncılık dehası yatıyor.
Bu deha, kendini, en çarpıcı
şekilde, yayınlanacak kitapların seçiminde
gösteriyor.
Şimdi ailenin ikinci, üçüncü
nesli aynı başarıyı sürdürüyor.
“Da Vinci Şifresi” gibi dünya
tarihinin en önemli romanlarından birini önceden keşfedip
yayınlamak gerçekten mesleki bir
başarıdır.
* * *
Geçenlerde gece yarısı
televizyonda Michelangelo’nun hayatını anlatan bir film
seyrettim.
Michelangelo’yu, Charlton Heston
oynuyordu.
Filmin bir bölümü beni çok
etkiledi.
Papa, Vatikan’ın Sistine
şapelini, mimari açıdan hiç beğenmiyor.
Hatta çok çirkin
buluyor.
Bu şapeli güzelleştirmek için
Michelangelo’ya iş teklif ediyor.
Şapelin tavanına dini freskolar
yapmasını istiyor.
Michelangelo “Ben heykeltıraşım,
ressam değil” diyerek önce bunu
reddediyor.
Ancak Papa’nın bastırması üzerine
kabul ediyor.
Floransa’dan getirdiği çırak
ressamlarla tavana freskoları yapmaya
başlıyor.
Ancak yaptığı şeyler onu hiç
tatmin etmiyor.
* * *
Bir gece geç saatlere kadar
çalıştıktan sonra, evinin yolu üzerindeki bir meyhaneye uğruyor ve
bir bardak şarap ısmarlıyor.
Meyhanenin sahibi, yan taraftaki
dev fıçılardan birini açıyor ve ilk kadehini Michelangelo’ya
veriyor.
Ünlü heykeltıraş şaraptan bir
yudum alıp, yüzünü buruşturuyor ve “Bu şarap ekşimiş” deyip, kadehi
masanın üzerine bırakıyor.
Meyhanenin sahibi büyük ustanın
masasına geliyor ve kadehi alıp bir yudum da kendisi
alıyor.
Bir süre Michelangelo’ya
baktıktan sonra, eline bir balyoz alıp, dev şarap fıçısının
vanasına vuruyor.
Kırılan vanadan bir anda şarap
boşalmaya başlıyor.
Fıçıdaki bütün şarap yere
dökülüyor.
Michelangelo hayretle meyhane
sahibine bakıyor ve biraz sonra kalkıp, tekrar Sistine şapeline
dönüyor.
Mum ışıklarının aydınlattığı dev
salondaki iskelenin üstüne çıkıyor ve eline büyük bir spatula alıp,
yaptığı bütün freskoları kazımaya
başlıyor.
Bir meyhane sahibi,
Michelangelo’nun “Kötü” dediği bir şarap için bütün fıçıyı tarumar
edebiliyorsa, tarihin bu en büyük sanatçısı, kendi beğenmediği bir
eseri orada nasıl tutar?
Ama şu soru da
var.
Bir insan, kendisi bile olsa,
Michelangelo’nun yaptığı bir eseri nasıl paramparça
edebilir?
* * *
Edebilir.
Sistine şapelinin tavanından
kazıdığı o freskoların yerine, Tanrı’yı çırılçıplak bir erkek
olarak tasvir eden o muazzam eseri yapmaya başlayacaksa,
edebilir.
Dünyanın tanıdığı en büyük sanat
eserlerinden biri, başka bir eserin enkazı üzerinde
yükselir.
Yıkmayı bilen sanatçı, sanatta
“Allah’ın tasvirini” başeseri olarak sonsuzluğa bırakacak cüreti
kendinde bulabilmiştir.
Böylece yokoluş, sonsuz varoluşun
rahmi haline dönüşecektir.
Ortaya öyle bir eser çıkacaktır
ki, yüzyıllar sonra dünyanın sonunu anlatan bir filmde, toptan
yokoluşun simgesi haline dönüşecektir.
Kıyameti anlatan “2012” filminin
en çarpıcı sahnelerinden biri, Sistine şapelinin tavanındaki bu
freskoların yıkılışını anlatıyor.
Duvarda oluşan çatlak, giderek
büyüyecek ve sonunda Tanrı’nın parmağı ile insanın parmağının
birbirine değdiği o “kutsal teması”
kesecektir.
Yani Allah’ın; yarattığı insanla
birlikte yokoluşunu anlatacaktır.
* * *
Dan Brown’ın “Melekler ve
Şeytanlar” romanında bu şapelin özel bir yeri
var.
O akşam kendisi için verilecek
yemeğe ben de davetliyim.
Umarım bütün bu konuları konuşma
imkânımız olur.